WAN – Wan’da 61 kişinin hayatını kaybettiği tekne faciasının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen mülteciler halen benzer durumlarla karşı karşıya kalıyor. İHD’li Hamdi Bayhan, “umuda yolculuk trajediye dönüşüyor” dedi.
Wan Gölü’nde 27 Haziran 2020’de yaşanan ve biri çocuk 61 mültecinin hayatını kaybettiği tekne faciasının üzerinden 4 yıl geçti. Wan’ın Westan ilçesine bağlı Kanzax Mahallesi’nde yola çıkan tekne, Zirabe Mahallesi’nde bulunan Çarpanak Adası civarında battı. Teknenin battığı ise, bir gün sonra yüzerek kıyıya ulaşan tekne kaptanlarından Medeni Akbaş’ın yakalanmasıyla ortaya çıktı. Akbaş’ın verdiği bilgiler doğrultusunda Wan Gölü’nde başlatılan aramalar soncunda 11 gün sonra tekne gölün 107 metre derinliğinde tespit edildi. Günler sonra ulaşılan biri çocuk 61 mültecinin cenazesi kıyıya çıkarıldı.
TEKNENİN SAHİBİ HALA BULUNMADI
Olaya ilişkin Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6’sı tutuklu 35 şüpheli hakkında “Nitelikli göçmen kaçakçılığı yapma” ve “Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet verme” suçlarından soruşturma başlatıldı. Van 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde iddianamenin kabul edilmesinin ardından yargılama başladı. Davanın devam ettiği 3 Mayıs 2021 tarihinde tutuklu bulunan Burhan Ç., Mehmet Ç., Serdar Ö., Serkan Ö. ve Soner K. hakkında, “Uzun tutukluluk” gerekçesiyle tahliye kararı verildi. 26 Ekim 2022’de sonuçlanan davada, teknenin kaptanlarından Medeni Akbaş’a, “Olası kast ile adam öldürmek” 60 kez 16 yıl 8 ay, ölen 1 çocuk için 25 yıl, “Göçmen kaçakçılığı” suçu için 8 yıl olmak üzere toplam bin 33 yıl hapis cezası verildi. Dosyada tutuksuz yargılanan 10 sanık için beraat kararı verilirken, olay sırasında teknede bulunan ancak şuana kadar nerede olduğu tespit edilemeyen teknenin diğer kaptanı Servet Akbaş’ın dosyası ise ayrıldı.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Wan Şubesi Mülteci Komisyonu’ndan Hamdi Bayhan, tekne faciasının yıldönümünde mültecilerin yaşadıkları sorunları anlattı.
‘UMUT YOLU TRAJEDİYE DÖNÜYOR’
Wan’ın Türkiye’de İran ile en uzun sınırı olan tek kent olduğunu dile getiren Bayhan, İran’da yine Afganistan ve Pakistan göç hattının üzerinden gelen mültecilerinde bu sınırı kullandıklarını söyledi. Türkiye’den doğudaki göç kapısının Wan olduğuna işaret eden Bayhan, “İnsanlar memleketlerinden, topraklarından ve kimliklerinden keyfe keder kopmuyorlar. İnsanların çoğu savaşlardan, zulüm altında yaşamaktan ve bir kısmı da ekonomik nedenlerden göç etmek zorunda kalıyor. Baskıdan ve zulümden kaçarken çoğu bu göç yolunda farklı zulümlerle karşılaşıyorlar. Mültecilerin birçoğu, göç yolunda tacize ve tecavüze, soyguna ve işkenceye maruz kalıyor. Buna dair birçok raporumuz var. 2019 yılına Başkale’de soğuktan donarak ölen 25 kişiyi tespit edildi. Bu sadece tespit edebildiklerimiz. Daha sonra Saray’da, Özalp’ta hayvanların vücut bütünlüğünü bozduğu yüzlerce mülteci tespit edildi. Yine insan kaçakçıları tarafından tecavüze maruz kalanlar var. Yani işin doğrusu bir umut olarak başlayan göç yolculuğu ıstırap ve hüzün dolu yeni trajedilerle yol alıyor” dedi.
‘GERİ KABUL ANLAŞMASI İNSAN HAKLARINA AYKIRI’
Wan’a gelen mültecilerin birçoğunun Wan’da kalmadığını belirten Bayhan, mültecilerin Wan’ı bir “istasyon kent” olarak kullandıklarını, asıl iş olanaklarının daha çok olduğu batı kentlerine yerleştiklerini söyledi. Bayhan, şöyle konuştu: “58 mülteci ile yaptığımız görüşmelerde, mültecilerin çoğu 3’üncü güvenli bir bölgeye geçmek istiyorlar. Tam da sorun burada başlıyor; 1951 yılındaki Cenevre Sözleşmesi’yle garanti altına alınan ve taraf ülkelerin bile kabul etmediği bir durum söz konusu. Mülteciler şuan iltica haklarını kullanmıyorlar. Türkiye ve birçok ülkeyle de geri kabul anlaşması yapıyorlar. Bu geri kabul anlaşması tamamen insan haklarına ve Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı bir durumdur.”
‘ADİL YARGILAMA OLMADI’
İnsan kaçakçılarının bazı askerlerle beraber mültecilerden sınırları geçebilmek için para aldığını sözlerine ekleyen Bayhan, şunları söyledi: “Yetkili kişiler olmadan o sınırları geçmek çok da kolay değildir. Burada 4 yıl önce gölde bir tekne battı ve biri çocuk olmak üzere 61 kişi yaşamını yitirdi. Teknede yüz kişinin üzerinde insanın olduğu söyleniliyordu. Dosyada bir kişi ceza aldı ve 10 kişi dosyadan beraat etti. Oysa bu süreç sonuna kadar takip edilmiş olsaydı, bu mülteciler oraya nasıl geldi? Kimler buna aracılık etti ve kimler bu ranttan faydalandı? soruları üzerinde durulsaydı burada kusuru olan devlet personelleri de yargılanıyor olurdu. Bir diğer iddiaya göre ise; ceza alan kişinin aslında o işi yapmadığı işin ona taşere edildiği söyleniliyor. Demek o ki; bütün bunları bir kişi yapmış olamaz ve demek oluyor ki dosya aklandı, beraat ettirildi. Bu davada elbette adil bir yargılanma çıkmadı.”
‘HAKLARINI BİLMİYORLAR’
Mülteci hakları alanında çalışma yapanların mültecilere haklarını anlatılması gerektiğini vurgulayan Bayhan, mültecilerin kendi haklarını bilmediklerinden kaynaklı bu işkencelere maruz kaldıklarını söyledi. Bu noktada mülteciler kendi haklarına anlatabilecek eğitim alanlarının açılması gerektiğine değinen Bayhan, “Mültecileri bu işkence halinden ancak bilinçlendirerek çıkartabiliriz. Mülteciler kendi haklarını bilmedikleri için iltica bile edemiyorlar. Maruz kaldıkları olayları gerekli mercilere aktarmıyorlar. Mültecilerin insan olmaktan da dünya vatandaşı olmaktan da doğan hakları var. Mültecilere davranış biçimi bizim demokratlığımız için de, insan olma açısında da bir turnusol kağıdı. Yani bu yüzden onların haklarını göz ardı etmeden hareket etmeliyiz” diye konuştu.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***