Başak CANDA
“Patlayıcı taşıyorum, onlara kelime diyorlar.”1 Çok şey anlatır bu cümle. Dilin ve sözcüklerin değiştirme ve dönüştürme gücünü kavratır. Kelimelerdeki anlamın derinliğini gösterir. Sözün büyüsü denir ya. O büyünün neler yapabileceğine tanıklık ederiz. Sözlerden, onların hikmetinden şiire ve devrime geliriz. Biz o sözlerde sadece duyguları okumayız. Devrimin ortaya çıkışının, sorunlarının, zorunluluklarının ve çelişkilerinin izini süreriz. Bu izlerin kolektif süreçler olduğunu unutmadan, metodolojik olarak bunların şiirsel üretim üzerindeki etkilerini görürüz. Devrimcilerin enternasyonalist buluşmalarına, mücadelenin haklı ve birleştirici taraflarına tanıklık ederiz.
ŞİİR, KAFA TUTAR
Şiir böylesi kritik dönemlerde bile ‘bir şey söyleme’ görevini üstlenir ve kapitalist sistemin şekillendirmek istediği düzene kafa tutar. Hele “şiirden geçerek devrime gelenlerin” kalplerinde yerini almışsa bu kaçınılmazdır. Sömürünün olmadığı, insanca yaşam ısrarının omuzlandığı kavgada şiir, olması gereken yerdedir. Mücadelenin, yaşamı da yenileme olduğunu hatırlatır ve bu yenilenme doğrultusunda devrim cephesinde yerini alır.
Şiirsel dilin, kitlelerin iletişim diline doğru kayışı, yenilenmenin en güzelidir. Ancak bu süreçler öyle kolay gerçekleşmemiştir. Kanlı süreçler, şiiri de yarım bırakmıştır. Ülkelerinin bağımsızlığı için ölümü göze alan o güzel insanlar, göze aldıkları sonla karşılaşarak hayata veda etmişlerdir. Özgün E. Bulut’un, ‘Anlatılan Onların Şiiridir’ kitabı dünya sosyalist liderlerinin şiirle olan ilişkilerini irdelemektedir. Avrupa’dan Afrika’ya, Afrika’dan Asya’ya, Asya’dan Latin Amerika’ya; kıta kıta direniş, kıta kıta şiir yolculuğuna çıkarır, bir anlamda kısa bir devrim tarihine götürür okuru.
Özgün E. Bulut, dünya devrimci hareketi içinde yer almış, şiirle gönül yoldaşlığı yapmış önderlerin, görünmeyen hatta anlaşılmayan, derinlerde kalan, kuramsal ve eylemsellik içinde geçen zorlu yaşamlarının dışındaki duygu dünyalarına bakıyor. Zaten “Devrimci liderlerin kalp tarihine bir selam vermekti amacım.” diye açıklıyor meramını kitabın önsözünde.
Yazar, dünyanın Marksist liderlerinin, kuramcılarının, devrimci önderlerinin, sosyalistlerinin şiirlerinden örnekler verirken onların insan olan yanlarına da vurgu yapar. Çünkü bu insanları devrime götüren şey sadece haksızlıklara karşı bir dil geliştirmeleri değil, insani olan her şeyi beraberinde taşıyor olmalarıdır. Gülen, şakalaşan, kitap okuyan, edebiyat kritikleri yapan, futbol oynayan, dans eden insanlardır. İşte onları şiirle buluşturan da bu insani özellikleridir.
Giriş bölümünde devrim ve şiir ilişkisi irdelenerek kitabın geneline dair küçük ipuçları veriliyor. Devrimi sadece düş olarak değil, düşü insanlarla birleştirme, insanı ortak etme çabası olarak görüyor yazar. Şiire değmeyen bir devrimin görkemli olmayacağı, şiiri olmayan devrimin ruhunda mutlaka eksiklikleri barındıracağı özellikle vurgulanıyor. Yaşamlarıyla hem mitsel hem de gerçeklik içinde olan, yaşam ile ölüm arasındaki çizgide yürümüş bu insanların kalemlerinin şiirle bütünleşmesini devrim dilinin içindeki ‘öteki dili’ olduğunu ve bu dili anlamak için Marx ve Engels’in ortaya koyduklarına bakmakta yattığını belirtiyor. Marx ve Engels’de ‘Sanat ve Edebiyat’ başlığıyla başlıyor kitap.
DEVRİM ESTETİĞİ
Üretim ilişkileri, üretim tarzı, politik ve entelektüel hayat süreçlerini de belirler. Sanat ve edebiyat da bu süreçlerin dönüştürücü motorudur. Tam da bu noktada yazar, Marksist liderlerin yaptıklarının kapitalist sisteme alternatif bir sistemle, insanın insanca yaşama koşullarını olmazsa olmazları olarak kabul etmeleriyle buna cevap olduklarını anlatır. Cevap sosyalist sistem arayışıdır.
Marx ve Engels’in sanat ve edebiyatta temel alınan görüşlerini çeşitli konuşmalarından, mektuplarından, yanlarında bulunan yakınlarının anlatımlarından ve daha çok da üretim ilişkileri ve ekonomiyi çözümleyen kitaplarından öğrendiğimizi ortaya koyar. Her iki lider de gençliklerinde şiirle uğraşmış, estetik okumuş, özellikle Marx’ın Balzac ve Shakespeare hayranı olduğu bilgisi vardır. Hatta paranın gücünü anlatırken Goethe ve Shakespeare’den yararlandığını aktarır. Ancak ne var ki her iki lider de şair olma düşlerine bir daha dönmemek üzere elveda demişlerdir. Çünkü teorik ve ideolojik yoğunlukları sanattan ve estetikten üretim olarak uzaklaştırmıştır onları. Bunu söylerken de tamamen kopuştan söz etmiyorum. Pratikte ise derin ve yoğun ilgilerinin olduğunu görürüz. Şiir değerlendirmeleri yaparlar, edebi metinler hakkında yazarlar. Marksist estetikçiler ise daha sonraları dönemin ruhunu anlatan kitap yorumları, şiire dair düşünceleri, konferans ve çeşitli kültür kurultaylarında yapılan konuşmaları bir araya getirmiş, bizler de onlar sayesinde devrim estetiğinden haberdar oluyoruz.
Asya kıtası yolculuğunda Mao ve Ho Şi Minh’in şiir yoldaşlığında, ikisinin de şiirle olan derin muhabbetlerine vurgular yapar. Ho Şi Minh için şiir, hücresindeki arkadaş, yoldaştır. Mao ise hem şair hem de şiir üzerine yazılar yazar. Yeni bir şiirden, yeni bir sanattan, yeni bir kültürden söz eder. Lenin’e atıfta bulunduğu konuşmasında, ‘sanat ve edebiyatın milyonlarca emekçiye hizmet etmesi gerektiği’ni söyler. Yazar, Mao’nun şiirlerine aynı başlıkla özel bir yer verir. Mao’nun, uzun yürüyüşü şiirle anlatırken, kendisine kucak açan doğayla bütünleştirdiğini ve yürüyüşe büyülü bir ses kattığını belirtir. Mao’nun şiirlerinde mitolojinin yerini de anlatır yazar. Ancak mitosları yorumlarken Marx’tan referans aldığını da eklemeyi unutmaz.
RUHUN ÖZGÜRLEŞMESİ
Şiir için tanımlamalar yapmayı doğru bulmayanlardanım. Şu cümleyi kurarken, sadece bir tespit olarak görülmesini isterim. Şiir, devrimle buluşurken özgürleştirici rolünü, devrimcinin ruhuyla birleştirir. İşte bu birliktelik, estetik bir eylem felsefesi olarak o büyük kavganın her yerinde dolaşır. Şiir toplumsal bir eylemdir, büyük bir hayalin yansısıdır. Şair denen o büyük yaratıcı bütün toplumların gereksinimine yanıt verir. İlkel toplumların büyücüsü, devrimler çağının devrimcisidir. Bu nedenle devrimci önderlerin şiirle kan bağı vardır. Mitoslara uzanır onların şiirleri. Mitolojideki anlatımlara uzanır. Şiirin diliyle tanrılara isyanı okuruz. Mitoslardan devrime uzanan dilin adıdır şiir. Tanrılardan gücün imgesi olan ateşi çalanlar devrimcilerdir. Umudu sunan ise şiirdir.
Özgün E. Bulut, Anlatılan Onların Şiiridir’inde, devrimin soluksuz ritmindeki molaları şiire yükler ve şiirle bütünleştirir. Dünya sosyalist hareketlerine bakıldığında, bir yanıyla şiire bulaşmayan, şiiri sevmeyen, şiir yazmayan devrimci yok gibidir. Şiirle gönül yoldaşlığı yapan bu insanların büyük bir kısmı şiiri devrimle birlikte düşünmüş ve yazmaya devam etmişler. O büyük dinamizm içinde şiir onların sığındığı en yumuşak, en naif hayal gücüdür. Afrikalı devrimci Amilcar Cabral, ülkesinde ekolojik bir tarım hayaliyle devrimci mücadele yürütürken, kalbinin ritminde şiir vardı. “Gel, sen bir zamanların kutsal aşkı/ şu dünyadaki en çılgın aşkım/ en kutsal dolabımın parıltısı!/ Gel unuttur ey tanrıça, gel şafak/ getir bana tanrısal sevinçli bakışını/ al benden şu acıyı,/ cehennem azabını!”
Özgün E. Bulut, dünya devrim tarihinin öncülerinin, liderlerinin şiirlerini incelerken, onların şiirlerinden örnekler sunmakta ve onların şiir dünyasını aralamaktadır. Mao, Ho Şi Minh, Agustino Neto, Che Guevera devrimci kimliklerinin yanında şairdirler. El Salvadorlu devrimci, şair Rogue Dalton gibi Devrimci Halk Ordusu-ERP’nin kurucularından Eduardo Sancho Castaneda şairdir. Tupamaroların liderlerinden Mauricio Rosencof da şairdir. Ondan bir şiir: “Eğer bu benim son şiirim olacaksa/ İsyankâr ve hüzünlü/ Yılmış ama tek parça/ Yalnızca bir kelime yazardım: Yoldaş.”
Devrimi yol bilen liderler sadece şiir yazmıyorlar. Onları besleyen Neruda’nın dizeleri, Hemingway’in romanlarıdır. Cervantes’in Don Kişot’u onların önünde at sürer. Tolstoy, Çehov, Zola okurudurlar. Lenin, Tolstoy için; “İlk Rus devriminin tarihsel özelliklerini, gücünü, ve güçsüzlüğünü, hem sanatçı hem de düşünür ve vaiz olarak olağanüstü bir canlılıkla aktarır.” der. Onların şiirle ve edebiyatla olan muhabbetleri yoldaşça bir muhabbettir.
Özgün E. Bulut, Afrika ve Vietnam’da dolaşır. Oradaki devrimci liderlerin şiirlerinden kültürel bir bağ kurar ve kısa da olsa mercek altına alır. Afrikalı devrimci liderlerde şiir Afrika’nın manifestosu olur. Vietnam’da ise Ho Amcanın direnme ve dayanma gücünden güneş olarak doğar.
TÜRKİYE DEVRİMİNİN HAYALETLERİ
Özgün E Bulut son bölümü Türkiye’ye ayırır. Dünyanın bir çok yerinde özgürlük ve devrimci direnişler büyürken, Türkiye’de de hareketli bir dönem başlar. Her şey çok hızlı başlamış ve çok hızlı bitmiştir. 1968’i başlangıç kabul edersek, 1972’yi de ilk örgütlenmelerin bitiş tarihi olarak görmek gerekir. Bu kadar kısa bir dönemde ülkenin en güzel evlatları katledilmiştir. Türkiyeli devrimcilerin şiirle ilişkilerinin incelediği son bölümün başlığı Arkadaş Z. Özger’in, Hüseyin Cevahir için yazdığı Aşkla Sana şiirinden alınmıştır: “Hayatın Ateş Renkli Kelebekleri”
O dönem devrimcilerinin çoğunun sanat ve edebiyata olan ilgileri bilinir. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, İbrahim Kaypakkaya, Hikmet Kıvılcımlı ve Behice Boran’ın şiirleri vardır. İbrahim Kaypakkaya gibi Mahir Çayan’ın yazdığı şiirler hücrede yazılan şiirlerdir. Deniz Gezmiş’in iyi bir edebiyat okuru olduğunu Erdal Öz’le yaptığı konuşmadan biliyoruz. Hüseyin Cevahir ise şiirle en ilgili olan, şiir yazan, sadece şiir değil, şiir incelemeleri yapan bir devrimcidir. O da şiirden geçerek devrime gelendir. Bulut, Hüseyin Cevahir için; “İnanıyorum ki tarih sadece bir devrimciyi değil, bir şairi, bir öykücüyü, bir araştırmacıyı ve bir eleştirmeni kaybetmiştir” der.
Beni en çok etkileyen bölümdür Türkiyeli devrimcilerinin anlatıldığı bölüm. Bizi cesaretlendiren, umut veren, kalbimize yerleşen ne çok insanımız var. İnsanımız, derken sadece bizde olanlar anlaşılmasın. Zaten yakınlık dediğimiz şey duygudaşlık değil midir? Kitabın geneline yayılan duygudaşlık. Şiirin yoldaşlığı. Yaşamları başımızın tacıdır ve her adımımıza, her satırımıza, her sözümüze ilham verir. Onlar yaşamı güzelleştirmek için yola koyulan, yaşamlarını o yola feda eden insanlardır.
Özgün E. Bulut, ‘Anlatılan Onların Şiiridir’ kitabını bana getirirken; “şiir ve devrim; biri soluğumuz, diğeri kalbimiz.” diye imzalamıştı. Bunu başlığa çıkartmasam bu yazı eksik olurdu. İnancım ve yaşam biçimim ortak duygudaşlığın buluşturan olduğudur. Bu gerekçe nefes alma gerekçemdir. Belki sözü bir şaire emanet etmek gerekiyor burada. Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı’ndaki dizesine sığınıyorum. “Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu: – Maveraünnehir nereye dökülür? En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:/ – Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir”2 O halk çocukları devlete mertçe ve şiir kuşanarak başkaldırdılar. Anlatılan onların şiiridir.
Notlar:
(1) Je transporte des explosifs on les appelle des mots; poésie & féminismes aux Etats-Unis, Jan Clausen, Collectif, 2019
(2) Bütün Yort Savul’lar!, Ece Ayhan, YKY, 1994
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***