Av. Dr. Hanifi BARIŞ*
31 Mart sonrasında Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanına mazbata verilmemesi girişimi, seçim sonuçlarının değiştirilmesi yönündeki ‘yerleşmiş’ pratiğin son örneğiydi. 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerden sonra da 6 eşbaşkanın mazbatası verilmemişti. Bunu kayyım atamaları takip etti. Örneğin Halkların Demokratik Partisi’nin kazandığı 65 belediyenin 48’ine kayyım atandı, muhtar ve belediye meclis üyesi dahil, yüzlerce seçilmişin yerini atanmışlar aldı.
Özellikle seçme ve seçilme hakkıyla ilgili olarak, hukuk düzeninin siyasetçilere verdiği izin, yetki ve belge, yine hukuk düzeni tarafından seçimlerden kısa bir süre önce veya sonra geçersiz sayılageldiğinden, bunların genel olarak geçerliliği ve gerçekliğinden artık kuşku duyulmaktadır. Sivil ve siyasi faaliyetlerimizi düzenleyen kurum ve kurallar bütünü olarak, karşımızda artık güven duyacağımız bir hukuk düzeni bulunmamaktadır. Yasalar çerçevesinde edindiğimiz haklar ve yerleştiğimiz makamlar hukuk düzeni güvencesi altında olmaktan çıkmıştır. Yasayla yetkilendirilen mülki amirler eliyle, kimliğimiz, doğum yerimiz, siyasi çizgi ve tercihlerimiz, inancımız ve rengimiz vs. gerekçe gösterilerek, hukuk düzenine güven duyarak edindiğimiz ne varsa elimizden alınabilecektir. Bu nedenle hukuka güven ilkesi işlevini yitirmiş, can, mal ve seçim güvenliği mülki amirlerin kişisel insafına terk edilmiştir. Bir benzetme yapacaksak, kuzu kurda teslim edilmiştir.
Siyaset bilimi literatüründe, benzeri siyasi rejimlerin adı otoriterlik veya otoriter demokrasi olageldi. Ancak literatüre biraz geç giren bir rejim tipi olarak, kalpazan demokrasi tanımının, mevcut rejimi tanımlamak için daha uygun olduğu kanısındayım. Zira otoriterlikten maksat, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ile zor, şiddet ve baskıya dayalı yönetimdir. Kalpazan demokrasiden maksat, devlet ve/veya hükümetin zor, şiddet ve baskı yoluyla sindiremediği sivil ve siyasi aktörlerin aktivite ve seçim başarılarının, ancak kalpazanlık olarak tanımlanabilecek yöntemler yoluyla ortadan kaldırılmasıdır. Burada kalpazanlık, birey ve kurumların başvurusu neticesinde yetkili kurumlarca verilen resmî belge ve izinlerin, daha sonra aynı veya farklı yetkili kurumlarca geçersiz sayılması veya iptal edilmesidir. Yani mevcut hukuk düzeni, kendi yetkili kurumlarınca verilen izin, yetki ve belgeye, kalpazanlar tarafından düzenlenmiş izin, yetki ve belge muamelesi yapmaktadır. Artık hukuki ve idari kurumlarca rutin bürokratik ve adli işlemler yoluyla seçimler için verilen izin, yetki ve belgelerin sahiciliğinden, gerçek oluşundan ve geçerliliğinden emin olunamaz. Ezcümle, kayyım atama müessesi nedeniyle, seçme ve seçilme faaliyetleri açısından otoriter bir rejimle değil, kalpazan bir rejimle karşı karşıyayız.
SEÇİM SONUÇLARININ YASAL DAYANAKLARI
674 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 45. maddesinde yapılan değişiklik sonrasında, artık yürütmenin bir birimi dahi olmayan içişleri bakanı ve idarenin bir organı olan valiliklere, yani idareye, seçim sonuçlarını değiştirme yetkisi verilmiştir. Bu kanun hükmünün yol açtığı uygulama, bazı akademisyenlerin işaret ettiği üzere[1] sadece anayasaya aykırılık teşkil etmekle kalmamaktadır. Bu hükmün yasalaşmasının çok daha önemli iki sonucu bulunmaktadır: (I) yerel yönetimlerde, büyükşehir ve il belediyeleri açısından içişleri bakanı, ilçe belediyeleri açısından da valiler, seçim sonuçlarını ortadan kaldırabilmektedir; (II) yine yerel yönetimler açısından, içişleri bakanı ve valiler tarafından olağanüstü hâl (OHAL) dönemi yetkilerinin kullanılması, bir kanun hükmü sayesinde olağan hale gelmiştir. Yani yerel yönetimler açısından OHAL ilanı ile belediye başkanının görevine geçici olarak son vermek yürütme erki tasarrufundaki anayasal mekanizmalar olmaktan çıkmış, kanuna dayalı idari tasarruflar haline gelmiştir.
Giorgio Agamben tarafından işaret edildiği üzere, olağanüstü hâl rejimi zaten batılı liberal demokrasiler dahil tüm siyasi rejimlerin anayasalarına girmekle olağanlaşmıştır.[2] Ancak burada dikkat çekilmesi gereken husus, siyasi rejimin niteliği açısından çok daha ciddi ve vahim sonuçları olan bir olgudur. 2017 Nisan’ında yapılan anayasa değişiklikleri sonrasında yürütme bakanlar kurulu tarafından değil, Cumhurbaşkanlığı tarafından oluşturulmaya başlanmıştır. Cumhurbaşkanının seçtiği bakanlar da artık yürütmenin birer organı değillerdir, sadece idari yapılanmaların başı durumuna geçmişleridir. Artık yürütmenin bir kolu dahi olmayan içişleri bakanlığı ve diğer bir idari makam olan valilik, yerel seçim sonuçlarını ortadan kaldırıp, belediye başkanlarını kendileri atayabilmektedir. 1 Eylül 2016 ile 16 Kasım 2019 tarihleri arasında 119 belediye başkanı, 300’ü aşkın muhtar ve yüzlerce belediye meclis üyesi görevden alınıp yerlerine kayyım atandı.[3] 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nin kazandığı 65 belediyenin 48’ine kayyım atanmıştı.
Bu, sistem olarak, yerel yönetimleri 1960 yılından öncesine götürmüştür. 1960’lı yılların başına kadar belediye başkanlarının atama yoluyla belirlenmesi hukuki düzenin bir parçasıydı. Nitekim, “27 Temmuz 1963 tarih ve 307 sayılı yasa ile belediye başkanlarının belediye meclislerince seçilmesi uygulamasına son verilerek, halk tarafından seçilmesi usulü getirilmiş, seçilen belediye başkanının Cumhurbaşkanı veya Vali tarafından onaylanması uygulamasına da son verilmiştir”.[4] Bu nedenle antidemokratik dahi olsa, seçim sisteminde ve rejimde bir tutarlılık vardı. Yani aldığınız belge veya mazbatanın sonradan iptali gibi bir olgu keyfi olarak vuku bulsa da bunun yasal dayanağı yoktu. Ancak mevcut durumda seçimler yapılmasına, seçmenin belediye başkanını seçmesine rağmen, seçim sonuçlarının ve alınan mazbatanın hukuki geçerliliğinin bir garantisi bulunmamakta, bakanlık veya valinin vereceği bir kararla halkın seçtiği başkan yerine seçilmemiş bir kişi belediye başkanı yapılabilmektedir. Böylece, dünyada çokça örneklerini gördüğümüz seçim hile ve manipülasyonlarının[5] dahi ötesine geçilmiştir. Yani aldığınız sürücü belgesinin, yasal olarak, bir polis memuru tarafından herhangi bir yargısal süreç işletilmeksizin iptalinin mümkün olması gibi garip ve vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bunun Kürdistan özelindeki çevirisi şudur: Seçim öncesi uygulanan her türlü baskı ve yıldırmaya ve kampanya süreçlerindeki tüm adaletsizliklere rağmen elde edilen seçim başarıları da artık kazanım olmaktan çıkmış, seçim sonuçlarına ve seçme ve seçilme hakkına olan güven tamamen ortadan kalkmıştır.
KALPAZAN DEMOKRASİNİN PARAMETRELERİ
Türkiye, kuruluşunda otoriter bir rejimken daha sonra yarı otoriter rejimlere geçiş yapmış, sonraları otoriter demokrasi olarak tanımlanmış, genel olarak bu iki kategori arasında yer değiştirmekten öteye geçememiştir.[6] Yarı-otoriter rejimler, çok partili bir sistem dahilinde periyodik seçimlerin yapıldığı ancak fırsat eşitliği, adil ve özgür seçimler, bireysel özgürlüklerin anayasa ve yasalarca korunan en temel değerler olması gibi demokratik ilkelerin sistematik bir şekilde ihlal edildiği, seçimlerin iktidar için ‘meşrulaştırıcı’ bir araca dönüştüğü, vatandaşların siyasi ve medeni haklarının sürekli ihlal edildiği, yürütme erkinin baskın olduğu rejimlerdir.[7] Benzer bir rejim de illiberal demokrasidir.[8] Bu rejimlerde bireysel özgürlükler, kişi saygınlığı ve eşitlik kavramı belli bir din, kültür, ideoloji ve kimliğe feda edilir; liderler köktenci dincilik, milliyetçilik ve ideolojik referanslarla ortaya çıkıp iç veya dış savaşlarla içerideki desteği perçinlemeye girişir; yöneticiler her türlü farklılığa cephe alarak partizanlarına sarsılamaz bir birlik, parlak bir gelecek ve/veya nostaljik altın çağların yeniden inşası vaadinde bulunur.[9] Kısacası, özgürlükçü değerler olarak bilinen çok kültürlülük, farklı kimlik ve görüşlere saygı ve çeşitli toplum ve dinlere mensup olanlara yasa önünde eşitlik tanınması şeklinde özetlenebilecek ilerici değerlerin reddi ile, mili ve/veya dini bir kimliğin en yüce, kutsal değer olarak yükseltilmesinin yeniden siyasetin temel amacı haline gelmesidir. Bu rejimlerde yürütme organının yetkileri üzerindeki sınırlamalar ya tamamen kaldırılır ya da asgariye indirilir, kurumsal denge ve denetleme mekanizmaları olabildiğince zayıflatılır, ve yargı bir çeşit bürokrasiye evrilerek siyasi yapının en güçlü aktörü haline getirilen yürütme erkinin toplumu yeniden dizayn etme aracına dönüştürülür.
Türkiye’de yarı-demokrat, otoriter-demokrat ve yarı-otokrat olarak tanımlanan rejim karakteri kalıcılaşmış; kalıcılaşan otoriterlik 2016’daki darbe girişimi sonrasında derinleşerek otoriterliğe ve otokrasiye everilmeye başlamıştır[10] (eklemek gerekir ki, ‘yarı-demokrat’ tanımlamasındaki demokrasi, liberal demokrasilerde görülen ilke ve standartlara uygunlukla değil, sadece periyodik olarak seçimlerin yapılmasıyla sınırlıdır).
Ancak, kayyım atamaları Türkiye gibi otokrat veya yarı-otokrat rejimlerde bile görülmeyen bir çarpıklık olup, bunu fiili anayasaya aykırılıklar ile seçim hileleri, usulsüzlükleri ve adaletsizliklerinden ayırmak gerekir. Artık yerel yönetim organları üyelerinin bu sıfatı kazanıp kaybetmeleri yargı denetiminden çıkmış, belediye başkanlarının memurlar tarafından atanabilecekleri bir mekanizma hukuk düzeninin bir parçası haline gelmiştir.[11] Ezcümle, Belediye Kanunu’nun anılan hükmü anayasaya aykırılığı yasallaştırmak ve OHAL’i olağanlaştırmakla kalmamış, demokrasilerde rejim meşruiyetinin temeli olan seçme ve seçilme mekanizmasını, -bu prosedürün işlemesine ve her beş yılda bir seçimler yapılmasına rağmen-, yine yerel yönetimler açısından, tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle Türkiye’deki siyasi rejim yarı-otoriter ve illiberal demokrasi olmanın ötesine geçmiştir. Tipik yarı-otoriter veya illiberal rejimler, demokratik kurallar ile otoriter yöntemlerin aynı anda var olduğu siyasi sistemlerdir. Yukarıda açıklandığı üzere, Türkiye’de bunların hepsi, değişik derecelerde, oldum olası zaten vardı.[12]
Yeni olan olgu, demokratik kural ve süreçlerin sonuçlarını da ortadan kaldıran hükümlerin kalıcı olarak yasalara ve bu yöndeki uygulamaların siyasi pratiğe yerleşmesidir. Bu minvalde siyasi iktidar için araca dönüşen, hiçbir şekilde adil ve özgür yapılmayan seçimlerin[13] bile -Kürdistan’daki yerel yönetimler söz konusu olduğunda- sonuçlarının tanınmayabildiği ve keyfi olarak değiştirilebildiği bir rejimle yüz yüzeyiz. Yani sadece otokrat yöntemlerin, güçlü bir yürütmenin ve hak ihlallerinin varlığı değil, tüm bunlara rağmen seçimleri kazananların görevlerinden alınıp anayasaya aykırı bir şekilde[14] yerlerine devlet memuru kayyımların atandığı bir rejimle karşı karşıyayız. Bu nedenle içişleri bakanı ve valilerin takdiriyle, belli yerleşim yerleri ve kişiler açısından, seçimlerin yapılmaması durumunda olacakların aynısının gerçekleştiği bir rejim söz konusudur. Ancak seçimler de yapılmaktadır. Bu paradoksun siyasi rejimler skalasındaki karşılığı, Cheeseman ve Klaas’ın[15] kalpazan demokrasi dediği rejim tipidir.
Kalpazan demokrasiler, bu yazarlara göre, görünüşte çok partili seçimler düzenlemekle beraber otoriter olan rejimlerdir. Bu tip rejimler bazen tek partili otoriter rejimlerden daha istikrarlı olurlar. Çünkü hileli secimler yapmak veya iktidara bir şekilde avantaj sağlamak suretiyle secimler yapmak hiç seçim yapmamaktan daha iyidir. Ancak bu rejimi diğerlerinden ayıran en önemli iki husus şudur: “Seçimler genellikle halkın iradesini siyasi iktidara dönüştürmek için değil, halkın iradesini yıkmak ve görevdeki kişinin iktidarda kalmasını sağlamak için kullanılır”[16] ve yasalar, bu amaca ulaşmak üzere kullanılan birer araca dönüşür.
Anayasa’nın 127. maddesi, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı ve yerel yönetimlerin özerkliği ilkelerine aykırı bir şekilde,[17] seçilen belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtarların görevlerinden alınması ve yerlerine yenilerinin seçilmesi prosedürünün işletilmesi yerine idari makamlar tarafından kayyım atanmasının yasal hale gelmesi olgusu, Türkiye’deki siyasi rejimi otoriter veya illiberal[18] demokrasi olmaktan çıkarmış, kalpazan demokrasiye evirmiştir. Ancak burada kalpazan rejim tanımını Cheesemen ve Klaas’ın kullandığı tanımdan farklı sebeplerle kullanıyorum. Zira onlar bu kavramı kullanırken daha çok Cassani ve Zakaria’nın[19] da üzerinde durdukları hususları, yani seçimlerin hile, baskı ve hak ihlallerinin gölgesinde kalmasını öne çıkarırlar. Benim bu kavramı kullanma sebebim ise çok daha vahim bir olguya vurgu yapmaktır: Hile, baskı ve hak ihlallerine rağmen yerel yönetim seçimlerini kazananların tamamen keyfi bir şekilde idari makamlarca görevden alınmalarının yasal bir dayanağa bağlanmış olması, bu vesileyle seçim sonuçlarının da hile, baskı ve hak ihlallerine ek olarak, bir yasal dayanakla değiştirilmesidir.
* Aberdeen Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim üyesi
Kaynakça:
[1] Keleş Ruşen and Can Giray Özgül, “Belediye Organlarına ‘Kayyım’ Atamaları Üzerine Bir Değerlendirme,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 72, no. 2 (2017): 299–313.
[2] Giorgio Agamben, State of Exception (London: The University of Chicago Press, 2005).
[3] HDP, “Kayyım Raporu” (Ankara, 2019), https://hdp.org.tr/tr/kayyim-raporumuz/12907/; HDP, “HDP’den Kayyum Raporu,” Birgün, 2019, https://www.birgun.net/haber/hdp-den-kayyum-raporu-277100.
[4] Hasan Yaylı and Refik Yaslıkaya, “Türkiye’de Yerel Hizmetlerle İlgili Yasal Düzenlemelerin Gelişimi,” Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi 47, no. 2 (2012): 74.
[5] Nicholas Cheeseman and Brian Klaas, How to Rig an Election (New Haven and London: Yale University Press, 2018); Alberto Simpser, “How to Un-Rig an Election,” Journal of Democracy 30, no. 1 (2019): 172–77; Ivan Jarabinský, “How to Rig an Election ,” Swiss Political Science Review 24, no. 3 (September 2018): 367–69.
[6] Halil Karaveli, Why Turkey Is Authoritarian: From Atatürk to Erdoğan (London: Pluto Press, 2018); Halil Karaveli, “The Rise and Rise of the Turkish Right,” The New York Times, 2019, https://www.nytimes.com/2019/04/08/opinion/turkey-nationalism-right-wing.html?fbclid=IwAR1oHL-EOtmBKw-capYbclkZ3ses608RDmRAtWRa8rMKhQJDLafSJct7Y8w; Kerem Öktem and Karabekir Akkoyunlu, “Exit from Democracy: Illiberal Governance in Turkey and Beyond,” Southeast European and Black Sea Studies, November 6, 2016, 1–12.
[7] Andrea Cassani, “Hybrid What? Partial Consensus and Persistent Divergences in the Analysis of Hybrid Regimes,” International Political Science Review 35, no. 5 (2014): 543, 544; Fareed Zakaria, “The Rise of Illiberal Democracy,” Foreign Affairs 76, no. 6 (1997): 22–43.
[8] Zakaria, “The Rise of Illiberal Democracy.”
[9] Zakaria, 23–40.
[10] Kemal Kirişci and Amanda Sloat, “The Rise and Fall of Liberal Democracy in Turkey: Implications for the West” (Washington D.C., 2019), https://www.brookings.edu/research/the-rise-and-fall-of-liberal-democracy-in-turkey-implications-for-the-west/; Jean-François Bayart, “Turkey: Erdoğan’s Authoritarian Turn,” Global Challenges, 2017, https://globalchallenges.ch/issue/2/turkey-erdogan-authoritarian-turn/; Zafer Yılmaz and Bryan S. Turner, “Turkey’s Deepening Authoritarianism and the Fall of Electoral Democracy,” British Journal of Middle Eastern Studies (Routledge, October 20, 2019).
[11] Yaylı and Yaslıkaya, “Türkiye’de Yerel Hizmetlerle İlgili Yasal Düzenlemelerin Gelişimi.”
[12] Karaveli, Why Turkey Is Authoritarian: From Atatürk to Erdoğan; Yılmaz and Turner, “Turkey’s Deepening Authoritarianism and the Fall of Electoral Democracy.”
[13] Nic Cheesman and Brian Klaas, “How to Rig an Election,” The Constitution Unit Blog, 2018, https://constitution-unit.com/2018/07/04/how-to-rig-an-election/.
[14] Ruşen and Özgül, “Belediye Organlarına ‘Kayyım’ Atamaları Üzerine Bir Değerlendirme.”
[15] Cheeseman and Klaas, How to Rig an Election.
[16] Cheesman and Klaas, “How to Rig an Election.”
[17] Abdullah Çelik, “Belediye Başkanlarının Geçici Olarak Görevden Uzaklaştırılması Üzerine Bir Çalışma,” Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 4, no. 1 (2005): 145–59; Erol Uğraş Öçal, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı,” Emek Araştırma Dergisi (GEAD) 9, no. 14 (2018): 137–56; Ruşen and Özgül, “Belediye Organlarına ‘Kayyım’ Atamaları Üzerine Bir Değerlendirme”; Yunus Muratakan, “Demokrasi ve Anayasa Hukuku Bağlamında ‘kayyım’ Sorunu,” Artıgerçek, 2018, https://www.artigercek.com/haberler/yururlukte-olan-ohal-khk-leri-hak-ve-hurriyetleri-durdurmustur.
[18] Zakaria, “The Rise of Illiberal Democracy.”
[19] Cassani, “Hybrid What? Partial Consensus and Persistent Divergences in the Analysis of Hybrid Regimes”; Zakaria, “The Rise of Illiberal Democracy.”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***