Suzan SAKA*
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllardan itibaren muhalif olan gazeteci, yazar, çizer ve şairlere karşı devlet her dönem gözaltı, tutuklama, işkence vb. yöntemleri ile baskı ve şiddet aygıtını sürekli olarak kullanmıştır. Onlarca aydın, yazar, gazeteci faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar ve suikastlar yoluyla katledilmiştir. Devlet, bu gazeteciler ve yazarlar hakkında yüzlerce dava açarak, hakikatin ortaya çıkmasını engellemiştir. Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü ve yine biz yüzyıl öncesi olduğu gibi gazetecilere karşı uygulanan baskıları konuşuyoruz.
Gazetecilik mesleğinin yüceliğini bir tarafa bırakalım gazetecilerin ailelerine yaşatılan eziyete bakalım. Onların sevdiklerinden, çocuklarından, anne-babalarından ve sevgililerinden koparılmaları duygusal, psikolojik olarak başta gazetecilerin ve ailelerinin üzerinde çok yıkıcı bir travma bırakmaktadır. Geride kalanların günlük yaşamdan kopmalarına, sürekli bir korku ve kaygıyla yaşamalarına sebep olmaktadır. Bu durum çocukların duygusal dünyasında onarılması büyük bir tahribata yol açar. İlerleyen yaşlarda çocuklar, hem ilişkilendikleri bireylerle, hem de toplumsal olarak girdikleri ortamlarda daha çekingen, içine kapanık kırılgan olurlar. Çünkü kas hafızası denen olguda beden, travmayı hatırlar. Tüm hücrelerine yayar. Sadece psikoljik olarak etkilenmenin de ötesine geçer. Dolayısıyla iyileşmek için travmanın onarılması şarttır.
Devlet, iktidarlar değişse de Türkiye’de tüm azınlıklara, Alevilere, Kürtlere, demokrasi güçlerine, aydınlara, gazetecilere, akademisyenlere, siyasetçilere, devrimcilere, işçilere her dönem baskı uygulamıştır. Bu baskıyı mücadele edenleri -düş yolcularını cezaevlerine koyarak cezalandırmakla kalmamış, katliamlarla, idamlarla, faili meçhul cinayetlerle, işten çıkarmalarla onların varlıklarını yok etmeye çalışmıştır. Oysa ki, direnen bu düş yolcuları, toplumların gelişmesine ve ilerlemesine öncülük yapar. Devlet aslında bu düş yolcularına, uyguladığı baskı ve şiddetle, denize atılan bir taşın seke seke düştüğü yerde nasıl küçük halkalarla başlayıp giderek, daha büyüyen halkalarla denizde dalga yaratması misali, başta aileleri olmak üzere, sevdikleri, yakınları, meslektaşları ve ait oldukları toplumları da cezalandırır ve bunu da bilinçli yapar. Çünkü asıl amaç kişiyle birlikte yakınlarına ve topluma da ceza çektirmek ve gözdağı vermektir. Toplumun susmasını sağlamak, sessizleştirmektir. Toplumsal güçler, demokratik güçler elinden geldiğince bu tür hak ihlallerine karşı durmaya çalışır her alanda ses yükseltirler. Ama bununla bitmez. Asıl el ayak çekildiğinde, sular dindiğinde geriye kalanlardır. Yani o düş yolcuları ve aileleri uğradıkları haksızlıklarla ve yaşadıkları acıyla yalnız kalırlar.
Düş yolcularını, düşüncelerinden dolayı cezalandırılanları, içerdekileri unutmayalım. Onların, sadece bir numaradan bir isimden ibaret olduğunu düşünmeyelim. Tıpkı bizler gibi birer insan olduklarını ve yaşamlarının böylesi bir şekilde sekteye uğramasının hukuksal boyutu bir yana insani boyutuyla da bir haksızlık olduğunu hatırlayalım. Her an toplumsal mücadeleyle birlikte, ailelerin yanlarında olabilmenin ve onların hassasiyetlerini anlayabilmenin çaresine bakalım. Nasıl bizler, evlatlarımızı iki gün görmeyince burnumuzda tütüyorsa onlarında yıllarca dört duvar arasında kendi ev ortamlarından, sevdiklerinden zorunlu bir şekilde kopartılarak böyle biz ezaya reva görülmelerini hep hatırlayalım. Unutmadıklarımız, hatırladıklarımızdır…
Metin Göktepe’yi hangimiz unuttuk? Biz unuttuysak bile Fadime Ana unuttu mu?
Metin Göktepe’den sonra bayrağı devralan daha nice gazeteciler oldu ve olacak da! Genç, cesur, vicdanlı yürekler… Toplumun gerçek habere ulaşması için baskılara boyun eğmeyen, maddi zorlukları dayanışmayla aşan Türkiye’de ve dünyadaki sesi duyulmayanların çığlığı olan, sınır tanımayan gözü pek ve hakikatin sırrına inanan gazeteciler… Bu koca-yaşlı dünya ancak ve ancak bu düş yolcuları sayesinde milyarlarca yıldır döndü ve bundan sonra da dönecek. Neticede mutlak olan hakikat ve iyiliktir.
İşte basın emekçilerinin, özgür basınının, hakikati ortaya çıkaranların günü bugün. Bugün ana akım medyada tanınmayan, yereldeki gazetecilerin de günü. Onların sesini duymak böylesi sisli-puslu zamanlarda daha da zor. O emekçilerden bir tanesi de Diren Keser… Uzun yıllardır yerelde gazetecilik, programcılık, belgesel yönetmenliği yapan Diren; Alevilerin, Kürtlerin, Kadınların, LGBTİ+’ların, doğanın ve çevrenin sesidir. Depremde göçük altında kalanların çığlığıdır. Senin, benim, onun, ötekinin sesidir.
Diren’in ve hakikatin sesi olalım. Çünkü er ya da geç hakikatin ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.
Adı gibi direne direne yaşayan Diren’e ve direne direne yaşayan herkese selam olsun!
* Avustralya Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı.
Yazının İngilizce versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***