YÜKSEL DURGUT | YORUM
İslam aleminin Ramazan Bayramı’nı kutladığı bu günlerde, Filistinlilerin özgürlük mücadelesi hem hayatta kalmak için hem de bayramın gölgesinde devam ediyor. Gazze, yok edilmeye başladığından bu yana altı ay geçti. Filistin halkı, Orta Doğu’nun tek liberal demokrasisi tarafından açlığa mahkum edilmiş durumda.
İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşında yaşanan umutsuzluk, yıkım ve ölüm olayları, bölgede derin izler bıraktı. Hamas militanlarının 7 Ekim’de gerçekleştirdiği olağanüstü saldırıdan tam altı ay sonra, kayıpların acısı hala taze. Gazze’deki ölü sayısı 33 binden fazla Filistinli ve 1,200 İsrailliyi aştı. Bu yıkım ve trajedi, her iki tarafı da derinden etkiledi.
Bu karanlık dönemin başlangıcı, Hamas’ın güney İsrail’e 7 Ekim’de yaptığı şiddetli saldırıyla geldi. Bu, Hamas’ın İsrail’e yönelik en ölümcül saldırılarından biriydi ve bölgede yeni bir şiddet dalgasının habercisi oldu.
Saldırının ardından İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ülkenin “savaş halinde” olduğunu ilan ederek binlerce askeri harekete geçirdi ve hava saldırılarını yoğunlaştırdı. Hamas’ın saldırılarını püskürtmek için yoğun bir askeri operasyon başlatıldı ve Gazze tam bir ablukaya alındı.
Ancak bu savaş yalnızca İsrail ve Hamas arasında sınırlı kalmadı. İsrail’in kuzey sınırlarında, Lübnan’daki savaşçı grup Hizbullah da İsrail’e topçu saldırıları gerçekleştirdi ve çatışmayı daha da tırmandırdı. Bölgedeki gerilim arttı ve çatışma genişledi.
Son altı ay boyunca savaş, on binlerce çocuğun hayatını ve bayramını zehretti. Masum sivillerin yaşamları her saniye tehlike altında. Filistinli çocuklar, kadınlar ve yaşlılar, bu çatışmanın en büyük mağdurları arasında yer alıyor. Hastaneler ve altyapılar, İsrail hava saldırılarının hedefi oldu.
Bu trajik dönemde, umut ve barışın yeniden yeşermesi için uluslararası toplumun daha fazla çaba göstermesi gerekiyor. Şu ana kadarki çaba yetersiz kaldı. Çözüm arayışları ve barış yolları her zamankinden daha zor. Son altı ay boyunca yaşanan olaylar, bölgedeki derin kutuplaşmayı ve düşmanlıkları daha da pekiştirdi.
Filistinliler, kendi kaderlerini tayin etme mücadelesi veriyor. Gazze’nin sakinleri, karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmaya çalışıyor. Ancak İslam aleminin çaresizce izlediği bu dramatik tablo, bölgenin tek liberal demokrasisi tarafından uygulanan abluka nedeniyle daha da kötüleşiyor. Hayatın temel ihtiyaçları, lüks haline gelmiş durumda.
Altı aylık bir süreç sonunda ABD, İsrail’den daha fazla yardım geçişini açması için bir söz almayı başardı. Ancak bu geri adımın sebebi, İsrail’in katliamı sonucu 33 bin Filistinlinin yaşamını yitirmesi değil, IDF tarafından öldürülen yabancı yardım görevlilerinin trajik kaybı oldu. Bu görevlilerin ölümü, bir insanlık dramı olarak hafızalarda yer ederken, Filistinlilerin hayatları sadece soğuk istatistiklerle anılmaya devam ediyor.
Oxfam’ın raporuna göre, ocak ayından bu yana insanlar günlük ortalama 245 kalori ile hayatta kalmaya çalışıyor. Bu, yakın tarihte benzeri görülmemiş bir kitlesel açlıkla karşı karşıya olduklarını gösteriyor.
Sivillerin aç bırakılması ve yardım kamyonlarının girişine izin verilmemesi, halkın fiziksel olarak imha edilmesi anlamına geliyor. Güney Afrika, ocak ayından bu yana iki kez yeni geçici önlemler talep etti. Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), 28 Mart’ta ikinci talebi kabul ederek İsrail’i insani yardım malzemelerini Gazze’ye sokmaya zorladı.
Mahkeme, Nikaragua’nın Almanya aleyhine İsrail’in soykırım ve savaş suçlarını birlikte işlediği iddiasını dinleyecek. Ancak İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD, yetki alanına ilişkin çekinceler nedeniyle Mahkeme önüne çıkarılamıyor. Bu durum, soykırım suçlamalarının ABD tarafından yargılanamayacağı anlamına geliyor. Nikaragua, belki de diğer ülkeler adına Almanya’yı seçti; çünkü Almanya, İsrail’in güvenliğini varlık nedeni olarak görüyor. Bu, Almanya’nın soykırım gibi büyük uluslararası suçlara karıştığı ve “bir daha asla işlemeyeceklerini vaat ettikleri” türden suçlamalarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
İsrail Devleti, tarih boyunca Güney Afrika’daki apartheid hükümetini ve Nikaragua’daki zalim Somozan diktatörlüğünü desteklemişti. Bu destek, kurtuluş hareketleri tarafından yakından takip edilmiş ve bürokratik bir iyilik hareketi olarak silah arkadaşlarına karşı Filistin davasını hatırlatmıştır.
Holokost hem kurbanı hem de suçlusu olanların Filistin halkına karşı başka bir soykırım işlemek için Uluslararası Adalet Divanı’na başvurduğu önemli bir dönüm noktasıdır. İlgili ülkelerin her ikisi de Küresel Güney’den gelmektedir. ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kabul edilemez bulsa da İsrail’in Filistin’i işgali kabul edilebilir bulmaktadır.
Doğu ve Batı arasındaki çatışmaların arttığı bir dönemde, “siyonist” terimi Batı’da “cihadist” olarak anılmaya başlamıştır. Dünya genelinde, ideoloji, din ve ahlakla ilişkili nedenlerle Filistin meselesinin zamanımızın en ahlaki sorunu olduğu kabul edilmektedir. Eski Başbakan Naftali Bennett, İsrail’in küresel terörle savaşın ön saflarında olduğunu ifade ederek şunu söylemiştir: “İran ve Irak’tan Avrupa’ya geçişte radikal İslam’a karşı set olmaktadır. Terörle mücadele ederken, Londra, Paris ve Madrid’i korumaktadır.” Bu nedenle Hamas, İsrail için tipik bir barbar düşman olarak görülmektedir.
Milliyetçilik, dünyadaki en güçlü ideolojilerden biridir. Hamas, Filistin ulus-devletinin doğum belgesini elinde bulundurduğunu iddia ediyor. Bu belge, silahlı direnişi içeriyor, 7 Ekim’de olduğu gibi. Ancak Hamas da İsrail gibi sivillere karşı savaş suçu işlemiştir. Sömürgeciliğin sona ermesini savunanlar, kurtuluş adına her türlü şiddetin meşru olduğunu düşünüyor.
“Terörizm” terimi genellikle nesnel olmayan bir kavram olarak kabul edilir ve uluslararası toplumda evrensel bir tanımı bulunmamaktadır. Ulusal kurtuluş hareketlerinin başarısı, Güney Afrika’nın ‘ırk ayrımcılığı’ rejimine karşı mücadelede önemli rol oynamış ve uzun yıllar boyunca ülkenin siyasi arenasında etkili olmuş siyasi bir hareket olan ANC ve Nikaragua’da siyasi ve toplumsal değişim için mücadele eden bir grup devrimciyi temsil eden Sandinistler gibi grupların statülerinin yeniden değerlendirilmesine yol açabilir.
Hamas örneğinde ise, bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş olmasına rağmen, resmi olarak 2007 yılında İsrail’i tanımış ve birlikte yaşama taahhüdünde bulunmuştur. Hamas’ın direnişi, işgale son vermek, yerlerinden edilmiş Filistinlilerin dönüş hakkını güvence altına almak ve başkenti Kudüs olan 1967 sınırları içinde bir Filistin devleti kurmak için mücadele etmektedir.
Toplu cezalar gerilimleri artırmaktadır. Kuzey İrlanda’daki IRA’nın silah bırakmasından sonra benzer bir çözüm umuduyla bakılan Hamas, İsrail’in kabul ettiği bir müzakere ortağı değil. İsrail, Hamas’ı bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle, Hamas’ın silah bırakmaması, uluslararası toplumun ve İsrail’in grubu terörist olarak görmesiyle birlikte, Gazze’deki durumun düzene girmesi için barış yolunun olmadığını ortaya koyuyor.
İsrail ve Hamas arasında bir ateşkes sağlanabilir. Ancak bu ateşkes, kapsamlı bir barış ortamını oluşturmak için yeterli olmayabilir. Bu nedenle Filistinliler, işgalin sona ermesi ve ezilmenin son bulması için mücadelelerini sürdüreceklerdir.
Sonuç olarak, bölgede barış ve istikrarın önemi bir kez daha vurgulanmıştır. İsrail ve Filistin arasındaki savaşın iş birliği ve uzlaşma yoluyla çözülmesi, gelecek nesillere umut verecek kalıcı bir barışın temelini oluşturacaktır. Bu zorlu süreçte, Filistin’in geleceği için umut ışığı çocuklardır. Onlar, direnişin ve dayanışmanın sembolüdür. Bayramın coşkusunu içlerinde taşıyan bu çocuklar, gelecekte barış ve istikrarın teminatı olabilir.
Bu bayramda, Filistinli çocuklar için dua edelim. Belki de onlar, bu topraklarda yeni bir umut doğuracak nesillerin temsilcileri olacaktır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***