SALİH HOŞOĞLU | YORUM
Kamuoyunda herkesin fikir beyan ettiği konulardan biri de ekonomidir. Ülke ekonomisinin durumu ile ilgili birbirine taban tabana zıt görüşlere sahip olabiliyoruz. Kimine göre ülke ekonomisi çoktan battı, iflas etti ama hükümet tarafından bazı manipülasyonlarla bu iş öteleniyor. Kimine göre ise ekonomi uçuyor, her şey çok mükemmel, dünyaya ayar veriyoruz.
Oysa ekonomi ölçüme dayalı bir bilim. En azından temel parametrelere bakarak böylesi bir konuda herkesin kabul edeceği bir değerlendirme yapılabilmelidir diye düşünüyorum. Heyhat bizde bu da olmuyor. Ülke istatistiklerine de güvenemiyoruz artık. Böyle herkesin bir tarafa çektiği bir konuda ekonomi temelli fikir beyan etsem ne olacak ki?
Ben ekonomist değilim, o alanda uzmanlığım yok. O nedenle ekonomiye dayalı bir yorum yapamam. Bana göre her konuda çok politik düşünüyoruz, çok Türkiye merkezli düşünüyoruz. Oysa hayat siyasetten ibaret değil. Dünya da Türkiye’nin etrafında dönmüyor. Siyaset hayatımızı mahvetme gücüne sahip ama onu ihya edemiyor. Dünya ekonomisi içinde Türkiye ekonomisi yüzde 1 gibi bir yer tutuyor.
Bizim gibi siyaset dışı faniler, siyasilerin mentalitesini anlayamıyoruz ve o yüzden yanılıyoruz. Bunun için biraz daha yakından bu toplulukları incelemek gerekir. İçine siyaset kaçan kişiler bizim gibi düşünmüyorlar. Onların iddialarına göre öncelikleri devlet! Gerçekte ise kendi menfaatleri…
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık tarihinde ‘devletin iflası’ diye bir hadise yok. İslamcılara sorarsanız Atatürk dönemi Türkiye ekonomisi çok kötüydü. Kemalistlere sorarsanız o dönem olağanüstü hızlı kalkınma dönemiydi. Demek ki herkes kendi bulunduğu yere göre ekonomiyi farklı algılıyor.
Şimdi Atatürk döneminde alınan Savarona Yatı ile Erdoğan’ın Sarayını karşılaştıralım. Resmi rakamlara göre 1938’de Türkiye’nin bütçesi 248 milyon 300 bin lira idi (yaklaşık 190 milyon dolar) ve o sene Atatürk’e hediye etmek üzere satın alınan Savarona Yatı 1,2 Milyon dolardı (yaklaşık 1,5 milyon lira). O zamanki ekonomi anlayışına göre denk bütçe yapılıyor ve bununla da övünülüyordu.
Halkın fakirliği, ülke genelinde birçok köyün yolunun olmayışı (köylerde elektrikten bahsetmiyoruz), ilkokulu olan köy sayısının çok çok az oluşu gibi konular devleti yönetenleri ne kadar ilgilendiriyordu bilemiyoruz. Ama kimse bu dönemde ‘ülke batmıştı, iflas ediyordu’ filan demiyordu. Demesinin de bir anlamı olmazdı zaten, ülke taş gibi ayaktaydı. Erdoğan’ın ‘külliye’ dedikleri sarayı 2014 yılında yapıldı ve maliyeti resmi rakamlara göre 700 milyon dolar, gayr-i resmi rakamlara göre 2,5 milyar dolara mal oldu. Biz ikisinin ortasını alalım 1,5 milyar dolar olsun. 2014 yılı bütçesi 436 milyar lira (yaklaşık 200 milyar dolar) idi. Benzer şekilde siyasiler bu sarayı yaparken geçinemeyen emekliyi, evine ekmek götüremediği için intihar eden işsizi ne kadar düşünüyorlardı bilemiyoruz. Görüldüğü gibi liderlerin harcamaları için bütçelerden her zaman böyle paralar rahatlıkla verilebiliyor ve taraftarlar da bunu dert etmiyor.
Aslında insanlar (muhalifler dahil) gerçeklerle pek ilgili değiller. Kah üç kuruş için kıyamet koparıyorlar, kah deve hamuduyla gidiyor ama sesleri çıkmıyor. Geçenlerde facia yaşanan İliç altın madeninden işletmeci yabancı şirketin birkaç yıl içinde 6 milyar Amerikan doları kar elde etmesi nedense kamuoyunda pek tartışılmadı. Oysa dünyada böyle küçük bir yatırımla böyle büyük kar elde edilen iş azdır. Üstelik bu parayı yurtdışına ülkenize bir katkı sağlamadan vermişsiniz, ülkenize yeni bir teknoloji getirmemiş, kalıcı bir tesis yapmamış, altını alıp çevreyi tahrip etmiş, nokta. Aynı işi yerli bir şirket de, devlet de (elbette aynı tabiat katliamını yaparak) yapabilir ve bu kadar kâr elde edebilirdi, hiç olmazsa para burada kalırdı. Altı milyar dolar devletler için bile çok büyük bir para. Bu sadece bir madenden kazanılmış ve üzerinde soğuk içilip geçiliyor.
Türkiye’de ekonomik kriz var mı? Varsa veya yoksa ne değişecek? Esas önemli olan (daha çok Türkiye’de yaşayanlar için) kriz gelmeden gelişini tahmin etmek veya haber almak ve ona göre pozisyon almak olmalı. Bir meslektaşım 2001 krizini önceden biliyormuş, İstanbul’da bir bankada çalışan kardeşi kendisini uyardığı için kriz öncesi parasını dövize çevirdiği için çok avantajlı olmuştu. Oysa bunu bilmeyenler tam da kriz öncesi döviz bozup başka şeyler satın almıştı ve ciddi zarara uğramışlardı.
Kemalist bir meslektaşım da 2004’de ısrarla dövizde kalmayı öneriyordu, çok yakında büyük kriz geleceğini iddia ediyordu. Sanırım herkes gönlünden geçeni daha çok dillendiriyor. Tam da o zamanlar Kemalist çevreler ülkenin batmakta olduğunu yüksek sesle iddia ediyorlardı. 15 Temmuz 2016 sonrası Avrupa’da saygı duyduğum bir dostumuzla Türkiye ekonomisi üzerine konuşuyorduk. Ben ekonominin kısa zamanda batacağı beklentisinin yanlış olduğunu söylediğimde bundan pek hoşlanmamıştı ve bana katılmamıştı.
Benim ekonomist olmayan görüşüme göre Türkiye ekonomisi batmadı, bundan sonra da batmaz, bugün olduğu gibi sürünür. Hatta Türkiye’deki yönetimler batmasına göz yumsa bile dışarıdan buna razı olmazlar. Kaldı ki devletler bir transatlantik değil ki batsın, dünyada batan bir ülke var mı? Ekonomisi ciddi darboğaza giren ülkeler elbette var, mesela Venezuella bunlardan biri ama ülke yerinde duruyor ve bağımsızlığından da bir şey kaybetmedi, halk zayıfladı ama üst tabaka gelirini katladı. Bu durumlarda olan alt tabakadaki halka oluyor. Şimdi birileri Türkiye’nin battığını ya da batacağını düşünebilir ama iş öyle değil. Böyle kârlı bir ülke batırılır mı? Bence hayır. Benim uzmanlık alanımdan bir örnek vereyim; parazitler parazitlendikleri konağı öldürmek istemezler, çünkü konak ölürse artık ondan parazitlenemezler. Bu durumda bu kadar kârlı bir konak batırılmaz, hayatta tutulur ve sömürülür. Türkiye’nin batmasını bekleyenler yanılıyorlar. Eğer iddia edildiği gibi bir “üst akıl” varsa, bu üst akıl asla Türkiye’nin batmasına izin vermez. Bilakis böyle büyük bir pazarın elde tutulması ve istifadeye devam edilmesi daha akla yatkındır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***