Kırk yılın ürünü dokuz şiir kitabını, yakın zamanda, iki kapağın arasında bir araya getirerek okurla buluşturan şairlerden biri de Altay Öktem (1964) oldu. Öktem’in “Kuşlarım Üşüyor” adlı toplu şiirleri, bir önceki yazıda konu ve konuk ettiğimiz Turgay Kantürk’ün kitabıyla aynı zamanda ve aynı yayınevinin şiir dizisinden çıktı. Bu arada Altay Öktem’in yeni bir yayınevi olan SRC’nin şiir dizisi Bi’dünya’nın yayın danışmanlığını ve editörlüğünü üstlenmiş olduğunu da kaydedelim. Şunu da ekleyelim: Sözünü ettiğimiz şiir dizisinden üç şairin toplu şiirleri eşzamanlı olarak okurla buluştu. Bi’dünya dizisinden Kantürk ve Öktem’le birlikte toplu şiirleri yayımlanan şairlerden biri de Emel İrtem oldu. Eşzamanlı yayımlanan toplu şiirler vesilesiyle şair ve şiir eksenli röportaj serimizi, Emel İrtem’le tamamlamayı tasarladığımızı da belirtelim.
TOPLU ŞİİRLER YILI, 2024
Bu arada 2024, sanki geç seksenlerden ve doksanlardan geçip gelen, bir zamanların genç şairlerinin, değişik tarihlerde okurla buluşan yapıtlarının derlenip toparlanarak yayımlandığı bir yıl, bir başka deyişle “toplu şiirler yılı” oluyor gibi. Yılın ilk aylarında da değişik yayınevlerinden farklı şairlerin toplu şiirleri okurla buluşmuştu; buluşmaya da devam ediyor. Bir karşılaştırma yapacak olursak diyebiliriz ki bugün itibarıyla, yayımlanan toplu şiirlerin sayısı çıkan yeni şiir kitaplarının sayısından daha az değil.
“Toplu şiirler” ya da kitapların bir araya getirilerek yeniden yayımlanmasını farklı değerlendirenler olabilir. Okur açısından bakıldığında son derece isabetli bir karar ve yerinde bir girişim diye düşünüyoruz. Bilhassa yeni kuşaklar için ilgi duyduğu, merak ettiği şairlerin yapıtlarına bir arada ulaşması son derece önemli.
Şairin “Kuşlarım Üşüyor” adı altında toplanan dokuz kitabı şunlar: “Eski Bir Çocuk” (1992), “Sukuşu” (1992), “Beni Yanlış Öptüler” (1993), “Çamur Şiir” (1995), “Her Şey: Oda, Kırbaç, Ayna (1998), “Sokaklar Tekin Değil” (2003), “Parça Tesirli” (2005), “Dört Kırıtık Opera” (2009) ve “Fazla Elli” (2016). Altay Öktem’in onuncu kitabı 2023’te yayımlanan “Ağaçlar Ayağa Kalkar” olmuştu.
ŞİİR BENİ BULDU
İlk şiiri 1984 yılında, İzmir’de yayımlanan Yamaç dergisinde okurla buluşan Öktem’e sorular yönelttik. Aslında şiir, şair ve onun kırk yıllık şiir serüveni üzerine sohbet ettik demek belki daha doğru olacak. Söze bir yerden başlamak gerekiyordu, başladık.
Bildiğimiz kadarıyla kırk yıldır şairsin. Şiire nerde, neden, nasıl yöneldin? Kırk yıl öncesini bugün için anlatmanı istesek neler söylersin diye sorduk: “Kırk yıl önce şiir daha çok hayatımızın içindeydi. Şimdilerde, şiir belki o dönemki kadar doğrudan girmiyor hayatımıza, ancak, sürekli sızıyor. Şiirin, bulduğu her boşluğu doldurma gibi bir özelliği var. Daha çok da ruhumuzdaki boşlukları” dedikten sonra şöyle devam etti: “İlk gençlik yıllarımdayken sanki şiir geldi beni buldu. Kendime bir benlik oluşturma çabasındayken, elimden tutan yegâne şey şiirdi. Sonra hiç kopmadık.”
Başlangıçlarda, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, büyüsünü koruyan, karanlık kalan bir taraf her zaman vardır. Şairlerin yayımlanan ilk şiirlerinden duydukları heyecan önemlidir. Ama ilk kitabın sarhoşluğu hiçbir şeye değişilmez. Altay Öktem’in ilk kitabı “Eski Bir Çocuk”tan kitaba adını veren şiirden bir bölüm aktaralım:
sigara paketine yazılmış birkaç dize:
mürekkebi dağılmış bir mavi imge: ıssızlık
köhne evleri olan
bakkal dükkânı, elektrik direkleri
kedileri ve yıldızlı bir gökyüzü
bolca hüznü, ayrılığı, özlemi bolca
ve sessiz ölümleri olan
bir sokak arasının kuytularında
açan bir çiçektir olsa olsa
Öktem’in ilk kitabı, iki bölümden oluşuyor. Aslında iki bölüm, iki ayrı kitap gibi de okunabilir. Kitaba adını veren ve yukarıda bir betiğini paylaştığımız şiir form olarak Edip Cansever’in “Tragedyalar”ını, dolayısıyla Antik Yunan tiyatrosunun tragedya geleneğini çağrıştırıyor. Ama bir kısa film senaryosu gibi de yorumlanabilir. Şiirin içerik olarak matrisini şairin çocukluğu oluşturuyor diyebiliriz. Alt metinde çocukluğa dair, Yunan tragedyalarında olduğu gibi bir ayin ve kurban töreninin yer aldığı da ifade edilebilir. Kısaca tragedyanın etimolojisinin ayin ve kurban törenine dayandığını da ifade edelim. Şairin bu tragedya biçimini daha sonraki şiirlerinde de zaman zaman kullandığını kaydedelim.
NEŞELİ YAS, DALGACI ÇİLECİLİK…
Altay Öktem’e ikinci sorumuz, geçen süreçte şiirde ne ya da neler yapmak istedin, hedefine ulaşabildin mi? Yoksa ufuk gibi şiirdeki hedef de yaklaştıkça uzaklaşıyor mu, oldu. Öktem’in yanıtı şöyle: “Şiirle olan ilişkide tek hedefim, aramızdaki bağın hiç kopmaması, sürekli güçlenmesiydi. Bunu, en azından şu ana dek başardım. Şiirde ufuk çizgisi yok, ulaşılacak bir yer yok. Şiir sürekli bir çıraklık hali. Tam ustalaştığını düşündüğün anda, başka bir şiire geçiyorsun ve geçtiğin yerin çırağı oluyorsun. Aksi gibi, zamanla bu sonsuz döngüden zevk almaya da başlıyorsun. Şiir, zihninin bir köşesine kendi çilehaneni kurmak gibi bir şey. Bile isteye, güle oynaya çile çekme hali.” Öktem’in yanıtında da işaret edildiği üzere şiire, yazıya adanmış, ama bu adanmayı abartarak abanmaya vardırmamış olmak önemli. Hele bile isteye, güle oynaya çile çekmek, yani yazmanın bir tür neşeli çilecilik halini alması… Mizah yoksa, humor yoksa, ironi yoksa başka nasıl korunabilir başka bir dünya, daha iyi bir hayat umudu… Altay Öktem’in şiirlerinde mizah, bilhassa ironi adeta bir yapı taşı gibidir. İnce alay hem kendine yönelik, hem çevresine karşı her daim dilin değirmenine su taşır… Ancak Öktem’in şiirlerde ironinin bazen daha belirgin olurken bazen daha derinlere çekildiği gözlemlerin.
Şu dizeler de daha önce bir bölümünü paylaştığımız aynı şiirden:
uğruna kartlar bastırdığımız güvercinler
açıkça sıçıyordu boşalttığımız meydanlara
bir de pişman olanlar vardı, çağın rekoruydu bu çubukla sınıf atlamada
ŞİİR YAZMAK, ŞİİRİ DÜŞÜNMEK…
Modern Türkçe şiirin birkaç isim dışında eleştirmeni yine şairler olmuştur. Şairlerin aynı zamanda şiir düşünürleri olmasında şaşılacak bir yan yok. Şaşırtıcı olan şiir düşünürü şair sayının azlığı… Bilhassa günümüzde. Her şair aynı zamanda bir şiir düşünürü olmalı mı? Behçet Necatigil’in tarif ettiği “şiir burçları” vardır. Üç tanedir. O burçların üçüncüsüne şair, ancak şiir düşünürü olmak için çalışırsa ulaşabiliyor. Birçok şairin, hatta popülerleşmiş birçok şairin, zaman içinde akışını kaybetmesi, kuruyan çaylar gibi şiirsiz kalması biraz da şiir üzerine düşünmek için emek harcamamasındandır denilebilir.
Altay Öktem’e bir sonraki sorumuzu bu çerçevede düşünerek yönelttik. Dedik ki şiir üzerine de düşünüyor ve yazıyorsun. Şiir üzerine düşünen ve yazan şairlerin sayısında sanki eski zamanlara göre bir azalma söz konusu. Şairlerin sayısı artarken şiir üzerine düşünenlerin sayısının azalmasını nasıl değerlendiriyorsun? Şairin yanıtı, kırk yıllık deneyimini de içeriyor, dahası şiir için satır aralarında önemli mesajlar içeriyor: “Şiir üzerine yazmanın, öncelikle kendi şiirinin meselesi üzerinde düşünmek ve filizlendiği toprağı tanımakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunu yaparken başka şiirlerin meselesini de çözüyorsun ve geçmişle bağını kuruyorsun. Şiire daha bütünsel bir yerden bakınca, ister istemez şiir üzerine de yazmaya başlıyorsun.”
Öktem’in “Tenimden akan deniz Deniz Durukan”a ithafıyla başlayan toplu şiirlerde üçüncü kitabı olarak yer alan “Milattan Önce” başlıklı ilk şiirinden bir betik okuyarak devam edelim:
yılını şaşırmış bir yalvaç koşardı hayata
bir köylü biçiminde yürürdü zaman tarlaların içinde başaklar sallanırdı sarı
atayakları, dörtduvar, güneşaltı, kerpiçlerde ısı iç içeydi yani zaman ve zamandışı
NÂZIM HİKMET’İN AÇTIĞI YOL
Modern Türkçe şiirin kırk yılını üreterek geçirmiş şairi bulmuşken kısaca cumhuriyet dönemi şiiri de diyebileceğimiz yüzyıllık dönemin geleneğine, deneyimine, birikimine ilişkin düşüncelerini, değerlendirmelerini de sorduk. Kolayca özetlenecek gibi değil aslında. Ama satır başlarıyla da olsa bir değerlendirme yapması için sözü şaire bıraktık: “Hayli kapsamlı bir konu. Yine de birkaç şey söyleyeyim. Modern Türkçe şiirin başlangıcı, özellikle kurucusu olan Fransız şairlerini iyi özümseyip şiirimizde bir kırılma yaratmış olan isim Tevfik Fikret’tir. Ancak asıl kırılma noktası elbette ki Nâzım Hikmet. Nâzım’ın modernist avangart şiiri dilimize kazandırmasını ve siyasal avangartla birleştirmesini şiirde bir devrim olarak nitelendirebiliriz.
Garip şairleri, Nâzım’ın açtığı yoldan gidip siyasi olmayan avangart bir şiir yazmışlar, ancak söyleyeceklerini söyledikten sonra, hacminin genişlemesi mümkün olmayan bu anlayıştan uzaklaşıp farklı şiir anlayışlarına yönelmişler. Nâzım dildeki bu dönüşümü gerçekleştirmeseydi, sanırım İkinciyeni de bugünkü haliyle var olamazdı. Bu arada, çok güçlü örnekleri olmasa da Cumhuriyet döneminde yazan Ermeni şairleri, örneğin Garbis Cancikyan’ı önemsiyorum. Yüz yıllık şiir birikiminden bahsederken, Türkçe yazan Kürt şairlere de ayrı ve geniş bir parantez açmak gerek. Şiirimizde kırılmalar yaratan, yeni kanallar açan çok sayıda Kürt şair var ki bu ayrıca ele alınması gereken geniş bir konu.”
ŞİİR DEĞİŞİYOR, DÖNÜŞÜYOR
Konuşan şairi konuşturmak gerekir. Bu düşünceyle; günümüze dönelim diye başladık bir sonraki sorumuza ve şiir nereden geliyor, nereye gidiyor mu yoksa biraz da gülümsetme maksadıyla doğrudan, ne olacak bu şiirin hali diye mi sorsak dedik ve ekledik: Öyle de sorsak, böyle de sorsak; yani sorunun her iki biçiminde de mesele aynı. Şiirde bugünkü durum nedir? Öktem’in sorumuza karşılığı, “Ne olacak şiirin bu hali sızlanması, sanırım şiir tarihimizin her döneminde var. Hayatın ve dilin değişimini, dönüşümünü yakalayamayan kuşakların, geçmişe duydukları özlemleri arttıkça daha da güçlenen bir sızlanma hali bu. Oysa şiir de her şey gibi değişiyor, dönüşüyor ve biz beğensek de beğenmesek de farklı yönlere doğru evriliyor” oldu.
Seksenlerin genç şairi doksanlara kitapla başlar. Bu dönemi “Her Şey: Oda Kırbaç Ayna” ile de kapatır. Arada yayımlanan üç kitap daha vardır. Onu doksanların şairi olarak düşünmemizin nedenlerinin başında da bu olgu vardır. Doksanlı yıllarda beş şiir kitabı yayımlanan şairin, iki binli yıllarda ise üç şiir kitabının çıkması bir ölçüt oluşturabilir.
Arada, on yıllık kesitlerden söz etmemizin aslında, şairin şiir serüvenine değinirken maksadımız sözü kolaylaştırmak. Toplu şiirlerin beşinci kitabı olan “Her Şey: Oda Kırbaç Ayna”da yer alan “Oyun” başlıklı şiirden bir bölüm okuyarak devam edelim:
kum saati dördü gösteriyordu ve kum yoktu içinde
şimdi ben hangi taşı oynasam başka bir vezir
çıkıyor karşıma bazen kırbaç, bazen bir sehpa
bir duvar, ansızın başlayan kar biçiminde
alıp götürüyor beni kendimin olmayan tıknaz mevsimlere
onlar ölü, diyorum. bayağı yüksek sesle söylüyorum bunu
ŞİİR OYUN
Öktem’in şiirinde arayış vardır, ama kopuşa varan sıçrayışlar söz konusu değildir. Bunun büyük ölçüde nedeni, Altay Öktem’in de şiire hazırlanmış, şiiri hazır olarak başlayanlardan olması. Şiiri hazır olmak; kervanı yolda dizenlerden değildir anlamında… Bu arada şiire hazır başlamayı olumlarken kervanı yolda dizmeyi olumsuzladığımız sanılmamalı. Her iki durumda olumlu ve olumsuz olan yönler bulunur.
Şiirde değişik söz ve dil oyunları her zaman vardır. Altay Öktem’in de şiir yazmaya başladığı yıllarda bu biçime yönelenlerin sayısı sanki biraz daha artmış gibidir. Öktem, dil ya da söz oyunlarını şiirine öğe olarak katmak yerine bizzat şiirin kendisini oyunlaştırıyor. Bir başka deyişle: “Şiirli oyunlar” ya da “şiir oyunlar” yazıyor. Şairin bu girişiminin bir boyutu da okura bizzat katılma imkânı sunması.
Öyle ya kimin ihtiyacı yok ki oyuna, oynamaya… Öktem’in “Gürültülü Rapsodi” başlıklı şiirine de “şiir oyun”un deneysel görsel örneği olarak işaret edilebilir. Tek dizelik şiir şöyle:
BİZ NASIL BAĞIŞLARIZ ŞİMDİ KENDİMİZİ
Bu tek dize, kitapta bir önceki “Sessiz Rapsodi” başlıklı şiirin aynı zamanda son dizesi. Ama sonraki sayfada biçimsel formu değiştirilmiş ve görselleştirilmiş olarak çıkıyor okurun karşısına. Öktem’in şiirinde dikkat çeken şiir oyun girişimi için bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda şairin “Üflemeli, Vurmalı Çalgı Çeşitleri ve Muhtelif Çalma Yöntemleri” başlıklı şiiri gibi aslında herhangi bir şiirini örnek göstermek mümkün. Andığımız şiirin üçüncü parçasını alıntılıyoruz:
en eski soytarı benim soğuk sarayda
tabutunu zorlayan ölü hovarda
fırtınalı havalarda mezarları kokladım
sırt üstü uzandım ekşi bir tümörle
aynı hızda çürüyen kadınlar arasına
ölüler de sevişir büyük bir tangırtıyla
Şair şaire ve şair şiire baka baka…
Şair şaire baka baka ve şair şiire baka baka yol alır… Öyle midir? Şaire şöyle sorduk: Şairlerin şairlerle etkileşimine nasıl bakıyorsun? Şairler birbirlerinin üretimine katkıda bulunabilirler mi? Yeni, eski şair kuşakları arasında ilişki, iletişim şiire katkı sağlar mı? Sorunun son cümlesi Öktem’in sözünün eşiği oldu.
“Elbette sağlar” diyerek başladı ve devam etti:
“Ancak yüz yüze iletişim kanalları gittikçe azalıyor. Bize düşen, bunu gerçekleşebileceği alanlar yaratılmasına katkıda bulunmak. Deneyimin aktarılması ve yeni bakış açıları geliştirilebilmesi açısından bu etkileşim önemli ancak, eski ve yeni kuşaklar arasındaki en sağlıklı ve olmazsa olmaz iletişim biçimi, şiir aracılığıyla kurulur. Aslolan şairlerle değil, onların şiirleriyle kurulan bağdır.”
Poetika olarak duygu ve düşüncelerin mizah aracılığıyla oyunlaştırılarak dışa vurumunu benimseyen şairin bu tavrı, toplu şiirlerin içinde yer alan ellinci yaş kitabı “Fazla Elli”de de değişmez. Burada da şairin neşeli yası, dalgacı çileciliği yansımıştır şiirlere. Yapacağımız son şiir alıntısı “Altay, Çek Git Başımdan” başlıklı şiirden:
sadece velvele
sadece vesvese
çek git başımdan, çek git bedenimden, çek git benden
çek git altay
git sadece
ŞİİR OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIRMAYA DEĞER
Okurun ilgisine ve bilgisine sunuyoruz: Bu yaz, şiir okumak için zaman ayırmaya değer yapıtlar yayımlandı ve yayımlanmaya devam ediyor. “Kuşlarım Üşüyor” da okuyanların yeniden okumaktan pişman olmayacağı, okumayanların elinden bırakamayacağı şiir kitaplarından…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***