Tanıl BORA
En rezil, en “makabr” Stalinizm anekdotları listesine girebilir sanırım, şu…: Nazi-Sovyet Paktı’ndan hemen sonra, İçişleri Halk Komiserliği Şefi Beria’nın talimatıyla, “Troçkist-faşist sapkınlık” suçlamasıyla mahkûm edilerek ceza kamplarına tıkılmış olanlara “faşist” diye küfretmek yasaklanmış.[1] Sovyetler Birliği’nde antifaşizm “konusu”nun, ikinci bir emre kadar, ‘iptal’ edilmesinin bir neticesi olarak.
***
Melike Işık Durmaz’ın kitabı vesilesiyle,[2] ’78 kuşağının esas Olay’ının anti-faşizm olduğundan söz etmiştim. Malûm, bu onun zaafı olarak da tartışılmıştır – bizzat kendileri tarafından tartışılmıştır. Sosyalist hareketi anti-faşist mücadeleye indirmenin, anti-faşizmi de ülkücülerle mücadeleye indirgemenin yarattığı bir zaaf olarak… Anti-faşizmi doğrudan doğruya devrim programının dibacesi gibi kuramlaştıran Devrimci Yol hareketinden gelenler arasında dahi, bu zaafın muhasebesini yapanlar vardır. Bu tartışma, bu muhasebe elbette yersiz değil; fakat anti-faşizmin, –sadece sosyalizm bâbında değil–, en geniş mezhepli tanımıyla solun hâlâ bir rüknü olduğuna da şüphe yoktur.
Bütün “anti”ler, karşıtına tabi olmakla malûldür, doğru. Fakat faşizmin mutlak kötülük olması, üstelik gönülleri kazanma kabiliyeti yüksek, –ancak kapitalizmle tartılabilecek– bütüncül bir kötülük olması bakımından, anti-faşizm, “anti”ciliğin zaaflarından mazurdur. Orhan Koçak son yazı üçlemesinde[3] faşizmin süreğenliğini unutmanın ‘cilveleri’ ile meşgul olurken, bilhassa –solda da– normalleşen milliyetçiliğin, bu unutuşu afaziye[4] çevirmesi üzerine duruyordu.
***
AKP sözcülerinin, ara ara hasımlarını, CHP’yi, solcuları, HDP’yi/DEM’i, daha kimleri kimleri, faşistlikle itham ettiğini biliyorsunuz.[5] Birkaç ay önce, hatırlarsınız, Donald Trump makabr, rezil bir “anti-faşizm” çıkışı yaptı. Yüz kızartıcı (ama onun yüzü zaten kızarık) bir davadan aldığı mahkûmiyet üzerine, “faşist bir devlette yaşıyoruz” dedi. Bunlar yavuz hırsız Oscar’larıdır…
Oysa, biliyorsunuz, Trump’ın başkanlığı döneminde, ABD’nin bir tür faşizme mi dönmekte olduğu cidden tartışılıyordu. (İkinci kez gelmesi halinde, gerçekten bir çeşit faşizm tesis edeceğinden endişe edenler az değil.) O sıralar Trump, ırkçılık karşıtı protestolar vesilesiyle, ABD’de “antifa” adıyla bilinen anti-faşist harekete veryansın etmiş, antifa’nın terör örgütü sayılarak yasaklanması gerektiğini söylemiş, anti-antifaşist bir cephe açmıştı. Almanya’da da, Neonazilerin ve Neonazi adını kullanmayan “post-faşistler”in, uzun yıllardır, anti-faşist harekete karşı seferber olan, şiddete de başvuran, anti-antifaşist adlı platformları var.
Memleket siyasetinin kiç kalıbıyla söylersek: Anti-faşizmden rahatsız oluyorlar! Kendileri hasımlarına, faşizmin mağdurlarına “faşist” diye ünleyebilirler – fakat sahici anti-faşizmden rahatsız olurlar.
***
Sadece bu saçmalıklar, bu kavram gaspı bile, anti-faşizmin güncelliğini haber veriyor. Pozitif uyaranlar da var. Fransa’da Ulusal Birlik’in (Le Pen’in Ulusal Cephe’sinin yeni hali) birinci parti mevkiine gelmesi karşısında, envai çeşit sollar Yeni Halk Cephesi adıyla birleştiler biliyorsunuz – ve seçimlerde bütün dünyada solculara, anti-faşistlere bari bir lâhza “oh!” dedirten bir başarı elde ettiler. Bu bir yanıyla açıkça anti-faşizmin tarihsel mirasını canlandırmaya dönük bir hamle. Halk Cephesi, 2. Dünya Savaşı arifesinde Fransa’da işçi partileri (komünistler ve sosyalistler yani sosyal demokratlar) yanında “burjuva demokrat” unsurları da yan yana getiren siyasal platformun adıydı.
***
Evet, anti-faşizmin de bir geleneği, bir birikimi, bir mirası var ve kadrini bilmek lazım. Jacques Droz’un Avrupa’da Antifaşizmin Tarihi (1923-1939) kitabı,[6] işte bunu yapıyor. Anti-faşist siyasetin farklı ülkelerdeki deneyimlerini, başarılarını, -çoğunlukla- başarısızlıklarını etraflıca elden geçiriyor. Faşizmi ancak ve ancak bir dış tehlike olarak algılayan sağın genel tutumuna mukabil (Droz’un aktardığı gibi Churchill, 1935’te komünizm ile Nazizm arasında tercihte bulunmak zorunda kalsa, “komünizmi seçerdim diyemem,” diyordu); onun karşısında hümanizm ve insan onuru bilinciyle dehşet duyan ‘azınlık’ liberal ve Hıristiyan-muhafazakârlara selam veriyor.[7]
***
Anti-faşizmin güncelliğine ve âciliyetine adanmış bir kitapla konuşarak devam edeceğim: Paul Mason’ın Faşizmi Nasıl Durdururuz.[8] Gazeteci ama esasen bir anti-faşist eylemci olan Mason, günümüzde 1930’larınkinden farklı, 21. yüzyıla uygun, nihaî şeklini şemailini tam kestiremeyebileceğimiz, fakat özü itibarıyla faşist nitelikli siyasetlerin-iktidarların-rejimlerin açık ve yakın tehlike teşkil ettiğine emindir – haklıdır. Sami Özbil’in söyleyişiyle, “Anti-faşist bir ‘imdat freni’ bulunabilecek mi?”[9] sorusunu soruyor. Mason, faşizmin otoriter muhafazakar, sağ popülist ve özellikle de aşırı/”alternatif” sağ içinde -şimdilik- yuvalandığını ve ürediğini düşünüyor. Özellikle’nin altını çizelim; ‘soy’ faşist potansiyelin cevheri, bu üçüncü koldadır. Yeni-faşizmin kıyassız bir felâket olacağının idrakiyle, aşırılıkçıları “popülizme doğru geriletmek” kadar düşük bir çıtaya gönül indiriyor Mason – hatta “ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe geriletme”yi bile kâr sayıyor.
Bu asgarîciliği, beterinden sakla(n)mak kaygısıyla radikal sağın gönlünü hoş tutmak manâsında düşünmüyor elbette. Buradaki ‘kâr-zarar hesabı,’ -Behice Boran’ın 1970’lerdeki deyişiyle-, “tam boy” faşist olan ile, o raddede olmayanı ayırt etmek; potansiyel olarak, tarihsel eğilim olarak, istidat olarak faşizme yatkın veya “faşizan” olanı, “tam boy” faşizme dönüşmekten, bağlanmaktan alıkoymaya çalışmak. Sanırım daha önemlisi, Stalin’in güdümündeki Komintern’in uğursuz geleneğinden ders çıkartarak, –Halk Cephesi dersi işte budur–, bırakın “faşizan” unsurları, sosyal demokratları, solculuğu eksik bulunan solcuları, “eninde sonunda faşizmin ekmeğine yağ sürüyor” sepetine atan “sosyal faşizm” tezlerinden beri durmak. Bu tarihsel dersin tembihiyle Mason’ın kitapta birkaç yerde tekrarladığı uyarılardan biri: “Liberalleri bir numaralı düşman olarak hedefe koymaya son vermek”tir.
***
Hem, anti-faşizmin de ‘doğru’ sol, ‘en’ sol olma yarışının bir kalemi haline gelmesi, acıklı değil mi? Anti-faşizmi, döne döne sola mı anlatmalı?
Anti-faşizm, sahici ve hayatî bir asgari müşterekler zemini. Faşist minimum kavramını biliyorsunuz; sosyal teoride, faşizmin ideal tipini tanımlamayı anlatır. Bir rejimi, hareketi faşistlikle tescil etmenin asgari koşullarını anlatır. Faşist minimumu tarif etmekten daha sarih, daha tartışmasız lüzum: anti-faşist minimumu inşa etmektir. Anti-faşizmi, gerçekten, gözünün iliştiği –veya gözünü ayıramadığı– diğer solcuya değil, faşist-olmayan herkesle paylaşmak, paylaşılır kılmaktır.
***
Mason’un son derece istifadeli kitabında, faşizmin güç kaynağı olan, dolayısıyla anti-faşizmin gücünü yoğunlaştırması gereken iki püf noktasının altını çizdim. Birisi, gayrı insanileştirmedir. Faşizm, aşağı, başka, hasım gördüklerini insan-olmayan sınıfına sokmakta mahirdir; bundan bir kirli haz devşirir. Onun için, bütün insanların insanlığı, ortak insanlığımız, kırmızı çizgidir. Diğeri, faşizmin özgürlük korkusu olmasıdır. Esasen, özgür olmaması gerektiği tasavvur edilenlerin özgürlüğünden duyulan korku. Özgürlük ve eşitlik, onun için hayatî önem taşıyor. Beraberinde, özgürleşmenin açtığı kapıdan geçmekten, özgürlüğün müphemiyetlerinden duyulan korku. Özgürlük korkularıyla cebelleşmek, onun için hayatî önem taşıyor.
Mason, irrasyonalizmin ve mit inşasının, hele şu “hakikat sonrası” çağda, faşizmin çoğaltanı olduğunu hatırlatıyor. Buna karşı insanları “mantığın ve ispatın bölgesine geri döndürmeye” çalışmak gerektiğinde ısrar ediyor. Onun eğilimi, mücadeleyi duygulanımlar alanında kabul etmekten sakınmak gerektiğidir. Bir Ernst-Bloch-sever olarak, bundan emin değilim. Öncelikli ve yegâne alan olamaz elbette; fakat tam da anti-faşizmde, duygu siyasetinden imtina edilemez gibi geliyor bana. Faşizmin ajitasyonuna karşı, tam da duygularla rasyonalite arasında ‘salih’ bir ilişki kurmaya, özgürleştirici, eşitlikçi bir “akleden kalp” ve “kalbeden akıl” yolu açmaya ihtiyaç var.
***
Galiba en kötüsü, faşizmin-faşist’in kötülüğüne dair aşikârlığının çok, çok aşınmış olması. İlk adım, bu aşikârlığı ‘geri kazanmak’ olsa gerek.
KAYNAKÇA
[1] Bini Adamczak: Gestern Morgen. Unrast-Verlag, Münster, t.y., s. 37.
[2] 78 Kuşağı
[3] Adorno ve Post-Faşizm: 60 Yıl Önce
[4] Terim Orhan Koçak’ın yazılarından değil; Özgür Sevgi Göral’la selamlaşıyorum: Hafıza Yaraları ve Afazi
[5] Tanıl Bora: “Sağın dilindeki ‘faşist ithamları’: ‘Faşizmin dikâlâsı…’,” Birikim, sayı 382-383 (Şubat-Mart 2021), s. 134-146. Bu yazının da yer aldığı Birikim’in bu “Faşizmin Yüzleri” dosyasını bu vesileyle hatırlatalım.
[6] İletişim Yayınları, 2023. Değerli çevirmen Işık Ergüden’in güçlü bir önsözü de var kitapta.
[7] Norman Ohler’in Harro ile Libertas’ı da aynı selamı verir (Çev. Tanıl Bora. İletişim, 2022, 2. Baskı).
[8] Çev. Doğuş Çakan. Minotor Kitap, 2024.
[9] Sami Özbil, “Faşizm hakkında konuşabilir miyiz?” Birikim sayı 421 (Mayıs 2024), s. 43-49.
Kaynak: Bu yazı Birikim Haftalık‘ta yayınlanmıştır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***