Dr. Yasin DUMAN*
Eric A. Nordlinger[1], bölünmüş toplum (İng. divided society) ifadesini ‘çatışma halinde olan iki veya daha fazla grubun üyelerinin önemli bir kısmının çatışma konusu olan sorunlara önem vermeleri ve/veya birbirlerine karşı düşmanca duygular beslediği’ toplumları tanımlamak için kullanır. Bu kısa ve indirgemeci tanıma göre dahi Türkiye, bölünmüş toplumların en somut örneklerinden birini teşkil etmektedir. Ayrıca bu bölünme etnik, dinî, toplumsal cinsiyet, ideolojik, taraftarlık ve sosyoekonomik kimlikler/aidiyetler üzerinden şekillenmiş, koca bir yüzyıla yayılan çatışmaların temelini oluşturmuş, toplumsal barış ve uzlaşıyı mümkün kılacak argümanları ve araçları neredeyse yok etmiştir.
Ersin Kalaycıoğlu, Kürt seçmenin önemli bir kısmının boykot ettiği 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu üzerinden değerlendirdiği bu durumu, ‘kulturkampf‘[2] (kültür kavgası/savaşı) kavramı ile açıklarken bu bölünmenin daha ziyade sosyo-kültürel ve laik kıyı şehirleri ile daha ziyade dindar muhafazakar hinterlandı arasında olduğu görüşündedir.
Harita 1: 12 Eylül 2010 Halkoylaması Sonuçları (Kaynak: Çilek Ağacı)
2010’da yapılan oylamanın üzerinden geride bıraktığımız 14 yıllık süreç içerisinde ülkede ve bölgede yaşanan gelişmeler, çatışma ve savaş süreçleri, darbe girişimi, başarılı olamayan ‘çözüm sürecine’ rağmen AKP’nin 2002’den bu yana gittikçe daha otoriter ve faşist bir karakterle iktidarda kalabilmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri anayasa değişikliklerini, ‘toplumsal çoklu bölünmeden’ faydalanarak kendi sürekliliğini sağlayacak pragmatik bir tutumla gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu durum, Freedom House[3] verilerinde de net bir şekilde gözleniyor. Öyle ki Türkiye 2018’den bu yana, yani Başkanlık Sistemi’nin[4] uygulanmasından itibaren, ‘özgür olmayan’ ülke kategorisinde yer alıyor.
Seçimlerin adil ve özgür bir ortamda yapılmaması, özgür ve bağımsız medyanın, akademinin, yargının olmaması veya sınırlı olması, STK’lerin kapatılması, çalışmalarının baskıyla sınırlandırılması, örgütlenme ve gösteri hakkının engellenmesi gibi faktörler, bu sonucun temel belirleyenleri olarak sıralanıyor. Bu anlamda Türkiye’deki bölünmüşlüğü veya ayrışmayı, salt kulturkampf kavramıyla açıklamak yetersiz kalıyor.
Temel hak ve özgürlüklerin umarsızca kısıtlandığı bu bağlamda, iktidarın baskıcı ve faşist politikalarına itiraz edenlerin karşılaştığı ve anayasa değişiklikleriyle meşrulaştırılan doğrudan (fiziksel), yapısal ve kültürel şiddetin[5] dozu ve hedefi, muhalif kesimlerin neye ne kadar itiraz ettiğine, iktidarın politikalarına direnme (muhalefet etme) gücüne bağlı olarak farklılık gösteriyor. 31 Mart yerel seçimlerinde DEM Parti’nin Wan’da AKP adayına karşı aldığı oy oranı ile CHP’nin İstanbul ve Ankara’da AKP adaylarına karşı aldığı oy oranları birbirine yakın olmasına ve her üç belediyenin de iktidar tarafından bir dönem farklı gerekçelerle Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile ilişkilendirilmesine[6],[7] rağmen sadece Wan Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanması gerekliliğinin konuşulması bu farklılığın sonucudur.
Seçim sonrasında bir yandan AKP-CHP arasında, AKP’nin tabiriyle ‘yumuşama’ veya CHP’nin tabiriyle ‘normalleşme’ sürecinin konuşulması, diğer yandan dönemin HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil olmak üzere 24 siyasetçiye 407 yıl hapis cezasının verilmesi, esasında bir ‘yumuşama/normalleşme’ sürecine mi katkı sağlandığına, yoksa mevcut otoriter ve faşizan siyaset tarzına yeni paydaşların dahil edilerek şiddet ve baskının gündelik bir pratik olarak daha da normalleştirileceğine mi odaklandığını kestirmek zorlaşıyor.
Bu endişeyi tetikleyen bir diğer örnek ise Erdoğan-Özel görüşmesinden hemen sonrasına denk gelen ve cezaevlerinde onlarca hasta, yaşlı Kürt tutsak[8] olmasına rağmen, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak ‘af yetkisini’ sadece 28 Şubat davasında ‘darbeye teşebbüs’ suçundan müebbet hapis cezası almış olan emekli askerler için onların ‘kocama halini’ göz önünde bulundurarak kullanmasıdır.[9] Bu örnekler ve gelişmeler, AKP’nin kime karşı yumuşamaya niyetli ve CHP’nin neyi, ne kadar normalleştirmeye gücü olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Harita 2: 31 Mart 2024 Belediye Seçim Sonuçları (Kaynak: Hürriyet)
Son olarak DEM Parti’nin, 31 Mart yerel seçimlerinde elde ettiği sonucu göz önünde bulundurarak, yeni anayasa ve normalleşme tartışmalarının neresinde durduğuna bakmak gerekir. Öncelikle, AKP-MHP liderliğindeki ittifakın baskısına, medyanın şeytanlaştırmasına, düşmanlaştırmasına ve suçla ilişkilendirmesine, polis-asker ve paramiliter grupların şiddetine, kapatılma riskine ve binlerce kadrosunun tutuklanmasına rağmen DEM Parti’nin seçimlerde 85 belediyeyi ‘kayyım işgalinden‘[10] kurtarmış olmasının ve yeniden kayyım atanmasına engel olabilecek bir dayanışma ve direniş geliştirmesinin önemi not edilmeli. Otoriterleşmenin daralttığı siyaset alanının bir nebze nefes alabilir hale gelmesinde yerel yönetimler kritik bir rol oynayabilmesi adına izlenen bu siyaset tarzı son derece önemlidir.
Seçim sonuçlarının DEM Parti açısından ‘net bir başarı’ olduğunu söylemek mümkün değilse de Cuma Çiçek’in ‘Seçimler ve Kürt Siyasetinin Yirmi Beş Yıllık Performansı’[11] analizinde ortaya koyduğu üzere yerel yönetim deneyiminin ve ‘barış süreçlerinin’ Kürt siyasi hareketinin temsil gücünü – en azından aldığı oy oranları ve genişlettiği siyasi saha itibariyle – arttırdığı söylenebilir. Kürt siyasi hareketinin bu çeyrek asırlık ‘var olma mücadelesi‘[12], yeni anayasa yapımı ve yumuşama/normalleşme sürecinin hem dışında hem de hedefinde tutulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Öyle ki AKP’nin, 22 yıllık iktidarı süresince anayasanın 177 maddesinden 30’u aynı maddede olmak üzere 134 hükmünü değiştirmesi[13] fakat buna rağmen AKP’nin beklentilerini karşılamıyor olması, Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi kararlarına uymadığını ve saygı duymadığını beyan etmesi[14], Bahçeli’nin sıklıkla Anayasa Mahkemesi’nin HDP[15] ve DEM Parti’yi[16] kapatma kararı vermesini istemesi, Erdoğan’ın – Yasin Börü de dahil olmak üzere 6-7 Ekim sürecinde öldürülen insanlarla ilgili hiçbir tutuklunun ceza almamış olmasına rağmen – Kobanî Davası’nda verilen kararla ilgili ‘mağdurlar ve demokrasi adına memnuiyet duyması’[17] Kürt siyasi hareketinin temsilcilerine ve destek verenlerine yönelik baskıcı ve dışlayıcı tutumuna devam edeceğini göstermektedir.
Bu anlamda, AKP’nin ve uzunca bir dönem onun baskıcı ve faşist politikalarına destek veren partilerin – Kürdistan’ın diğer parçalarına yönelik işgal operasyonlarına ve dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla Kürt siyasetçilerin tutuklanmasına doğrudan veya dolaylı destek veren Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemi CHP’si de dahil olmak üzere, kendi elleriyle gerdikleri ve kutuplaştırdıkları bir dönemden sonra, yine aynı aktörlerin, gerçek anlamda bir demokratikleşme süreci başlatılmadan, yumuşama veya normalleşme sürecine liderlik edeceklerini beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Bu tutumun, sadece Kürtler için değil bütün kesimler için ne Türkiye’de demokratik bir sürece, ne toplumsal barışın inşasına ne de hak ve özgürlüklerin garanti altına alınmasına bir katkısı olacağı söylenebilir. Ana akım Kürt siyasi hareketinin AKP-MHP’nin çatışma ve baskıyı önceleyen politikalarına karşılık, Türkiye ve Kürdistan’ın demokrasi ve toplumsal barışı önceleyen farklı kesimlerle hak temelli müzakereler yapması, yönettiği belediyeler aracılığıyla kapsamlı ve antikapitalist sosyal ve ekonomik politikalar geliştirerek farklı etnik, dini, toplumsal cinsiyet gruplarıyla ve yerinden edilmişlerle dayanışmayı geliştirmesi ve iktidara ‘Kürtlerden düşman yaratma fırsatı’ vermemesi, savaş politikalarına verilebilecek en etkili yanıtlardan olabilir.
Ana akım Kürt siyaseti, siyasetçileri, kurumları, idare tarzı, dil ve kültür politikaları, iktidarın onları suçla ilişkilendirmesine ve Levent Gültekin[18] ile İhsan Eliaçık[19] gibi sömürge aydınlarına rağmen meşrudur. Şiddet ve baskıya rağmen aldığı toplumsal destek, seçime katılma süreci ve seçimde elde ettiği sonuçlar bunun en somut kanıtıdır. İktidarın, kendi yaptığı fakat gayrihukuki bir şekilde uymadığı anayasaya göre dahi bu böyledir.
* Araştırmacı, Queen Margaret University ve KU Leuven
Kaynakça:
[1] Nordlinger, E. A. (1972). Conflict Regulation in Divided Societies. Harvard University Press.
[2] Kalaycıoğlu, E. (2012). Kulturkampf in Turkey: The Constitutional Referendum of 12 September 2010. South European Society and Politics, 17(1), 1–22. https://doi.org/10.1080/13608746.2011.600555
[3] Freedom House. Turkey. https://freedomhouse.org/country/turkey
[4] Binnaz Toprak, Prezeworski ve ark.’dan (1996) ilhamla, başkanlık sistemini demokrasilerin “ölüm öpücüğü” olarak tanımlamaktadır. Buna en temel sebep ise dünya örneklerinde (ABD hariç) başkanlık sisteminin, parlamenter sisteme nazaran demokrasinin ömrünü ciddi oranda azaltması. Örneğin, mevcut örneklerde “başkanlık sisteminde ekonomik büyümeye rağmen demokrasinin ömrü 24 yıl iken, parlamenter sistemde 143 yıl”. Detaylı okuma için bkz. Toprak, B. (2022). Demokrasilerin “Ölüm Öpücüğü”: Başkanlık Sistemi. Ö. Osmanoğlu (Ed). Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. (57-63. ss.). İstanbul: Demokrasiyi Güçlendirme Derneği.
[5] Galtung, J. (1990). Cultural Violence. Journal of Peace Research, 27(3), 291-305. https://doi.org/10.1177/0022343390027003005
[6] T.C. İçişleri Bakanlığı. (2022). Bakanımız Sn. Soylu: İBB’de İmamoğlu Döneminde İşe Alınmış 505 Kişinin İşe Girmelerinde Engel Durum Söz Konusu. https://www.icisleri.gov.tr/bakanimiz-sn-soylu-ibbde-imamoglu-doneminde-ise-alinmis-505-kisinin-ise-girmelerinde-engel-durum-soz-konusu
[7] HaberTürk. (2019). Özhaseki: Evine su parasını getiren tahsildarın militan olduğunu düşünün. https://www.haberturk.com/ozhaseki-evine-su-parasini-getiren-tahsildarin-militan-oldugunu-dusunun-2389798
[8] Bianet. (2024). 83 yaşındaki Makbule Özer yeniden cezaevine girdi. https://bianet.org/haber/83-yasindaki-makbule-ozer-yeniden-cezaevine-girdi-294531
[9] BBC Türkçe. (2024). 28 Şubat davası hükümlüsü generallerin kalan cezaları affedildi. https://www.bbc.com/turkce/articles/c84z9vl3nzno#:~:text=28%20%C5%9Eubat%20davas%C4%B1nda%20%22darbeye%20te%C5%9Febb%C3%BCs,Tayyip%20Erdo%C4%9Fan’%C4%B1n%20karar%C4%B1yla%20kald%C4%B1r%C4%B1ld%C4%B1.
[10] HDP’nin hazırladığı Kayyım Raporu’nda, atanan kayyımların seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere hak ve özgürlükleri nasıl gasp ettiği ve yerel yönetim kaynaklarını ihale ve yolsuzluklarla nasıl tarumar ettiği detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bkz. https://drive.google.com/file/d/1UOqhPsh3jCD9fbUMsGHe-Jz4DQGtNGsv/view
[11] Cuma Çiçek, “Ana-akım Kürt Partisi” tabirini Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan siyasi geleneği ve bu siyasi geleneğin HEP’in kapatılmasından sonra DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP, Yeşil Sol ve 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti ile devam eden siyasi hareketi tanımlamak için kullanmaktadır. Detaylı okuma için bkz. Çiçek, C. (2024). Seçimler ve Kürt Siyasetinin Yirmi Beş Yıllık Performansı. Birikim. https://birikimdergisi.com/haftalik/11733/secimler-ve-kurt-siyasetinin-25-yillik-performansi
[12] Duman, Y. (2024). The role of the pro-Kurdish DEM Party in the 2024 local elections: Navigating new political waters. Geopolitica. https://www.academia.edu/118657303/The_role_of_the_pro_Kurdish_DEM_party_in_the_2024_local_elections_Navigating_new_political_waters
[13] Kahvecioğlu, A. (2021). Anayasa’nın 134 hükmü değiştirildi. Milliyet. https://www.milliyet.com.tr/siyaset/anayasanin-134-hukmu-degistirildi-6426456
[14] T.C. Cumhurbaşkanlığı. (2016). “Anayasa Mahkemesi’nin Kararına Uymuyorum, Saygı da Duymuyorum”. https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/39955/anayasa-mahkemesinin-kararina-uymuyorum-saygi-da-duymuyorum.html
[15] Independent Türkçe. (2021). Devlet Bahçeli: AYM, hak ihlali maskesi altında HDP’yi kapatmaktan kaçınırsa, bunun hesabını millete veremez. https://www.indyturk.com/node/393701/siyaset/devlet-bah%C3%A7eli-aym-hak-ihlali-maskesi-alt%C4%B1nda-hdp%E2%80%99yi-kapatmaktan-ka%C3%A7%C4%B1n%C4%B1rsa-bunun
[16] PolitikYol. (2024). Bahçeli’den HDP ve DEM Parti için kapatma çağrısı: AYM’nin elini tutan kimse kalmamıştır. https://www.politikyol.com/bahceliden-hdp-ve-dem-parti-icin-kapatma-cagrisi-aymnin-elini-tutan-kimse-kalmamistir/
[17] Medyascope. (2024). Erdoğan Kobani davası kararlarını savundu: “6-8 Ekim hadisesi 37 insanımızın vahşice öldürüldüğü bir terör kalkışması”. https://medyascope.tv/2024/05/20/erdogan-kobani-davasi-kararlarini-savundu-6-8-ekim-hadisesi-37-insanimizin-vahsice-olduruldugu-bir-teror-kalkismasi/
[18] https://twitter.com/acikcenk/status/1779757571861020914
[19] https://twitter.com/rihsaneliacik/status/1780298704324362565
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***