PROF. EFE ÇAMAN | YORUM
Kumsalda oturuyoruz. Hava bir haziran günü için haddinden fazla sıcak. Biliyorum, izafi bir kavram, havanın sıcaklığı ya da soğukluğu. Düzelteyim hemen. Bir Newfoundland Haziran’ında hava sıcaklığı ya da gökyüzündeki mavilik oranı konusunda beklentilerinizi genelde yüksek tutmazsınız. O yüzden bulutsuz bir günde yirmi dokuz derece beklenmedik biçimde sizi mutlu edebilir. Hele de fırına gitmiş ve taptaze bir sürü bagel (Kuzey Amerika’da satılan bir tür simit) almışsanız ve spontane biçimde kahvaltınızı sahilde yapmaya karar vermişseniz, değmeyin keyfinize!
Denizin rengi her yerde aynıdır; martıların çığlıkları ve ağıtları da öyle. Dalgaların sesi ve kumların kıyıda dalgalarla dansı gibi seslerin yanında, burnunuza gelen taze hava, size tanıdık gelir. Sesler ve kokular hafızanızı harekete geçirir ve aklınıza bir sürü yaşanmışlıklar gelir. Anılardan kaçan insanlar için bu bazen acı verici olsa da, bugün Atlantik kıyısında, kızımla otururken, sadece olumlu duygular hissedelim, mutlu olalım, kumsalın tadını çıkaralım diye geçirdim içimden.
Kahvelerimizi yudumladık ve Kuzey Amerika tipi simitlerimizi yedik. İster istemez gülümserken kızımın aklından geçenler neydi diye merak etmekten kendimi alamadım. Ona sormakla sormamak arasında gidip geldim. Yaraya tuz basmak gibi bir kötü alışkanlığım yoktur. Ama merakıma yenik düştüm: “Kızım ne düşünüyorsun? Daldın gittin!”
Bana, “Aklıma daha önceki hayatımız geldi. O hayatta gittiğimiz kıyılar… Ege sahilleri!” deyince, zoraki bir gülümsemeyle ona, “Burası da deniz işte kızım!” gibilerinden bir şeyler mırıldandım, baba refleksleriyle. Üzgün olmasak da, bulunduğumuz yeri sevsek de, aidiyet köprüleri kurmuş ve onları sağlamlaştırmış olsak da, hatta kendimizi sadece hukuken veya prosedürel olarak değil, ruhen de artık “buralı” hissetsek de, bir tür “bir şeylerin elinden zorla alındığı” bir insani ruh hali içinde olmadığımızı söylemek yalan olurdu.
Hırsızların çok değer verdiğiniz bir şeyinizi çalmasından sonraki ruh hali gibi bir duygudan bahsediyorum. Her ne kadar siz o “şeyin yerine” bir başka “şeyi” koyabilseniz de, kaybetmiş olma duygusunu ancak bir dereceye kadar bastırabilirdiniz. Böyle bir duyguydu kızımın duygusu. O an birbirimize ne kadar benzediğimizi düşündüm. Kızımı bir başka sevdim. Ona belli etmesem de, hüznünü paylaştım. Ama konuyu değiştirdim ve sıcak havadan yakındım, böylece yumuşak bir geçişle duygusal konuyu kapatıp başka bir konunun içine daldık.
Derken ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıp, pantolonlarımızı sıvayarak ayaklarımızı suya soktuk. Kuzey Atlantik’in Ağustos başına kadar ısınmak bilmeyen buz gibi sularını mümkün olduğunca tolere etmeye çalıştık ve karadaki sıcakla denizdeki soğuğun tezadı yine bizi çocuk gibi mutlu etti.
—
Aidiyet nedir?
Bazen iki deniz arası sıcaklık farkının ruhunuzun derinliklerinde uyandırdığı bir histe gizli bir sırdır. Zamanla arasında bir bağ var mıdır? Bu reddedilemeyecek bir gerçekliktir. Aidiyet, sadece zaman akışı içinde tek sabiteyle tanımlanabilecek bir duygu değildir. Düz çizgisel düzlemde geçen her an, her saat, her dakika, her saniye, size yeni aidiyet referansları sunar ve benliğinizi yeni yerlerle, mevsimlerle, kişilerle, kentlerle, anılarla, lezzetlerle – yaşama ait her şeyle doldurur. Aidiyete dair anılarınızla, yani geçmişle, aidiyete dair şu an hissettikleriniz, yani akıp geçmekte olan şimdiki zaman, bazen size cilve yaparak, aynı anda iki, hatta ikiden fazla aidiyet duymanıza neden olabilir.
Ege’yle Kuzey Atlantik arasında gidip gelmeden her ikisine de kendimizi ait hissetmek, garipsenecek, yadırganacak, alaya alınacak bir şey midir? Bunu düşünürken, aklıma birbirinden farklı kişilere aynı anda sevgi duyabileceğimiz geldi. Anne babalar çocuklarını aynı oranda sevdiklerine göre, sevgide bir limit yok. Elma seven birinin armut da sevmesi yadırganabilir mi? Her bir sevgi, değişik bir bireye veya nesneye karşı beslediğimiz olumlu duygulardan oluşan bir selse eğer, Ege’nin karşısına Büyük Okyanus’un kuzey kıyılarını koymanın nesi garip olsun?
Kahvemizi içerken ve Bagel simitlerimizi yerken, ayaklarımız ıslak, sıcak havanın kuruttuğu deniz sularından geriye tuz zerreleri kaldı. Bu Kuzey Amerika kıyısındaki su molekülleri, buharlaşıp buraya yağan Ege suları olabilir mi? Ya da ne bileyim, Cebeli Tarık’tan geçip bize kadar akıntıların etkisiyle gelen suların içindeki bazı partiküller 1990’larda benim girdiğim Cunda sularının veya 2006’da kızımın girdiği Bozcaada sularının moleküllerden oluşabilir mi? Fizik dünyanın insana ait olanla, duygularla harmanlanmasından çıkan sonuçlar, böyle bir şekilde kâğıda aktarılırsa insanlar ne düşünür?
—
Türkiye’den ayrılmak durumunda olan herkesin bir duygu dünyası var. Hepimiz benzer süreçlerden geçip benzer olayları yaşasak da, bunları kendi öznel filtremizden geçirip özümsüyor, hazmediyoruz. Kimi zaman benzer duyguları hissediyor, bazense çok farklı sonuçlara varıyoruz.
Siyasetin dışına, insana ve duygulara ait olan yere odaklandığımızda, bilmiyorum, sanki daha bir dinginlik buluyor, sakinliyor, kendimizin “içini aydınlatıyor”, kendimizi “tanıma doğrultusunda” adımlar atıyoruz. Genele ait olan politikanın dışında, kocaman, sınırsız bir “iç evrenimiz” var. Bu iç evreni bizimle paylaşan insanlar, dert ortaklarımız, ailemiz, çocuklarımız, dostlarımız – dar alandan çıkıp bu ferah alana çıktığımızda içimize hapsolan duyguları açığa çıkartıyor, rahatlıyoruz, yorulduğumuzda derin nefes alarak soluklandığımız gibi, ruhumuza soluk aldırıyor, onun “kalp atışlarını” normalleştiriyoruz.
Hayat akıp giderken, ağaçların yeşerdiği zamanlarla yapraklarını döktüğü zamanlar birbirini kovalarken, çocukların boylarının uzamasına paralel olarak saçlarınızdaki aklar artarken, bazen ayaklarınızı denize sokmak iyi gelebilir. Ya da deniz yoksa bulunduğunuz yerde; veya sevmiyorsanız ayaklarınızı denize sokmayı, sizi sakinleştirecek, zamanın hızını kısmen de olsa azaltacak, ayaklarınızın yere bastığını size hatırlatacak başka bir meşgale bulabilirsiniz. Eğer bunu yaparken yanınızda bu duyguyu paylaşacak sevdiğiniz bir iki insan da olursa, başka ne ister insan?
Ben bunları düşünürken kızım, “Haydi yine ayaklarımızı denize sokalım baba!” dedi. Gülümsedim, cevap vermeden ayağa kalktım ve kıyıya doğru yürüdüm. Ayaklarımın altında kum taneleri, sakin dalgacıkların sesi, deniz konusu, martı çığlıkları, uzakta oynayan küçük çocukların cıvıltısı ve arkada kızım, bahtiyarım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***