Her ne kadar ABD gişe rakamları tahmin edilenden ve tabii ki yapımcıları tatmin edecek rakamlardan uzak görünse de “Furiosa: Bir Mad Max Destanı” (Furiosa: A Mad Max Saga) genel olarak tatmin etmiş görünüyor izleyenleri. ABD gişelerinin genel durumuna ilerleyen günlerde özel olarak bakmakta yarar var. Her ne kadar bizim kadar dibe vurmuş olmasa da, pandemi öncesi rakamlara dönmekte zorlanıyor boxoffice. Özellikle ABD içinde ‘büyük yapımlar’ın da yeterince gişe yapmadığı görülüyor. Marvelizm sonrası oluşan boşluk henüz doldurulabilmiş değil anlaşılan. Öte yandan bu ekolün yarattığı genç seyirci kuşağını da diğer filmler tatmin etmiyor sanki…
Furiosa’ya dönersek. Gegorge Miller, 2015 tarihli başyapıtı “Mad Max: Fury Road”ta hem kendi yarattığı efsaneyi yeniden ayağa kaldırmış hem de mitolojisini büyütmekle kalmayıp, yepyeni bir halka eklemeyi başarmıştı. Bunu yaparken de, aradan geçen 40 yıla yakın zamanda anlatının/ estetiğin/ siyasetin dönüşümünü çok iyi kavrayan, uyarlayan bir yapım ortaya çıkarmıştı. Bu dönüşümün ‘uzun bir aranın ardından’ olduğuna dair yanlış bir kanı söz konusu. Miller, 2006 tarihli “Neşeli Ayaklar” (Happy Feet) adlı animasyon filminde “Furry Road”ta zirveye çıkardığı dönüşümünün ipuçlarını veriyordu zaten. “Neşeli Ayaklar”, aynılaştırılmaya çalışan bir penguenler toplumunda; farklı tarafları ile kabul edilmek istenen sevimli Mumble’nin hikayesini anlatıyordu. O dönem filmle ilgili yazıda: “Neşeli Ayaklar Amerika’da tartışmalar yarattı. Geçtiğimiz yıl sinemalarda yer alan İmparator’un Yolculuğu isimli belgeselle karşılaştırılan film, muhafazakarlar tarafından eleştirildi ve çocuklara kötü örnek olmakla itham edildi. Haksız da sayılmazlar, çünkü özgürlükçü, farlılıkların bir renk olduğunu düşündürten, dayanışma duygularını aşılayan bir film. Bu bakımdan ‘tek renk, tek ses’ isteyen ‘İmparatorlar’ın gadrine uğraması normal” diye yazmışız.
Bu bakımdan Mad Max gibi bir anlatının içinden Furiosa gibi bir karakterin çıkıyor olmasının bir sürecin sonucu olduğunu söylemek gerek. Miller, “Furry Road”ta kendi efsanesini uzun bir aradan sonra özenle ayağa kaldırıp sonra onu kendi elleriyle kenara itiyordu. Mad Max’in hikayesi olarak başlayan filmde bir süre sonra Furiosa devreye giriyor ve hikayenin merkezine yerleşiyordu. Gerçekten bu kadar büyük etki yapması planlanmış mıydı bilinmez ama Furiosa karakteri öylesine ilgi gördü ki ‘filmin önüne geçti’ bile denilebilir. Kuşkusuz bunda Charlize Theron gibi oyuncunun da payı büyüktü. Tabii filmde eski usul epik anlatıların ruhunun çağdaş bir yorumla görselleştirilmesinin etkisini de unutmayalım. Ezcümle, kanımca “Furry Road”taki Furiosa çıtayı öylesine büyük bir yere koydu ki, ondan sonra anlatılacak her şey tatmin etmekte zorlanacak gibiydi. Bağımsız bir Furiosa filmi çekileceği duyurulduğundan itibaren bu böyleydi. Oyuncu tercihinden hikayenin geçtiği döneme kadar her şey didik didik edildi.
Ama böylesine güçlü bir filmin, efsane haline gelen bir karakterin varoluşunu anlatacak hikayeyi ustaca yaratmak da yine George Miller’ın yapabileceği bir iş olduğu kanıtlandı. “Furiosa: Bir Mad Max Destanı”, önceki filmin altında kalacağı baştan kabul edilmiş, onu geçmek gibi kaybedileceği kesin bir mücadeleye girme seçeneği baştan elenmiş bir yapım. Anlatının destansılığından daha çok, karakterinin motivasyonlarına, onu “Furry Road”ta bir mite dönüştüren yolculuğa odaklanmayı tercih ediyor bu kez Miller. Bir önceki filmde de birlikte çalıştığı Nick Lathouris ile birlikte kaleme aldığı senaryo ana akım bir film için büyük risklerle dolu öncelikle. İki buçuk saati bulan süresinin ilk bir saatinde başrol oyuncusunu hikayenin içine sokmamak ancak Miller’ın sahip olabileceği bir lüks bekli de. Film ilk bir saatte Furiosa’nın Cennet Vadi’den kaçırılıp, Ölümsüz Joe’nin dünyasında kendine yer edindiği çocukluk zamanında geçiyor. Annesini kaybetmesi, Dementus’a olan düşmanlığı bu dönemde şekilleniyor. Anya Taylor-Joy’un hikayeye girişinin ardından ise Mad Max evrenine geri dönüyoruz. Yol, aksiyon, intikam ve kuruluş öyküsü. Furiosa’nın hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden bir çocuktan soğukkanlı bir lider olmaya uzanan öyküsünde, fiziki ve duygusal bedeller ödeme süreci bu aynı zamanda.
George Miller, “Mad Max” anlatılarında satır aralarında hep olan ‘kapitalist kıyamet’ temasını burada başka türlü bir noktaya taşıyor. Suyu, petrolü ve silahı kontrol eden üç kapitalist merkezi hikayenin mekanları arasına yerleştiriyor. Bu merkezlerin sahiplerinin dünyalarını, insanlarla kurdukları ilişkiyi, söylemlerini bugünün siyasal alanına göndermelerle inşa ediyor ve kapitalizmin eğer yıkılamazsa kıyamet sonrası bir dünyada, en vahşi halinde yoluna devam etmekte beis görmeyeceğini anlatıyor kendince. Tam da bu noktada filmin jeneriği akarken, “Furry Road”tan karelerin gösterilmesi anlam kazanıyor. Bu kıyamet sonrasına dair umutsuz havanın dağıldığı, daha umutlu anları gelecekte geçen bu filmden karelerle hatırlatıyor seyirciye. Böylece, bir tarihsellik inşa ediyor. Yeni anlatıların da kapısını aralıyor.
Chris Hemsworth, Dr. Dementus karakterinde “acaba bazen fazla mı abartıyor” diye düşündürtse de bugünün popülist politikacılarına göndermelerle dolu rolünün altından kalkıyor bence. Charlize Theron’dan sonra kim Furiosa olsa beceremeyecek hissi herkeste vardı. Bu bakımdan Anya Taylor-Joy hakkında da böyle düşünmek normal. Kişisel olarak Anya Taylor-Joy’un bütün rolleri için bir önce olmamışlık hissi gelip, sonra da “ama başkası da olmazdı buraya” diye kapatıyorum konuyu. Burada da aynısı oldu. İzlerken ilk başta “olmamış” diye başlayıp, bitirirken “yok başka biri de olmazdı” diye düşündürttü. Demek ki olmuş!
George Miller, “Furry Road”ın ve oradaki karakterin büyüklüğünü, geçilemezliğini ilk elden kabul edip ‘Furiosa: Bir Mad Max Destanı’nda direksiyonu başka yöne kırıyor, sert bir virajı daha ustaca dönüyor. Mad Max evreni artık iki başlı. Max’in yanında ‘eş başkan’ olarak Furiosa’da yürüyor artık!
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***