AHMET KURUCAN | YORUM
“Dinimi yaşamak istiyorum ama bana öğretilen veya karşılaştığım sorunların cevabı olarak söylenen şeyleri de makul bulmuyorum. Zamanda geriye gitmek gibi geliyor bana. Neden din adamları günümüz şartlarında yaşanabilir bir dini inşa etmekten çekiniyor ve sürekli bizi maziye taşıyor?”
Farklı açılardan yaklaşarak farklı zamanlarda cevabını vermeye çalıştığım bu soruya kısaca maddeler halinde bir kez daha cevap vermek istiyorum.
1- Herşeyden önce burada din derken dinin inanç, ibadet ve ahlak boyutu değil, sosyal hayatı düzenleyen kuralları kastediliyor. İnanç, ibadet ve ahlaki kaideler sabitededir, tarih üstüdür, evrenseldir, değişmez, değiştirelemez.
2- ‘Yaşanabilir’ bir dini inşa etmede başat rolü oynaması gereken din alimleri büyük bir ihtimalle kendilerini yetkin ve ehliyetli görmüyorlar. Özgüvenleri eksik ama bu eksikliğin temel nedeni bilgi seviyeleri.
Basit bir misal vereyim; bir yıl kadar önce Türkiye’deki İlahiyat fakültelerinin İslam hukuku kürsülerinden toplam 407 öğretim görevlisi olduğunu yazan bir makale okumuştum. Soru şu; bu 407 İslam hukuku öğretim görevlisi içinde yapmış olduğu çalışmalarla, yazdığı makalelerle, uluslararası sempozyum, konferans ve çalıştaylarda ismini duyurmuş, Arapça ve herhangi bir Batı diliyle konuşabilen kaç insanımız var acaba?
3- Müesses nizamın düşünce kalıplarını aşamıyorlar. Usulü fıkıh üzerinden misal verelim. Usulü fıkhın aşılamaz olduğuna inanıyor ve onu yeterli görüyorlar. Yeterli görmeyenler de var. Birçok güncel ve aktüel sorunlarımızın mevcut düşünce kalıpları ile belki de çözülemeyeceğinin farkındalar. Ama onlar da o güncel sorunlarda bizi hükme ulaştıracak düşünce metodolojisi üretebilecek kapasiteye sahip değiller. Sonuçta değişen bir şey olmuyor. Yeterli diyenler de yetersiz diyenler de aynı noktada buluşuyor ve soruda bahsedilen yaşanabilir dini inşa etmede yaya kalıyoruz.
4- Arz-talep dengesizliği. Halkımız arasında, “Alan memnun satan memnun!” denir ya, aynen öyle. En basit misaliyle okuduğunuz yazıya konu yaptığım soruyu soran kişi gibi kaç kişi vardır İslam toplumlarında? Talep olmayınca arz da olmuyor. Arz olsa rağbet bulmuyor. Aksine, “Bu da nereden çıktı?” deniliyor. ‘Modernist’ deniliyor, ‘Her sorunu çözdük bu mu kaldı’ deniliyor ve yargısız infazlar yapılıyor. Ağzı olan herkes konuşuyor anlayacağınız!
5- Müslüman muhayyilesinde ıslah/tecdit/ihya/reform/güncelleme kavramları sakıncalı kavramlar maalesef. Böyle olunca Kur’an’daki, “Beni İsrail” geçen ayetleri duyduğu an tüyleri diken diken olan Karadenizli amca misali, bu kelimeleri ve kavramları duyanların tüyleri de diken diken oluyor. Bir duvarla karşılaşıyor bu eksende yapılan tespitler. Söylenen sözler de müthiş bir önyargı ile dinleniyor ve fonksiyonunu icra etmiyor.
6- Dinin araçsallaştırılması ve içinin boşaltılması günümüz dünyası içinde en büyük engelleyici faktör olarak karşımızda duruyor. İslam dünyasında hayatı siyaset üzerinden okuyan bir zihniyet var ve din siyasetin İsviçre çakısına benzeyen manivelası adeta. Nerede bir tıkanma oldu, gelsin din ve dini inançlar! Öylesine suistimal ediliyor ki din, din adına söylenen şeyler toplumun bir kesimini uyuştururken bir kesimini de dinden soğutuyor ve cazibesini kaybediyor. Türkiye’nin mazisine bu gözle bakın isterseniz. Hele son 20 yılına, bana hak vereceksiniz.
Sonuç; her eski eski değildir. Bizim dini geleneğimiz sorunlarımıza cevap üretiyorsa, mevcut birikimimiz o sorunları çözmede yeterli ise yenilik arayışı içine girmeye gerek yok. Ama yetmiyorsa, klişe tabirle çağın meydan okumalarına karşısında yetersiz kalıyorsa herşeye rağmen yaşanabilir bir din inşa etmek de inanan herkesin üzerine düşen bir mükellefiyettir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***