İSTANBUL – Kendisine “Karadenizli bir sosyalist” diyen DEM Parti İBB Eşbaşkan adayı Murat Çepni, Kürtler ile Karadeniz’deki halkların yaşadığı sorunlar arasındaki bağa işaret ederek, “DEM Parti’ye en çok Karadenizlilerin ihtiyacı var” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Yerel Seçimler kapsamında Kurdistan’da ön seçim, batıda ise kent uzlaşısı ile adaylarını belirledi. Resmi verilere göre 15 milyon nüfusuyla seçimlerde gözde kentlerden biri olan İstanbul için seçim stratejisi merak edilen DEM Parti, Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’yi aday gösterdi. Demokratik yerel yönetim ilkesiyle seçimlere hazırlanan DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayları Beştaş ve Çepni, seçim bildirgelerini açıkladıktan sonra çalışmaları kapsamında saha indi.
DEM Parti Türkiye’nin aynası da olan eşbaşkanlık sistemiyle girdiği seçimlerde, kozmopolit bir kent olan İstanbul’da halkların ulaşım, deprem, yoksulluk, işsizlik gibi çok boyutlu sorunlarını çözmeye talip olduklarını söyledi. DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan adaylarından Murat Çepni, 2018 Genel Seçimleri’nde Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili olarak seçildi. Rize İkizdere’de 1974 yılında dünyaya gelen Çepni, 1985’ten sonra Samsun’da yaşama başladı. Lise öğrenimini tamamladığı Samsun’da siyasetle tanışan Çepni, 1990’lı yıllarda örgütlü mücadeleye başladı. Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluşunda yer alan Çepni, aynı zamanda Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nde (ESP) görev aldı. Parti Meclisi (PM) ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) görevlerinde bulunan Çepni, Karadeniz bölgesinde HDP’nin örgütlenme çalışmaları yürüttü. HDP’de MYK üyeliğinde yer alan Çepni, son olarak partinin 27’nci dönem İzmir Milletvekilli olarak Meclis’te yer aldı.
Siyasi çalışmaları nedeniyle 9 yıl cezaevinde kalan Çepni, Ulucanlar’dan Kandıra’ya çeşitli cezaevlerinde tutsak kaldı. 19 Aralık 2002’de cezaevlerinde dönük “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında gerçekleştirilen katliamda Ümraniye’de tutuklu bulunan Çepni, F Tipi cezaevlerinde tutsak kalan ilk isimlerden biri olarak o sürece de tanıklık etti.
“Karadenizli bir sosyalistim” diyen Çepni, Karadeniz’in Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve Kemal Pirlere kadar çok güçlü bir devrimci sosyalist damara sahip olduğunu söyledi. 1980 sonrası devletin devrimci damarı yok etmeye çalıştığını dile getiren Çepni, ancak tüm saldırılara rağmen bunun yok edilemediğini vurguladı. Milletvekilliğinden sonra partisinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi eşbaşkan adayı olarak siyasi çalışmalarını sürdüren Çepni, seçimlerde İstanbul’un önemini değerlendirdi, seçim çalışmalarını anlattı.
İktidarın ve “muhalefetin” ırkçılığı derinleştirdiği bir ortamda seçime gidiliyor. Bir Karadenizli olarak DEM Parti adayı olarak seçim çalışması yürütüyorsunuz. Seçmen nasıl karşılıyor?
Geçen gün seçim çalışmaları kapsamında yaptığımız ziyaretlerde, Rizeli bir esnafla karşılaştım. O esnaf bana ‘Hiç Rizeli bir HDP’li görmedim’ dedi. Tabi ben ilk değilim. Karadeniz’de partimizin çok güçlü bir damarı var. Hele 7 Haziran 2015 sürecinde bütün kentlerde çok önemli oylar aldık. Önemli çalışmalarda yaptık. Karadeniz dediğinizde iktidar tarafından pompalanan, örgütlenen bir ruh, bir düşünüş biçimi var. Gerçeklerden ziyade, televizyonlarda saray medyasında pompalananın kişilerde oluşturduğu ruh hali ve bilinç bu. O esnafa bu gerçekliği anlattım. Aslında DEM Parti’ye en çok Karadenizlilerin ihtiyacı var.
DEM Parti’ye neden ihtiyaç var?
Kürtlerin kendi coğrafyalarında yaşadıkları sorunların bir boyutu da Karadeniz’de. Oradaki sorunun bağlantıları, devamı Karadeniz’de, Ege’de, İç Anadolu’da devam ediyor
Şimdi bir tarafta DEM Parti ‘Kürtlerin partisidir’ diye anlatılır. Doğrudur, DEM Parti Kürtlerin partisidir ama aynı zamanda Türkiyeli halkların da partisidir. Bütün ezilenlerin partisidir. Ama Kürtlerin durumu özgün bir durum. Kürtlerin kendi coğrafyalarında yaşadıkları sorunların bir boyutu da Karadeniz’de. Oradaki sorunun bağlantıları, devamı Karadeniz’de, Ege’de, İç Anadolu’da devam ediyor. Dolayısıyla bir tarafta ölümler yaşanırken, bir boyutu da ırkçılık ve milliyetçiliğin arka bahçesi haline getirilen Karadeniz gibi coğrafyalarda yaşatılıyor. Karadeniz çok yoksul bırakılmış, talan edilmiş, coğrafyası ve tarımı bitirilmiş neredeyse ama bu insanlar hala iktidarın arka bahçesi gibiler. Bu, vatan, millet, din, iman edebiyatıyla oluyor.
Ancak iktidar Karadeniz’i kendisiyle özdeşleştiren bir siyaset yürütüyor. Siz Karadeniz’i nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karadeniz dediğimiz coğrafya çok bilinmiyor maalesef. Karadeniz coğrafyası Tayyip Erdoğan gibi iktidar partilerinin bazı kimlikleriyle özdeşleştiriliyor. Bir de bu faşist milliyetçi hisler ona bağlı olarak değerlendiriliyor. Karadeniz böyle bunların vatanıymış gibi bir algı var. Oysa değil. Karadeniz dediğiniz yer, aslında tam da DEM’in kendisi. DEM çoğulcu, içinde herkes var. Bütün halklar var, bütün kimlikler, bütün ezilenler var. Herhalde bu coğrafyada Karadeniz kadar renkli bir coğrafya yok, bölge yok. Ermeni, Rum, Türk, Çerkez, Alevi… Daha sayamadığım çok sayıda etnik kimlik yaşıyor. Şimdi böyle bir coğrafyada ırkçılığın yaşama şansı yok, mümkün değil, imkansız. Ama öyle bir hale getirilmiş ki Türklük ve Müslümanlık dışında sanki hiç kimse yokmuş gibi. Dolayısıyla biz HDP olarak Karadeniz’e girdiğimiz her anda emin olun bir karşılık aldık. Örneğin 7 Haziran seçimlerinde bütün Karadeniz’de çok kapsamlı bir çalışma yürüttük. Ve çok etkili sonuçlar da aldık. Fakat bu çok özel olarak kesildi. 1 Kasım 2015, basit bir süreç değildi. 1 Kasım sürecinin startının verilmesi, HDP’nin Karadeniz’deki pozisyonuyla da doğrudan alakalıdır.
DEM Parti’nin İstanbul’da aday çıkarması hem iktidar hem muhalefet açısından çokça tartışıldı. “Kent Uzlaşısı” nasıl ortaya çıktı, DEM Parti’nin bu politikası nasıl oluştu?
DEM Parti, bütün demokrasi taleplerini birleştiriyor. Hiyerarşi kurmadan, kimin ne acısı, ne sıkıntısı, ne talebi varsa, DEM Parti’nin programı buna yanıttır. Halk ittifakı ve demokrasi ittifakı yapmış oluyoruz. 2023 seçimlerinden sonra büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk ortaya çıktı. Millet İttifakı’nın yarattığı büyük bir hayal kırıklığı oldu. Solcular, sosyalistler de dahil olmak üzere büyük bir kesim Millet İttifakı’nın gelişiminden, başarısından büyük bir umut açığa çıkarttılar. Bu beklentinin çok büyük büyük bir hayal kırıklığı olduğu ortaya çıktı. Bunun hiçbir gerçekliği yoktu ama maalesef AKP karşıtlığı böyle bir ruh halini yarattı. Bizde seçim sonrası halkımızla çok yaygın toplantılar yürüttük. Bu toplantılardan sonra atacağımız adımlara dair yerelde de karar vermemiz gerektiği gibi bir sonuç çıktı. Bunu halkımız söyledi. Kent uzlaşısı böyle ortaya çıktı. Her yerde halkımız demokratik, özgürlükçü adaylar kimse, tercihini böyle yapabilir. Partimiz yerel yoklamalar yaptı. Bunun dışında da kent uzlaşısı ile aday çıkarmadığımız yerlerde halk kendi tutumunu kendisi belirleyecekti. Bugünkü politikamız böyle oluştu.
Seçmenlerinizin tepkisi ne oldu?
Halkımızın şimdiye kadar yaptığımız ittifaklara eleştirisi var. Çünkü ittifak dediğiniz şeyin bir karşılığı olmalıdır. Size siyasi, örgütsel olarak bir şey katmalıdır. Eğer katmıyorsa, bu yanlış ittifak demektir. Bir şey katmasından ziyade, birçok şeyin ortadan kaybolmasına neden oldu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun protokol meselesi gibi. Düşünün kazanabilirlerdi değil mi? Çok az bir farkla kaybettiler. Bugün İçişleri Bakanı ağzından salyalar akıtan, mülteci düşmanı, Kürt düşmanı olabilirdi. Ve o anlaşmanın başka maddeleri de vardı. Kayyım ile ilgili maddeleri vardı. Düşünün; siz milyonlarca insanı, bu ekip etrafında konsolide ediyorsunuz. Ortaya çıkıyor ki bırakın nefes almayı, daha beter bir tabloyla karşı karşıyayız. Şimdi biz buna mecbur muyuz? Biz ikisinden birine mecbur değiliz.
DEM Parti’nin aday çıkarmasıyla başlayan tartışmalar sürüyor, çokça yazılıp çiziliyor. Sahadaki gözlemleriniz neler, seçimlere nasıl bir atmosferde gidiliyor?
Seçim öncesinde Türkiye’de AKP ve CHP olmak üzere sadece iki parti var şeklinde bir atmosfer yaratıldı. Sanki bu iki partinin adayları dışında kimse yok! Ama başka adaylar da var. Başta biz varız. Bu özel olarak örgütlenen bir politika. AKP korkusu üzerinden, karşısında kazanabilecek kim varsa, ona oy verin deniyor. Stratejik oy deniyor buna. Şimdi stratejik oy falan değil bu. Bu bir burjuva siyaseti. Bu, ‘Siz kendi programınızla örgütlenmeyin’, ‘demokrat, devrimci, sosyalist alternatifleri görmeyin’ demektir. Biz alana çıktığımızda, halkımız bizi gördüğünde, bu tablo tuzla buz oluyor. Anlatıyoruz, halkımız da burada son derece kararlı. Dolayısıyla halkımızda bundan etkilenebilir ama alanlara çıktığımızda, bu konuda bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Halkımız kendi partisini gördüğünde, büyük bir coşkuyla kenetleniyor. Ama tabi çok çalışmamız lazım. DEM Partililerin bu konuda kendi partisinin etrafında kenetleneceğinden hiçbir şüphemiz yok.
Seçim meydanlarında muhalefet adaylarının açıklamaları da tepki topluyor. Siz CHP’li Burcu Köksal’ın partinize dönük açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burcu Köksal bir sonuçtur. Burcu Köksal gibi çok var. Biz esasen bir siyaset ve anlayıştan bahsediyoruz. Bu açıklamalara bakarak partimizin tutum belirlediğini sananlar var, ama öyle değil. O yüzden biz geçtiğimiz seçimleri değerlendirdik. Demokrasi konusunda ne kazandık? Özgürlükler ne kadar gelişti? Siyaset ne kadar özgürleşti? Bütün bunları değerlendirdik ve şimdi bu yerel seçimlerde başka bir strateji belirlemiş bulunuyoruz. Kendi adaylarımızla, çıkarabildiğimiz her yerde kendi adaylarımızla, kendi programımızla seçime gireceğiz ve şunu söylüyoruz: Biz DEM Parti’yi örgütsel olarak ve siyasi olarak ne kadar çok örgütleyebilirsek, ne kadar güçlendirebilirsek, ne kadar halklarımıza taşıyabilirsek, bu coğrafyada ancak böyle kazanabiliriz diye bugüne gelmiş olduk.
İstanbul nasıl yönetilmeli, siz nasıl bir yönetim vaat ediyorsunuz?
Bizim hem belediye hem de mahalle meclislerimizde halkımız örgütlenecek ve halkımızın buradan çıkardığı kararlar, belediyenin yönetiminde esas alınacaktır.
Biz kenti halk meclisleri ile yöneteceğiz. Bizim halkçılığımız da buradan geliyor. Mesele belediye başkanlığının iyi niyetine bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele. Öyle, ‘Ben herkesi seviyorum, halkımı seviyorum’ demekle olmaz. Bunun mekanizmasının kurulması lazım. Bu da halk meclisidir. Bizim hem belediye hem de mahalle meclislerimizde halkımız örgütlenecek ve halkımızın buradan çıkardığı kararlar, belediyenin yönetiminde esas alınacaktır. Dolayısıyla halkımızla beraber yöneteceğiz. Biz buna yerinden yönetim diyoruz, özerklik, demokratik özerklik diyoruz. Şimdi bunu dediğimizde, herkes bir zıplıyor değil mi? ‘Vay Kürtler demokratik özerklik istiyor, bizi bölecekler’ diye. Şimdi İstanbul’un bir mahallesinde bir yeşillik var. Geçen mesela Acıbadem’de vardı. Şimdi insanlar ayaklandılar orada. ‘Bizim bir tane yeşil alanımız kalmış, bunu da hastanenin otoparkına veriyorsunuz’ diye tepki gösterdi. Biz de buranın ne olacağına bu halk karar versin diyoruz. İşte özerklik budur. Aynı şey deresine sahip çıkan, suyuna sahip çıkanlar için de geçerli. Biz böyle yöneteceğiz İstanbul’u.
Seçim bildirgenizde “Dirençli bir İstanbul” vaat ettiniz. Geçtiğimiz günlerce Prof. Naci Görür ile bu konuyla ilgili görüşmeniz oldu. Depreme karşı neler yapılmalı?
Naci Görür hocamızla çok verimli bir görüşme yaptık. Depreme hazırlık meselesini konuştuk. Deprem olduktan sonra neler yapacağımızı konuşmadık. Bunun hiçbir karşılığı yok, hiçbir gerçekliği de yok. Deprem meselesi bir hazırlık meselesidir. Deprem öldürmüyor, bu rantçı, bu halk düşmanı siyaset öldürüyor. Dolayısıyla hocamız da bize ayrıntılı bir şekilde şunu anlattı: Bir depreme hazırlık, bu coğrafya açısından olmazsa olmazdır. Burada atılan her adım, deprem gerçeğini dikkate alarak olmak zorundadır. Bunun bütçesi depreme göre hazırlanmalıdır. Bunun bilimsel fizibilite, araştırmaları, incelemeleri, yer altının bütün boyutlarıyla bilimsel olarak incelenmesinden başlayalım yavaş yavaş yukarı doğru çıkarak kentin kurulmasına varıncaya kadar çalışmaları yapılmalıdır. Bunun çok kapsamlı bir biçimde ele alınması gerektiğini söyledi. Bizimde deklarasyonumuzda aslında temel perspektifimiz buydu, hazırlık meselesi. Dolayısıyla bu görüşmeden epeyce bir bilgilendik. Ama maalesef şöyle bir durum var, bu dönüşümün bütçesini kuramadığınızda, yoksul halkımızın depreme hazırlanması çok mümkün değil. Dolayısıyla bunun bütçesini hazırlamak lazım. O da DEM Parti’yle mümkün.
İstanbul aynı zamanda işçi-emekçi kenti. Sınıf mücadelesine dair perspektifiniz nedir?
Bizim partimizin programında sosyalist iktidar yok. Ama demokratik halk iktidarı var. Demokratik halk iktidarı kazanılmadan, sosyalizm zaten kazanılamaz.
Bazı kesimler, partimizi sınıf mücadelesinin tümden dışında tutuyor. Hatta partimizle yan yana gelmenin sınıf mücadelesi yürüttüğünü söyleyen partilerin gelişimini engellediğini de söyleyen epeyce bir kesim var. Tabi bunlar çok hatalı yaklaşımlar. Kimseye de bir şey katmıyor. Devletle çok karşı karşıya gelmeden, devletin çok sinir uçlarına dokunmadan, bu coğrafyanın bazı yapısal sorunlarına değinmeden, enstitü solculuğu yapma eğilimleri bunlar. O yüzden biz bunları esastan tabi tartışıp eleştiriyoruz, yok sayıyoruz. Yer yer uyarmaya da çalışıyoruz ama herkes tabi yapacağını kendisi bilir. Partimiz bir sınıf partisi. Aynı zamanda, işçilerin ve yoksulların partisi. Piramit dersek, bu piramidin en altındakilerin partisiyiz biz. Bu coğrafyada yoksullar neyle zehirleniyorlar? Irkçılık ve şovenizm ile zehirleniyorlar. Bu da Kürt düşmanlığından besleniyor. Şimdi demokrasi ve sosyalizm birbiriyle bağlantılı kavramlar ve modeller. Şimdi siz demokrasiyi kazanmadan, demokratik bilinç kazanılmadan, sosyalizm gelişemez.
Şimdi Kürt sorunu konusunda eğer bir işçiye kendi devletine, kendi sermayesine, patronuna ‘Benim paramla bu Kürt halkına savaş açmış durumdasın, bu savaşın bana getirdiği tek şey, açlık ve yoksulluk’ dedirtemediğimiz koşullarda, o işçi ne der peki? ‘Ben aç kalayım, evsiz kalayım ama vatanım sağ olsun’ der. Vatan onunmuş gibi, sermayenin kasasını vatanı zanneden işçinin demokrasi bilinci gelişmediği kadar sosyalizm gelişemez. İşte tam olarak biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. O yüzden DEM Parti hem Kürt halkına hem Türkiye halklarına hitap ederken, işte o birleşikliği inşa etmeye çalışıyor. O yüzden sınıf mücadelesinin bir parçasıyız biz. Her boyutuyla sınıf mücadelesinin bir parçasıyız ama demokrasi mücadelesi yürütüyoruz. Örneğin bizim partimizin programında sosyalist iktidar yok. Ama demokratik halk iktidarı var. Demokratik halk iktidarı kazanılmadan, sosyalizm zaten kazanılamaz.
Seçim çalışmalarınız kapsamında işçileri de ziyaret ettiniz. İşçilerin temel sorunları neler?
İstanbul devasa bir işçi kenti ve işçi cinayetlerinin en yaygın yaşandığı kentlerden bir tanesi, işçiler burada kölece yaşıyorlar. Ulaşım koşullarından kaynaklı, sabahın köründe kalkıp işe gitmek zorundalar. Geç saatte eve gelmek zorundalar. Anadolu kentinde olsalar, kendilerine daha fazla belki zaman ayırabilirler ama bu kentte bildiğiniz robot gibi çalıştırılıyorlar. Sendikasızlaştırma saldırısıyla bağlantılı olarak güvencesizlik var. Türkiye’nin en büyük finans kenti burası. Ama bu finans kentinden işçi sınıfı tümüyle ücretli köle biçiminde çalıştırılıyor. Tuzla’ya gittik, Tuzla’da çok çıplak görüyorsunuz zaten. İşçi cinayetlerinden tutun kimyasal zehirlenmelere, sendikasızlaştırmaya varıncaya kadar bir dizi sorun var.
Bu sorunlara çözümünüz nedir?
Buna bizim çözümümüz; bütçe tercihi. Biz, bizim belediyemiz yoksulların yoksulluğunu yönetme belediyesi değildir. Biz Türkiye’de yoksulluğu çok iyi yöneteceğiz demiyoruz. Biz yerel ve merkezi iktidarımızda yoksulluğun olmadığı bir ülke yaratacağız. Bizim farkımız bu. Dolayısıyla işçi sınıfının kendi örgütlülüğünün önünü açacağız. En büyük sözümüz budur. Böyle devlet sendikalarında değil tabi. Aynı zamanda işçi sınıfının belediyenin yönetiminde doğrudan rol almasını sağlayacağız. Doğrudan bir işçi denetimini burada sağlayacağız. Örneğin bütçenin nereye harcanacağı konusunda işçi sınıfının, sendikaların doğrudan katılımı olacak.
*İşçisinden emekçisine, gencinden kadınına İstanbul seçmenine çağrınız var mı?
Biz halkımıza şunu diyoruz: Derdiniz özgürlük, sana özgürlük veren var mı? Siz yoksulluk ve açlıkla ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Bununla mücadele ederken, bu ülkede şirketler dünya ortalamasının üzerinde, yüzde 300, 500 kar ettiler. Ortada bir kriz var ama bu kriz aslında yoksullaşma krizidir. Sizin yoksulluğunuzu gideren bir parti var mı? Bizim dışımızda yok. Kadın arkadaşlarımıza aynı çağrıyı yapıyoruz. Gençler için aynı şeyi söylüyoruz. Derdiniz ne, çözümü ne? Bu soruya cevabınızı verin, DEM Parti mi, başka partiler mi? Kararı size bırakıyoruz. Sizi kandırmalarına izin vermeyin. Bizim kendi yolumuz var, ‘Üçüncü Yol’ diyoruz, pekala başarabiliriz. O yüzden DEM Parti etrafında hem seçimlerde hem de tüm süreçte kenetlenme çağrısını yapıyoruz.
MA / Diren Yurtsever – İbrahim Irmak
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***