YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
İlgili kavramları açıklamaya geçmeden önce bir hususun altını çizmekte fayda var: Nedensellik konusu İslâm düşünce tarihindeki en ihtilaflı ve en tartışmalı konulardan biridir. Özellikle Ehl-i Sünnet kelamcıları ile İslâm felsefecileri arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır. İmam Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife isimli eserinde felsefecilerin illiyet görüşüne önemli eleştiriler yöneltirken, İbn Rüşd de Tehâfütü’t-Tehâfüt isimli eserinde İmam Gazzali’nin konuyla ilgili görüşlerini eleştirmiştir. Günümüzde de bilim ve din çevrelerinde konu etrafındaki tartışmalar sıcaklığını korumakta ve bazı bilim adamları ve akademisyenler tarafından Ehl-i Sünnet ulemasının nedensellik teorisine eleştiriler yöneltilmektedir.
Bunları daha sonra değerlendireceğiz. Fakat burada şu kadarını söylemek gerekir ki görebildiğimiz kadarıyla yer yer suçlama ve ithamlara kadar varan karşılıklı eleştirilerin önemli bir sebebi kavram kargaşasıdır. Dünya görüşlerine, savundukları nedensellik teorisine ve konuya yaklaşım şekline göre araştırmacıların neden ve nedensellik kavramlarına yükledikleri anlamlar değişebilmektedir.
Ayrıca konuyu izah sadedinde çok farklı kavramın kullanılması ve bu kavramları kullananların kendilerine göre bir kısım nüanslar gözetmesi de savunulan görüşlerin netleşmesini zorlaştırabiliyor. Mesela biri, sebebi, zahirî/mecazî sebep veya vesile anlamında kullanırken, bir diğeri bununla hakikî sebebi veya fail/etken nedeni kastedebiliyor. Birine göre nedensellik ilkesinden anlaşılan mana sebep sonuç arasındaki zorunlu ilişki olurken, bir diğeri bundan sebep ile sonuç arasındaki korelasyonu veya Allah’ın yaratma âdetini anlayabiliyor.
Determinizm denildiğinde kastedilen mana az çok belli olsa da savunulan nedensellik teorisine göre onun önüne mutlak, mukayyet, cebri, şartlı, koyu, katı gibi farklı vasıflar eklenebiliyor. Konunun fizik, kimya, biyoloji, ekonomi, tarih, sosyoloji, din, felsefe gibi farklı disiplinlerin alanına girmesi ve her disiplinin kendine has yöntemlerle nedensellik ilkesine yaklaşması da mevcut görüş farklılıklarına yol açabiliyor.
Konuyla ilgili okuma yapanların bu hususları göz önünde bulundurmasında fayda var. Bu kısa hatırlatmadan sonra şimdi ilgili kavramların izahına geçebiliriz.
Neden/Sebep/İllet
Günümüzde kullanımı yaygın olan “neden” kavramı yerine İslâmî literatürde daha çok “sebep” ve “illet” kavramları kullanılmıştır. Cürcani illeti şöyle tanımlar: Bir şeyin varlığının kendisine dayandığı ve o şeyin dışında olup ona etki etki eden şeydir. Bazıları illeti sadece hareket ettirici bir sebep olarak düşünmüş, bazıları ise onun aynı zamanda var kılıcı bir neden olduğunu söylemiştir.
Ahmed Cevizci’nin neden kavramına verdiği anlamlar şu şekildedir: “Bir şeyi değiştirmeye, bir fenomen ya da olayı meydana getirmeye yetili olan şey ya da koşul, yaratıcı etken; bir şeyi ortaya çıkartan, kendisi olmadan o şeyin kesinlikle varlığa gelemeyeceği şey; bir olayın ortaya çıkışı, varlığa gelişi, doğuşu için zorunlu ve yeterli olan ve o olaydan zamansal olarak önce gelen şey; bir olayın ortaya çıkışının yeter koşulu; sonucunun kendisinden zorunlu olarak çıktığı şey, durum, olay ya da fenomen; bir güç uygulayan ve bir değişmeye yol açan olay ya da fail.” (Felsefe Sözlüğü, s. 1142)
Her gün çevremizde gördüğümüz veya bizzat tecrübe ettiğimiz her bir varlığın, her bir olayın, her bir hareketin bir sebebi vardır. Mesela camın kırılmasının sebebi ona isabet eden taştır, elimizin acımasının sebebi onu duvara vurmamızdır, hastalanmamızın sebebi soğuğa maruz kalmamızdır, meydana gelen depremin sebebi fay hattı kırılmasıdır, bilardo masasındaki topun hareketinin sebebi diğer topun ona çarpmasıdır, topun giderek yavaşlamasının ve bir süre sonra durmasının sebebi sürtünme kuvvetidir, dünyanın güneş etrafında bir eksende hareket etmesinin sebebi güneşin çekim gücüdür.
Varlık ve olayların çoğu durumda tek bir sebebi olmaz. Bazı durumlarda sebep-sonuç arasındaki ilişki oldukça kompleks olabilir. Bu yüzden nedensel ilişkileri tespit etmek sanıldığı kadar kolay değildir. Mesela bir eve yanan bir sigara atıldığını ve yangın çıktığını düşünelim. Yangının sebebi olarak sigarayı düşünürüz. Oysaki sigara yangının çıkması için tek başına yeterli değildir. Bunun için evde yanıcı maddelerin bulunmasına ve ortamda yeteri kadar oksijen olmasına da ihtiyaç vardır. Bir bitkinin yetişmesi veya bir çocuğun doğması gibi olayları nedensellik bağıyla açıklamak ise çok daha komplekstir.
Öte yandan çoğu varlık veya olay bir müsebbebi (sonucu, eseri) olduğu sürece sebep, bir sebebi olduğu sürece de müsebbep olarak isimlendirilir. Çoğu zaman bir olay bir şeyin sebebi, başka bir şeyin de sonucu olur. Mesela şoför uyuduğu için arabanın bir insana çarptığını ve bu kişinin öldüğünü düşünelim. Buradaki çarpma olayı ölümün sebebi, uyuklamanın da sonucu olmuş olur. Aynı şekilde uyuklama çarpmanın sebebi olduğu gibi, aşırı yorgunluk gibi bir başka sebebin de sonucu olabilir. Keza yağmur yağması, hava hareketlerinin bir sonucudur ama bitkilerin büyümesinin de sebebidir.
Aristo’nun Dört Neden Kuramı
Aristoteles, herhangi bir varlık veya olayın ya da bir bütün olarak evrenin ortaya çıkmasını sağlayan dört neden/sebep olduğunu ortaya koymuş ve onun bu görüşü daha sonra İslâm filozofları ve kelamcılar tarafından da kullanılmış ve Aristo’da rastlanmayan bir yoğunluk ve derinlikte incelenmiştir. Bu dört neden şunlardır: maddi neden, formel (sûrî) neden, etken (fail) neden ve ereksel (gâî) neden.
Bu dört nedeni bir heykel üzerinden açıklayacak olursak; bu heykelin kendisinden yapıldığı şey maddî neden, onun kazandığı şekil ve suret formel neden, mermeri yontup ona şekil veren sanatkâr etken neden, bu sanatkârı söz konusu heykeli yapmaya sevk eden amaç da ereksel neden olarak isimlendirilir. Zira yontulup şekil verilecek bir taş veya mermer olmadan heykel vücuda gelmez. Gerekli şekil ve formu kazanmadığı sürece mermer heykele dönüşmez. Mermeri yontup şekillendirecek bir fâil olmadığı sürece yine heykelden söz edilemez. Ve son olarak bir sanatkâr, bir amaç gözetmediği sürece heykel yapımına girişmez. Dolayısıyla bu dört sebebin hepsi de heykelin ortaya çıkmasında etkilidir.
Bunlardan ilk ikisine (maddi ve formel sebeplere) dâhili sebep, son ikisine (etkin ve ereksel sebeplere) ise harici sebep denilmiştir. Fâil ve gâi sebepler daha çok metafizik alanla alakalı görülmüştür. Filozoflar fâil nedene varoluşun illeti, gâî nedene ise var oluşun illetinin illeti olarak bakmışlardır. Yani gâî neden, var oluşun kendisi sayesinde ortaya çıktığı illettir. Günümüzde neden denildiğinde daha çok etkin/fail neden anlaşılır ve tartışmalar da bunun üzerinde yapılır.
Aristo’nun bu kategorisinin yanında neden hakkında, içkin/aşkın, yakın/uzak, hakiki/mecazi, doğrudan/dolaylı, tikel/tümel gibi daha başka sınıflamaların yapıldığını da ifade etmek gerekir.
Nedensellik İlkesi
Nedensellik, zamansal çizgide biri olmadan diğerinin de ortaya çıkamayacağı iki olay veya fenomen arasındaki ilişki demektir. Ne zaman ki neden/sebep olarak görülen birinci olay ortaya çıkarsa, müsebbep/sonuç olarak isimlendirilen ikinci olay da ortaya çıkar. Nedensellik ilkesi de her varlığın, her olayın ya da her durumun bir nedeni olduğunu, tabiatta nedeni bulunmayan hiçbir şeyin bulunmadığını, nedenleri bildiğimiz takdirde sonuçları da bilebileceğimizi söyler.
Bu ilkeye göre varlık âlemindeki her şeyin bir sebebi vardır. Her malul bir illete dayanır. Aynı nedenler aynı koşullar altında aynı sonuçları ortaya çıkarır. Nedensellik ilkesi sayesinde varlıkların ve olayların birbirine nasıl etki ettikleri anlaşılır. Bu ilke de tabiatın düzenliliğine dayanır.
Tabiatta bir düzen bulunduğu, belli olayların diğerlerini takip ettiği hemen herkesçe kabul edilir. Çünkü bu, gözlemlenebilen bir olaydır. Herkes bilir ki güneş çıktığında hava ısınır. Metaller ısıtıldığında genleşir. Havadaki bir cisim serbest bırakıldığında yere düşer. Su, yüz dereceye geldiğinde kaynamaya başlar. Veya belirli sonuçları elde etmek için aynı sebeplere başvurulur. Tarlasından ürün hasat etmek isteyen kimse toprağa tohum atar. Acıkan kimse açlığını gidermek için yemek yer. Hastalanan kimse şifa bulmak için ilaç kullanır.
Aynı şekilde nedensellik ilkesine dayanılarak hava tahmin raporları yayınlanır, depremlerle ilgili tahminler yapılır, küresel ısınma ve iklimsel değişimler kontrol altına alınmaya çalışılır. Fen bilimleri ölçüsünde olmasa da sosyal bilimlerde de nedensellik ilişkisi etkisini gösterir. Mesela tenasüb-ü illiyet (sebep-sonuç uygunluğu) prensibine bağlı kalmadan savaşlarla, ekonomik krizle, açlık ve sefaletle mücadele etmenin veya bir ülkeye refah, bolluk, toplumsal barış ve huzur getirmenin imkânı yoktur. Çünkü bütün bunlar, sebeplerinin doğru teşhis edilip bunlara riayet etmenin neticesinde ortaya çıkacak olaylardır.
Tabiatta bir düzenlilik bulunduğunu, belirli olayların başka olayları izlediğini biliriz ve hayatımızı buna göre yaşarız. Nedensellik, evrendeki en temel bağdır. Bu yüzden David Hume onu “evrenin çimentosu” olarak isimlendirir. Bu ilke ve düzen reddedildiği takdirde her şey olası hâle gelir. Genellemeler yapılamaz, yasalar konulamaz, öngörülerde bulunulamaz, bilimsel faaliyetler yürütülemez, yeni teknolojiler geliştirilemez. Dahası ahlakî sorumluluktan bahsedilemez. Çünkü bu durumda niyet ve düşüncelerimizi eylemlerimize, eylemlerimizi de onların sonuçlarına bağlamanın imkânı kalmaz. (Bkz. S. Mumford, R. L. Anjum, Causation-A Very Short Introduction, s. 1-2)
Bilim adamları olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini yakından incelemiş, onlara dair detaylı açıklamalar yapmış, farklı teoriler geliştirmişlerdir. Sebeple sonuç arasında zamansal bir önceliğin ve mekânsal bir yakınlığın bulunmasının şart olup olmadığı, eşzamanlı nedenselliğin mümkün olup olmadığı, nedensel ilişkilerin yönünün tersine çevrilip çevrilemeyeceği, yani sebeple sonuç arasında bir simetri bulunup bulunmadığı, bir şeyin sebep olarak isimlendirilebilmesi için sonuçla arasında nasıl bir bağ bulunması gerektiği, sebebin sonuç üzerinde hangi yollarla etkide bulunduğu gibi konular bilimin alanına girmekte ve bilim adamlarınca araştırılmaya devam etmektedir.
Felsefeci ve kelamcılar tarafından yürütülen asıl tartışma konusu ise iki olay arasındaki ilişkinin hangi temele dayandığıdır, mahiyet ve doğasıdır. Çoğunluğu itibarıyla felsefecilere ve fizikçilere göre sebeplerle sonuçlar arasındaki ilişki nesneldir, sabittir ve zorunludur. Epistemolojik değil, ontolojiktir. Yani insan zihninden ve bilgisinden değil, varlığın bizatihi kendinden, sahip olduğu doğasından kaynaklanır. Sebepler, sonuçları ortaya çıkaracak etki gücüne, tesir kudretine sahiptir. İlletler, ortaya çıkan eserlerin etken/fail sebepleridir. Değişim ve hareketin nedenini metafizik âlemde değil, fizik âleminde; onların dışında değil, içinde aramalıdır. Bu yaklaşıma ampirik nedensellik ve bazı durumlarda determinizm de denir.
Laplace ve Poisson gibi determinizmin katı bir yorumunu benimseyenler meseleyi bir adım daha ileri götürerek, insan fiilleri de dahil evrendeki bütün olayların önceki olaylar tarafından zorunlu olarak tayin edildiğini, belirlendiğini söylerler ki bu durumda insan özgürlüğünden de bahsedilemez. Zira bu görüşe göre geleceğe dair tüm olaylar en baştan bellidir. Kâinatın mevcut durumu bir önceki durumunun zorunlu sonucu olduğu gibi, bir sonrakinin de sebebidir. Aksi bir durumun ortaya çıkması imkânsızdır. Biz bilelim ya da bilmeyelim, gelecekteki bütün olaylar bugünkülerin bir neticesi olarak belirlenmiştir. Bu görüş “materyalist kadercilik” olarak da görülür.
Determinizm
Determinizm eski Osmanlıcada icabiyye, vücûbiyye, zarûriyye, muayyeniyet gibi kavramlarla ifade edilmiştir. Onun Arapça karşılığı ise “hatmiyye”dir. Günümüz Türkçesinde onun karşılığı olarak belirlenimcilik, gerekircilik gibi kavramlar kullanılmaktadır. Determinizme göre kâinatta olup biten her olay, maddî veya manevî sebeplerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkar. Asıl tartışma konusu olan mevzu da sebebin sonucu zorunlu olarak gerektirip gerektirmediği, sebep ile sonuç arasındaki bağın zorunlu olup olmadığıdır. Determinizm kavramı nedensellik ilişkisinin yanı sıra bu ilişkideki zorunluluğu da ifade eder. (DİA, “Determinizm”)
Nedensellik (causality) en kısa ifadesiyle her sonucun bir sebebi olduğunu söyler. Sebep ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu olup olmaması nedenselliğin yorumuna göre değişir. Determinizm ise zorunluluk fikri çerçevesinde yorumlanır. Yani sebebin varlığı sonucun varlığını, yokluğu da yokluğunu zorunlu kılar. Bu zorunluluğu kabul etmeyenlerin yaklaşımına indeterminizm denir. Gerçi bazıları bu zorunluluk fikrine katılıp katılmadıklarını determinizm önüne getirdikleri “mutlak/cebrî” veya “şartlı” gibi vasıflarla ortaya koyarlar. İslâm kelamında veya felsefesinde kullanılan “el-illiyye” ve “es-sebebiyye” (illiyet ve sebeplilik) kavramları hem nedensellik hem de determinizm fikriyle yakından ilgilidir.
Nedenselliğin determinizmle özdeşleştirilmesi, karşımıza mekanik bir dünya görüşü çıkarır. Bu dünyada canlılar da dahil her şey maddî süreçlerin, fiziksel güçlerin ve tabiat yasalarının neticesinde ortaya çıkar. Burada varlık dünyasının dışından gelebilecek bir müdahaleye yer yoktur. Dolayısıyla böyle bir dünyada mucizelerin de kendine yer bulması mümkün değildir. Dahası determinist bir dünyada özgür iradeye de yer kalmaz. Her şeyin bir sebebi olduğuna, her olay sebepler zincirinin bir halkası olarak vücut bulduğuna göre kararlarımız, seçimlerimiz ve eylemlerimiz de belli sebeplerin sonucu olarak ortaya çıkmak zorundadır. İşte dinlerle arası bozuk olan da bilimin kendisi değil, bu natüralist yorumudur. Din-bilim arasında çatışma bulunduğunu iddia edenler de determinist, natüralist ve pozitivist felsefeyle bilim yapan kimselerdir.
Ne var ki görünen varlık dünyasının arkasında aşkın ve metafizik nedenlerin olabileceğini daha baştan reddetmek, bir ön kabul olarak natüralizm ve pozitivizme inanmak demektir. Zira daha sonra genişçe izah edeceğimiz üzere biz belli sonuçların belli sebeplerden sonra geldiğini, belli olaylar arasında bir korelasyon (ardışıklık) bulunduğunu gözlemliyoruz ama bunlar arasındaki ilişkinin doğasını gözlemleyemiyoruz. Yani görünen nedenlerin gerçek sebepler olup olmadığını bize bilim değil alışkanlıklarımız ve inançlarımız söylüyor. Burada şu kadarını ifade etmek gerekir ki beşer, sebeplerin hakikatini ve metafizik boyutunu ancak aşkın bir bilgi kaynağı olan vahyin rehberliğinde bilebilir.
İslâm ulemasının nedensellik ilkesine dair getirdiği yorumlara geçmeden önce, determinist evren anlayışına eleştiri getiren veya tamamen karşı çıkan Batılı filozofların ve bilim adamlarının görüşlerine yer vermek istiyoruz. Biz biliyoruz ki natüralist anlayışın resmettiği mekanik evren tasavvurunda Yaratıcıya yer olmadığı gibi, böyle bir anlayış ilâhî vahyin bize talim ettiği dünya görüşüne de terstir. Fakat sadece vahiyden değil, hem İslâm uleması hem de Batılı araştırmacılar tarafından gözlem ve akıldan yola çıkarak da determinizme önemli eleştiri ve itirazlar getirilmiştir. Meselenin daha iyi anlaşılması adına bir sonraki yazıda bu görüşleri ele alacağız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***