“Bir kadın, kitabın adını ilk duyduğunda aklından şunu geçirmiş: Bir kardeş, böbrek yetmezliği olan diğer kardeşine böbreğini vermiştir, onun hayatını kurtardığı için kardeşini bir nevi yeniden doğurdu denmiştir…”
Büşra Sanay kitabın ortaya çıkışını şöyle anlatıyor; Bir gün Canan Güllü ile röportaj yapıyorduk kadın cinayetleri üzerine. Canan Güllü erken ayrılmak zorunda olduğunu, babası tarafından istismara uğrayan ve hamile kalan bir kız çocuğuyla ilgilenmesi gerektiğini belirtti. Kardeşini Doğurmak adı buradan geliyor.
2018 yılında yayınlanan kitap, 30. baskısını yaptı. Bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışma olma özelliğini hala koruyor. Kitaptaki bütün deneyimler aile içi cinsel istismar üzerine. Röportajlar mağdurlarla, mağdur aileleriyle, alanın uzmanları ve bu konuyla ilgili çalışanlarla yapılmış. Aile içi cinsel istismarın tarihsel ve kültürel boyutunu da anlatan farklı disiplinlerden insanlarla da -ilahiyatçı gibi- röportajlar var.
Kitabın en ayırt edici özelliği, toplumun bakmaya cesaret edemediği faile de sorular yöneltilmiş olması. Sanay’ın röportaj yapması engellendiği için ceza infaz memuru ve cezaevi psikologlarının aktarımlarından dinliyoruz failleri.
Kitap, cinsel istismarla ilgili birçok konuda olduğu gibi faile bakışımızda da ezberleri bozuyor: “Cezaevinde işçi koğuşunda çalışacak olanlar genelde cinsel koğuştan seçilir. Çünkü genellikle kendine zarar verme girişimi, madde bağımlılığı veya öfke kontrol problemi olmayan kişilerden seçilir burada çalışacaklar. Bu profile en uygun olanlar cinsel suçtan gelenler oluyor. Üstelik hemen hemen tüm cezaevlerinde böyledir…”
Çocukları korumak için uzun yıllar emek verenlerin yanı sıra, ilkler de var röportajlarda. Bunlardan biri de Atlıkarınca filminin yönetmeni İlksen Başarır. Atlıkarınca’nın çekim sürecini ve sinemanın bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini açıklıyor İlksen Başarır.
Sorunun çözümünden bahsederken en çok üzerinde durduğumuz ceza ve cezasızlık konusuna da açıklık getiriyor kitap. Bu alanda uzun yıllardır emek veren Betül Ulukol, cezasızlığın önemli bir nedeni olarak şunları söylüyor: “Avrupa’da neredeyse en yüksek cezalar bizde, fakat işe yaramıyor. Niye işe yaramıyor? Çocuk karşınızda anlatıyor. Hakimsiniz. Babam şöyle, abim böyle yaptı, burama dokundu, şurama dokundu diyor. Eğer çocuğun üzerinde herhangi bir delil bulamadıysanız, çocuğun anlattığına güvenmek zorundasınız. Fakat cezalar o kadar yüksek ki hâkim çocuğun anlattığı bu hikayeye güvenip ceza vermiyor. 15 yıldan başlıyor, ben bir adamın 15 senesini çocuğun anlattığı hikâye üzerinden nasıl mahvedebilirim” diyor.
Hepimizin anlamakta zorlandığı hakimlerin iyi hal indirimi uygulaması konusuna Ağır Ceza Hâkimi Kenan Arslanboğan şu açıklamayı getiriyor: “Hâkim ben bu adamı gördüm, durumunu takdir ettim, bu adam 1/6 hakketmiyor dediği noktada Yargıtay’ın müdahale etmemesi gerekir. Uzun yıllar takdir uygulamamayı ‘niçin gerekçelendirmedin, sanığın duruşmalara yansız olumsuz davranışı da yok, niçin indirim yapmadın’ deyip dosyaları bozdu Yargıtay. Dosyaları bozduğu gibi hâkime orta not verdi, orta not vermesi bir hâkimin terfi etmesinin önünü kapatması demek”
Kitapta 21 üniversiteden 2023 öğrenciyle yapılmış bir anket çalışması da var. Kitap çalışmasında üniversiteler seçilirken, kamu kurumlarıyla görüşmeler yapılırken Türkiye’nin farklı bölgeleri olmasına özen gösterilmiş. Çünkü istismar belli bir sınıfın ya da etnik kökenin değil bütün toplumun sorunu.
Kitabın tek eleştireceğim yönü çözüm aşamasında çocuğu korumanın sorumluluğunun toplumdan çok çocuğa verilmesi. Şu anda alanda çalışma yapanlar gibi kitabında sık sık vurgusu; çocuğa yapılan istismarı nasıl anlayabileceğimiz ve çocuğa istismardan korunmayı nasıl öğretebileceğimiz üzerine. Tabi ki biz bunu da yapmalıyız ama bizim önceliğimiz mağduriyeti ve failliği yaratan koşulları ortadan kaldırmak olmalı. İstismar sonrasından çok istismar öncesini konuşmalıyız yani objektifi mağdura değil faile tutmalıyız.
Sanay bu kitaptan sonra hayatına eskisi gibi devam edemediğinden de bahsediyor. Bu alanda kalbini koyarak çalışma yapan birçok insan gibi. Failin yaptıklarını öğrenmek, yakın çevrenin çocuğu yeniden mağdur ettiğini görmek ve toplumun sessizliği… İnsanoğlunun ne kadar acımasız olduğunu anlamak ve sorunun boyutunun farkına varmak… Öğrendiklerinizin ardından bunu değiştirme noktasında çaresiz kalmak…
Büşra Sanay bu ateş topunu tutmaktan aile içi cinsel istismarla yüzleşmekten korkmamış ve bizi de yüzleşmeye çağırıyor. Bu ateş topunun yaktığı Dicle Hoca’yı da burada anmadan geçmeyelim. Namus cinayetleri üzerine çalışmaları ses getirmiş Dicle Hoca’nın intihardan önce bıraktığı notta şu yazıyordu; “Çok acı var, dayanamıyorum.” Artık biliyoruz ki Türkiye’de uzun yıllar ağır bir sorun olan namus cinayetlerinin sebebi de aile içi cinsel istismardı. Kardeşini Doğurmak kitabında da bunun örnekleri var.
Eminim bu kitap birçok insana kaynak oldu, yol gösterdi. Çocuğun cinsel istismarı konusunda çalışıp bu ateşten kaçmayan Türkiye’nin bu konuda bir nebze de olsa yol almasını sağlayan, yol açan herkese minnetle…
Meliha Yıldız: 1975’te, birçok ihmal ve istismarın yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşında, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı ifşa etti. Bu, onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan Kutsal Tecrit’i 2021 yılında yazdı. İkinci kitabı Uçurum Kenarındaki Salıncaklar 2023 yılında yayınlandı. Özellikle yazılarıyla çocuğun cinsel istismarı konusunda aktivizm çalışmaları yapmaya devam ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***