(Serbest Görüş) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Seçimin nefes kesen gündemleri, adayların rekabeti, “taban” politikası ve halk dalkavukluğunun her türü geride kaldı. Türkiye ve dünya gerçekleri ile baş başayız. Bir hesapları veya bildikleri olsa gerek, karavana atar gibi CHP’nin erken seçim baskısına tevessül etmemesi “gerçek gündem”e dönüşü hızlandırmış oldu. Seçim öncesinden tek fark: CHP de artık bu gündemin güçlü aktörü olarak sahnedeki yerini almış durumda.
Arabanın önünde tam üç tane at var. Farklı istikametlerdeki üç vektör gibi, iktidarın bu üç vahşi atı dizginlemesi ve bir hedefe doludizgin sürmesi bekleniyor. Birincisi tam takır bir kasa ile çevrilmeyi bekleyen ekonomi, ikincisi Ukrayna-Rusya ve İsrail’in Gazze savaşının baskısı altında Türkiye’nin bölgesinde üstlendiği yeni roller, üçüncüsü de hiçbir zaman gündemden düşmeyen Kürt meselesi. En önemlisi bu üç sorunun kimyasal tepkime ile birbirinin içine geçmiş ve tanınmayacak ölçüde başkalaşım geçirmiş olması.
Ekonominin yol açtığı tepkimelerden başlayarak kaba hatları ile tabloyu çizelim:
Seçimden önce Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı, Brezilya’da ABD Hazine Bakanı Yellen ile bir araya geliyor. Medya bu görüşmeyi IMF ile pazarlık yapılıyor diye yorumladı; ancak Yellen’in ifadeleriyle daha derin bir arka plan var. ABD Hazine Bakanı sosyal medya paylaşımında “önemli bölgesel sorunları çözmek için nasıl birlikte çalışılabileceğini görüştüm” diyor. Dikkat ederseniz ekonomik değil, “bölgesel sorunlar” konusunda iki maliye bakanı görüşmeler yapıyor. Demek ki ABD Türkiye’deki ekonomik krize, bölge dengelerini değiştirecek bir fırsat olarak yaklaşıyor. Seçimde iktidarın zayıf karnına dönüşen İsrail’e yakınlık meselesi, çok daha derin bir işbirliğinin konusu olarak ele alınıyor. Buradan, İsrail ile İran arasındaki sıcak çatışmalarda Türkiye’nin tarafının belli olduğu sonucuna varabilirsiniz. IMF’in gelmesi ve uygun şartlarda açık veya örtülü bir stand-by anlaşması, Türkiye’nin krizden çıkışı için en makul alternatif olarak görülüyor.
PKK’nın bütün enerjisini ve dikkatini Suriye’nin kuzey doğusunda oluşturduğu fiili otoriteye teksif etmesi, Türkiye’de terörün gündemden kalkmasının en önemli gerekçesi oldu. Yularını ABD sıkı tuttuğu için PKK kıpırdayamıyor. Ancak ABD, İsrail’in güvenliği adına bir koz olarak besleyip büyüttüğü Kürt kartını, daha önce iki kere yaptığı gibi bonkörce harcayabilir. Şayet İsrail konusunda bir uzlaşmaya varıldıysa ABD Suriye’deki PKK varlığını tek kalemde gözden çıkartmaya, tıpkı Öcalan’ı teslim ettiği gibi Türkiye’nin kucağına bırakmaya hazır olmalı. Bu durumda Suriye’de kuyruğuna basılan PKK içerde Türkiye’yi sesini duyurmaya kalkabilir.
Ruşen Çakır’ın Medyascope’da özetlediği gibi seçim hezimeti ile sarsılan iktidarın önünde teorik olarak üç seçenek var: Birincisi hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmek, ikincisi sertleşmek, üçüncüsü hukuk ve demokrasi açılımları ile yumuşamak. Hangi yola girecekleri, yazının başında vurguladığım bu üç vahşi atı dizginleme becerisine bağlı.
Karar verildiği takdirde en kolay yönetilecek olan Kürt meselesi. Van komplosu, iktidar bürokrasisinde sertleşme eğiliminin işaretiydi. Kayyumlarla, yargı eliyle yapılacak operasyonlarla bu sertleşme düdüklü tenceredeki basıncı arttırabilir. Yumuşama ise demokratik-parlamenter Kürt siyasetinin önünün açılmasını gerektirir. Yakın vadede, demokratik siyasetin sembolüne dönüşen Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması, yumuşamanın somut göstergesi olarak gerçekleşebilir.
Türkiye’nin Kürt meselesini çözmek için zamana ihtiyacı var. Ekonomi başta olmak üzere doğal entegrasyon dinamikleri bu meselenin Türk ulus devleti çerçevesi içine sığmasını mümkün hale getiriyor; terör ise bin bir emekle alınan mesafeyi bir anda siliyor.
Seçimde üzerinden silindir geçen iktidar için sertleşme tercihi, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıp koca devleti operasyon aparatına çevirmek, yeniden toparlanma umutları için kolay bir yöntem gibi görünüyor. Algı oluşturarak her sorununun üstesinden geleceğini sanan, sığ bürokrat kafası egemen konumunu sürdürmek adına bu seçeneğe dört elle sarılabilir. Ancak hamasetin, ekonomik krize fon oluşturma yeteneği yoktur. Sertleşme, bataklıkta debelenip batışı hızlandırmaktan başka işe yaramaz.
Seçim sonuçlarını gösteren rengarenk haritaya farklı bir gözle bakmayı deneyin: Sévres’i hatırlatan bölünmüş bir Türkiye tablosu değil mi? Bir asır önce emperyalizmin dayattığı bölünme bu sefer ölçüsüz-ayarsız siyasî rekabetin ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Herkesin, en başta da devletin egemenlik yetkilerini kullananların aklını başına alması lâzım. Azınlık bölücülüğü ile çoğunluğun feraseti baş edebilir; ama çoğunluk bölücülüğünün sonu küçük bir Türkiye’dir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***