M. AHMET KARABAY | HABER YORUM
12 Eylül askeri darbe döneminde Mamak ve Diyarbakır cezaevleri nasıl sembol haline geldiyse, Silivri Cezaevi de Erdoğan diktatoryasının sembolü oldu. Bu dönemde toplumun çok büyük bir bölümü için ülke yarı açık cezaevi haline getirildi. Bir kısmı ise gerçek zindanlara tıkıldı.
15 Temmuz kontrollü darbe girişimi bahane edilerek 612 bin 870 kişi hakkında işlem yapıldı. Bunlardan 339 bin 247’si gözaltına alındı, 50 binden fazlasının tutuklandığı bizzat dönemin muktedirleri tarafından meydanlarda haykırıldı.
Halen Adalet Bakanlığı koltuğunu işgal eden Yılmaz Tunç’un, 2023 yılı sonunda açıkladığı rakamlara bakılırsa o tarih itibariyle 15 bin dolayında insan Gülen Cemaati mensubu olduğu gerekçesiyle cezaevinde idi. Toplamda tutuklananların sayısıyla ilgili net bir veri yok ancak 150 bini aştığı tahmin ediliyor…
Tutuklananlardan birisi de bendim. Nasıl tutuklandığımın ayrıntılarını, 15 Temmuz’un 5. yıldönümünde bu köşede, “1 dakikada tutuklandım, 4,5 yıl hapis yattım” diye anlatmıştım.
CEZAEVİNDE KALDIĞIM SÜRE HESAPLAMASI
Her ne kadar “Ben cezaevinde uzun süre kalmadım” diyerek bunu kendi hesaplamama göre anlatsam da cezaevi ve orada yaşananlar unutulmuyor.
Cezaevinde kaldığım süreyi soranlara hesabı şöyle anlatıyordum: Günde en az 10 saat kitap okuyor ya da yazı ile meşgul oluyordum. Okuduğum ve yazdığım sıralarda cezaevinde değildim, Günde bir saat spor yapıyordum, ardından duş alıyordum. Spor ve duş sırasında da dört duvar arasında olmuyordum. Etti 11 saat. 5-6 saat uyuyordum. Bu sırada da pek çok arkadaşımın aksine ben hep özgür günlerime ilişkin rüyalar görüyordum. Yani ben günde toplam 17 saat özgür idim.
Bu 17 saat dışında kalan 7 saatlik sürede cezaevinde oluyordum. Ardından da ne kadar cezaevinde kaldığımı soranlara, “Hesabı 7 saati 4,5 yılla çarparak hesabı siz yapın” diye kendimce bir espri yapıyordum.
Elbette her şey bu hesaptaki kadar kolay değildi. Kimi anlar ve hatıralar var ki bugün bile hatırladığımda yüreğime bir yumruk gibi oturuyor. Burnumun sızladığını, gözlerimde yaşların biriktiğini hissediyorum.
Silivri Cezaevi’ne ilk girdiğim gün yapılan çıplak arama dışında işkence görmedim. Daha önce cezaevi tecrübem olmadığı için kendimi o günkü kadar hiç aşağılanmış hissetmemiştim. Çıplak vücudumu güya arayan, ararken de her hareketi tokat atıyormuş gibi vücudumda gezen o gardiyan benim için Silivri Cezaevi’nin sembol ismi olarak zihnimde yer etti.
Sonradan o gardiyanı defalarca gördüm. Her gördüğümde o günü hatırladım. Aradan geçen aylar ve yıllarda ismini öğrenip defterime not ettim. Sonra da “O sadece bir araç, onu suçlunun bizzat kendisi gibi algılamam doğru değil” diye unutmaya çalıştım.
İLK BAYRAMIN İLK SAATLERİ
İnsan hayatı için hayli önemli bir süreyi dört duvar arasında geçirmişseniz, pek çok bayramı cezaevinde yaşamışsınız demektir. Cezaevinde yaşadığım ilk bayram Ramazan Bayramı idi. Her şeyin ilki unutulmazmış ya, benim için de bu ilk bayram hafızama kazındı.
İçerideki ilk Ramazan ayı öteki günlerin bir kopyası gibiydi. Sabah kalkıp okuma yapma, saat 08.00 gibi sayıma gelenler için aşağıda hazır bekleme, ardından yeniden kitap okuma ve onlardan alınan notlarla geçen saatler. Spor ve duş ardından akşam yemeğine hazırlık. Koğuştakilerle ortak zaman ve yeniden kitap okumaya dönüş ve ardından uyku…
Hiçbir temel dayanağı yoktu ama nedense içimde bayramın farklı geçeceğine ilişkin garip bir his vardı. Nasıl bir gelişme yaşanacak da farklı olacaktı, buna ilişkin hiçbir emare yoktu.
İlk bayram sabahı, yine öteki koğuş arkadaşlarımdan önce uyanmış ve kitabımı akşam bıraktığım yerden okumaya devam etmiştim. Sayım görevlileri gelip gitti. Ben yeniden kendi programıma döndüm. Buraya kadar değişen bir şey olmadı. Saat 10 gibi hazırladığımız kahvaltıyı, 80×80 ölçüsündeki masanın etrafında üç koğuşdaş birlikte yaptık.
Koğuş arkadaşlarıyla kahvaltıdan sonra bayramlaştık. Sarılıp kucaklaşırken birbirimize bir daha burada değil, özgür dünyada buluşma temennisinde bulunduk. Üçümüz de biliyorduk ki bu temenninin bir dayanak noktası yoktu.
Sanki bu iyi dilekler üzerimizde de tam tersi bir etkiye neden oldu. Hepimizin içerideki ilk bayramıydı. Beyaz sandalyelerimize oturmadık, yığıldık sanki. Kendi iç dünyalarımıza dalıp gittik. Aradan kaç dakika ya da kaç saat geçti hiç hatırlamıyorum. “Yemeeek!” diyen hükümlünün sesiyle kendimize geldik.
İyi ki dışarıdan bu ses duyuldu. Yoksa sessizlik ortamını hiçbirimizin bozmaya cesareti olmayacaktı. Müteahhit arkadaş, “Bari düzgün bir yemek verseler!” deyip ilave etti, “Mesela yemeğin yanına bir de kadayıf olsa!” diye aramızdaki sessizlik orucunu bozmuş oldu.
Yemeği almaya ikimiz kalktık. Mutfak nöbetçimiz kendisiydi ama birimiz de ona yardımcı olacaktı. Kuru fasulye, pirinç pilavı ve kadayıf vardı. Belki garip gelecek ama duaları kabul olmuş mümin gibi sevindik.
Kahvaltıyı yapalı çok olmamıştı. Müteahhit arkadaş, “Var mısınız kadayıfları götürmeye!” diye bir meydan okumada bulundu. Hiçbirimiz itiraz etmedik, hemen tabaklarımıza aldığımız kadayıfları yemeye başladık. Arkadaş, “Kendimizi Fakuk Güllüoğlu’nun merkezinde yiyormuş gibi kabul edelim…” dedi.
Öteki işadamı arkadaş muziplik olsun diye, “Faruk Abi hemen yanımızda. Güllüoğlu’nun merkezinde dersek kendimizi iki koğuş ötede hissedeceğiz. Bari Şirinevler’deki şubesinde hayal edelim kendimizi.” diye çıkıştı. Faruk Güllüoğlu da o dönemde bizden iki koğuş ileride yatıyordu.
Ne yaptıksa kendimizi bir türlü özgür hissedemedik. Hepimiz bir önceki bayramda nerelerde olduğumuzu ve ne yaptığımızı anlatmaya başladık. Paylaştıklarımız bizi rahatlatmadı, tersine daha da hüzünlendirdi.
Bir süre sonra yeniden hüzünlü iç dünyamıza döndük. İçimin kabaran dalgalarını bastırabilmek için tırnak keseceğimi bahane ederek, üstü örgülü tellerle kapalı, etrafı 8 metre yüksekliğindeki duvarlarla çevrili “avlu” denilen alana çıktım.
Kantinden satın aldığımız tırnak makaslarının o minicik törpü kısmını koparıp veriyorlardı. Ne de olsa “silahlı terör örgütü üyesi” idik. O minicik törpülerle kim bilir neleri kesip silah yapabilirdik.
Tırnaklarımızı kestikten sonra uçlarını kara betona sürtüp törpülemeye çalışırdık. Belki garip gelebilir ama kendimi kötü hissetmeme neden olan şeylerden birisi bu törpüsüz tırnak makası idi. Tırnağımı kestiğim sırada içimin kabarmasını daha fazla tutamamış gözlerimden yaşlar boşalmıştı. Bir süre sessizce ağladım. Gözyaşlarımın betonu ıslattığını fark ettim.
Elimi yıkamak için koğuşa girdiğimde müteahhit arkadaşın da yaşlı gözlerini benden kaçırmaya çalıştığını fark ettim. Öbür işadamı arkadaş, üstteki yatakhane bölümünde idi. Muhtemelen o da benzeri duygular içindeydi.
Bayram kimileri için sevinç, dostlarıyla bir arada olup mutlu zamanlar geçirmekti. Bizim içinse hüzün demekti.
Cezaevindeki bazı özel eşyalarımı halen benim için büyük bir değer olarak saklıyorum. Bana ilk gün verilen teneke inceliğindeki çatal ve aynı özellikteki kaşık ve o törpüsü kırık tırnak makası bunlar arasında.
İçeri girip çıkan tanıdığınız dostlarınız varsa, bugün arayıp bayramını kutlamayı unutmayın.
Hepinize iyi bayramlar.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***