(Serbest Görüş) – BirGün gazetesi yazarı Oğuz Ayan, bugünkü yazısında seçim sonrası ekonomide yaşanması muhtemel gelişmeleri yazdı:
Seçimler sonrasında ekonomi bugün olduğundan daha fazla öne çıkacak. Seçimler nedeniyle ertelenen veya ılımlı uygulanan birçok ekonomik önlem çok daha sert ve kapsamlı bir biçimde devreye girecek. Bu, derin bir ekonomik-mali sıkışıklık tablosunun sonucu olacak.
O kadar ki, seçimler bile beklenemeden seçim öncesinde “apolitik” sayılabilecek birtakım önlemler devreye alınmak zorunda kalındı: Kredi kartlarına uygulanan taksit sayısı düşürüldü, nakit çekme faizleri arttırıldı, TCMB politika faizlerini yükseltmek için Nisan’ı bekleyemedi… TL’den kaçış, talebi ve dövize olan talebi arttırdığı, döviz satışları üzerinden (hem rezervler eridiği hem de etkisi azaldığından) kurları tutmak zorlaştığı için elde kalan tek seçenek olan faiz silahına sarılındı.
Seçimlerden sonra kartlar yeniden karılacak. Gerçi Eylül 2021-Mayıs 2023 döneminde berbat edilen ekonomik göstergelerin düzeltilmesi açısından Haziran 2023 sonrasında ortodoks neoliberal politikalara hızlı bir dönüş yapılmıştı. Ama bu tam bir dönüş olmamıştı. Şimdi seçimlerden sonra bu politikaların alışılmışın ötesinde bir katılıkla uygulanacağı bir döneme girilmekte. Neler beklenebilir?
Hangi gelir ve faiz politikaları?
Seçimler sonrasında uygulanacak politikalar kadar bunlara sermayenin ve toplumun çeşitli kesimlerinin vereceği tepkiler de önem taşıyacak. Elbette seçim sonuçları da bunlar üzerinde etkilerde bulunacak. Şimdilik seçim sonuçlarından bağımsız olarak mali-ekonomik politikalarda beklenen yönelişlere bakalım.
OVP 2024-2026’da tanımlanan programın ana doğrultusu ekonomik istikrardır. Bunun merkezinde enflasyon artışının kontrol edilebilir düzeylere çekilmesi bulunmakta. Enflasyonun arkasında da halkın büyüyen talebi olduğu (yanlış veya sınıfsal) varsayımı bulunmakta ve esas olarak bunun kısılmasına çalışılmakta. Şimdiye kadar ne talep kısılmasında ne de enflasyonun geriletilmesinde bir başarı sağlanamadı. Hatta Mayıs’a kadar fiyat artışlarının dolu dizgin giderek yüzde 75 eşiğini aşması öngörülmekte. Aslında bu dönemde gelirlerin aşındırılması bakımından enflasyon da bir silah olarak kullanıldı (Bu tabii aynı zamanda bütçenin personel giderleri ile sermayenin işgücü giderlerinin reel olarak azalması anlamında). Yılın ikinci yarısında yıllık TÜFE’de bir azalış eğilimi bekleniyor. Peki ama Temmuz-Ağustos’taki olumlu baz etkisi geçince ne olacak? Nisan’dan itibaren katılaştırılan politikalarının (yani toplumun boğazına çökülmesinin) etkileri mi devreye girecek?
Talep nasıl yönetilecek yani aşağıya çekilecek? Gelir artışlarının enflasyonun altında tutulması ve nominal faizlerin enflasyon oranının üzerine çıkarılmasıyla. Bunlardan birincisi için koşullar hazırlandı: İşçi ve memurlar için bağıtlanmış TİS’ler bu yüksek enflasyonist ortamda reel gelirleri kaçınılmaz olarak aşındıracak. Asgari ücret de ikinci kez ayarlanmayarak aşındırılacak (Şimşek sanayiciye “iç talebi bırak dış talebe çalış” çağrılarını boşuna yapmıyor!). Gelirleri olağanüstü boyutlarda aşındırma hesabının şaşmasının tek yolu, emek aleyhtarı gidişatı değiştirecek cesamette sınıfsal tepkilerin ortaya çıkmasıdır. Olur mu? İnsanlar açlıkla imtihan edildiğinde herşey olabilir.
İkinci adımın atılması yani “enflasyon hedeflemesi” çerçevesinde faizlerin enflasyonun üzerine taşınmasının güçlükleri var. Neoliberal amentüyü benimseyenler açısından dahi zor bir adım bu. Elbette politika faizlerinin hem enflasyon baskısıyla hem de enflasyonu baskılamak amacıyla biraz daha yukarı gitmesi beklenmeli. Ancak buradaki asıl beklentinin, yıllık TÜFE’nin azalışına bağlı olarak faizlerin enflasyonla eşitleneceği bir düzeyi sonbahara doğru yakalamak olabileceği düşünülmeli. Yani Mayıs’ta TÜFE yüzde 75’i gördü diye politika faizinin yüzde 80’e çıkarması beklenmemeli. Zaten bunun etkili bir araç olduğu da şüpheli. Bu kadar yükselmiş (gerçek oranı herhalde daha yüksek) bir enflasyon düzeyini artık salt faiz aracıyla geriletmeniz mümkün değil. Arjantin örneğine bakmak yeterli.
Maliye politikaları
Burada ikili bir ayırım yapılabilir: Beklenen politika tercihleri ile asıl olması gerekenler. Ama öncelikle neyin olamayacağını söyleyelim: Birincil ve ikincil gelir bölüşümü düzeylerinde politikaların sermaye aleyhine bükülmesi imkân ve ihtimali bulunmamaktadır. İki nedenle: Bir, sermaye örgütleri evet STK değildir ama daha ötesidir; onlar düzenin ekonomik ve siyasi ayar merkezleridir. İki, iktidarın kendisi bir sermaye iktidarıdır; üstelik sadece temsil ilişkisi bakımından değil, doğrudan doğruya sermayedarlaşmış siyasetçileri bakımından. Türkiye’de burjuva-siyasetçilerin servetleri holding patronlarıyla yarışacak düzeylere gelmiştir.
Beklenenler
Peki, neler olabilir? Hedef, nüfusun ücretli ve düşük gelirli geniş kesimlerine daha fazla yük bindirilmesidir. KDV ve ÖTV’de istisnalar ayıklanacak, KDV’de yüzde 1 ve 10 gibi indirimli oranlara tabi olan mal ve hizmetlerin bir bölümü yüzde 20’lik genel orana geçirilecek, böylece hem halkın tüketimi kısılmaya hem de vergi gelirleri onların sırtından artırılmaya çalışılacaktır. Devletin yönlendirdiği fiyatlar piyasanın yönlendirmesine bırakılacaktır. Elektrik ve doğalgazda sübvansiyon bitirilecektir. İthalatı/cari açıkları ve orta gelir kategorilerinin talebini kısmak için, otomobil gibi dayanıklı tüketim mallarında ÖTV’ler artırılacaktır. Sermaye lehine devasa vergi ayrıcalıklarında ise anlamlı bir ayıklanma beklenmemelidir.
Eğitim ve sağlık gibi toplumsal harcamalar ile diğer sosyal yönlü kamu harcamalarında emek aleyhine gelişmeler öngörülmelidir. Bunlar 2025 bütçesine daha fazla yansıyabilir. Bütçe açıklarının ve faiz giderlerinin tırmandığı bu dönemden kolayca çıkış mümkün olmayacaktır. Çünkü kamunun dış borçları tırmanırken dövize ve TÜFE’ye endeksli iç borçlanması da çok yükseldi. Yeni vergi zorlamalarına ihtiyaç var ama milli gelirin yarısına el koyan kesimler kapsanmadan bu nasıl olabilecek? Bütçe yükünün dağılımında bunca eşitsizlik varken halkın tepkileri nasıl baskılanacak? Tabii ki devletin güvenlik ve yargı gibi sosyal zorlama harcamalarının artırılmasıyla…
Olması gerekenler
Burada, bugünkü iktidar yapısıyla mümkün olmayan başlıklara yer vermemiz gerekiyor: -Yolsuzluk ve saltanat ekonomisinin bitirilmesi gerekiyor; -Kâr çekişli enflasyonla mücadele için tekelci fiyatlamayla mücadele gerekiyor. Buna sermaye geliri sahiplerinin kazanç oranlarını ve talebini kısıcı politikalar eşlik etmeli; -Vergi sisteminin köklü olarak dönüştürülmesi şart. Enflasyonu azdıran dolaylı vergiler yerine, dik artan oranlı bir üniter gelir vergisi sistemine geçmek, şirket ortaklarının kâr paylarının da bu sisteme tabi olmasını sağlamak gerek. Vergilendirilmedik sermaye geliri bırakılmamalı, ki bir servet vergisini de eşanlı olarak tartışma durumuna gelebilelim; -Bütün ihale düzeneğinin değişmesi, KÖİ’lerin iptal edilmesi (en azından başlangıçta derhal TL’ye çevrilmesi) gerekir; -Tüm imar rantlarının kamuya mal edilmesinin maliye politikalarının olmazsa olmazı yapılması zorunludur; vs.
Sonuç: IMF kapıya dayandı mı?
IMF Türkiye’nin kapısına değilse de AKP’nin IMF’nin kapısına dayanma olasılığı hayli yüksek. Buna 19 Mart’ta Sol Haber Portalı’nda değindiğim için girmiyorum. Şu kadarını tekrarlayalım: Dışarıdan sıcak para ve doğrudan yatırım gelmiyor. Döviz açığı ise kabardı. Salt dış borçlanmayla götürmek de sorunlu; kaldı ki borçlanma maliyetleri yüksek ve kırılganlıklar nüksettikçe yeniden yükselme eğiliminde. Dolayısıyla her kapının çalınabileceği, emperyalizmin yeni tavizler koparabileceği bir yeni bağımlılık düzlemine girilmekte.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***