AKP’nin iktidardaki ilk yıllarında, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin en kritik dönüm noktalarından birisi yaşandı. Irak’ı işgal etmeye hazırlanan ABD, askerlerini Türkiye’de konuşlandırmak ve buradan Irak’a yönlendirmek istedi. 1 Mart 2003’te AKP bunu Meclis’e tezkere olarak sundu. Meclis çoğunluğu AKP’deydi. Ancak bir kısım AKP milletvekilinin de “hayır” oyu kullanmasında, tezkere sadece reddedildi.
Oylamanın yapıldığı güne ait Meclis tutanakları hala gizli tutuluyor. Kamuoyu, o dönemki siyasilerin anlattığı bazı anılarla yaşananların bir kısmını öğrenebildi.
1 Mart tezkeresi döneminde Başbakan olan Abdullah Gül, Tarih Dergisi’ne yaşananları yazdı. Gül, “Bu ülkenin cumhuriyeti ve Meclis’i var” başlıklı yazısında tezkere döneminde yaptıkları görüşmeleri, bürokrasiyi, Meclis’te ve partisi AKP’de olan biteni anlattı.
“SEZER’İN MUHALİF TAVRI VARDI, BAŞLANGIÇTA DOSYALARA ÇOK HAKİM DEĞİLDİK”
“Irak’a müdahale süreci bizden önce başlamıştı ABD’nin bir ‘neocon’ projesiydi; uluslararası bir meşruiyeti yoktu” diyen Gül, “O dönemde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de bunun uluslararası meşruiyeti bulunmadığına işaret eden ve muhalif bir tavrı vardı; başbakan olarak da bunu bana da iletmişti. Tabii başlangıçta dosyalara çok hakim değildik; öncelikle bu meselenin tüm uluslararası veçhelerini ve muhtemel etkilerini ayrıntılarıyla bilmeliydik. Dışişleri’nin brifingleri ve diğer temaslarla bunları netleştirmemiz gerekiyordu” ifadelerini kullandı.
“CUMHURİYET TARİHİNDE DE BİR İLKTİ VE BÜYÜK BİR MESELEYDİ”
Gül, üzerinde büyük bir sorumluluk hissettiğini belirterek, tezkere kapsamında planlanan şeyin, 50 bin ABD askerinin Türkiye’nin değişik havalimanlarından ülkeye girmesi ve buradan da komşu ülkeyi işgal etmesi olduğunu aktardı.
Dönemin Başbakanı Gül, şunları kaydetti:
“Bu durum cumhuriyet tarihinde de bir ilkti ve büyük bir meseleydi. Kimi arkadaşlar, kimi çevreler, kimi gazeteciler ‘Amerika’yı reddetmek masada yeri kaybetmek demek’ diye açık açık belirttiler, yazdılar. Ben ve bazı arkadaşlarımız böyle düşünmüyorduk. Büyük bir sorumluluk, tarihî bir sorumluluk söz konusuydu.
Tabii böyle bir olaya girerseniz, bu kadar Amerikan postalı ilk defa Türk topraklarına ayak basacak. Bir kısmı burada, bir kısmı orada… Bunların lojistikleri, ilişkileri… Nihayetinde savaş bitecek, Irak yakılacak-yıkılacak ama ondan sonra bunlar ne zaman gidecekler? Ne zaman tamamen çekilecekler? Yakın tarihte birçok örnek vardı: Güney Kore’den tutun da Afganistan’a kadar. Bunlar çok büyük sorulardı.”
“BAZI ARKADAŞLAR DERİN ANALİZLERE GİRMEDEN ‘AMAN MASADA OLALIM’ DİYORLARDI”
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün kendilerine karşı çok dürüst davrandığını belirten Abdullah Gül, Özkök’ün hem bardağın dolu tarafını hem de boş tarafını anlattığını ve ihtimalleri aktardığını kaydetti.
Gül yazısını şöyle sürdürdü:
“Sonuçta başbakan olarak sadece benim değil, partide önemli bir grup arkadaşın da ciddi şüpheleri vardı. Hem Bakanlar Kurulu’nda hem milletvekilleri içinde, durumu tüm boyutlarıyla değerlendiren insanlar bulunuyordu. Tabii bunun yanısıra bazı arkadaşlar da yine iyi niyetli olarak Türkiye’nin geleceği için daha ‘pratik’ hareket etmek gerektiğini düşünüyor; derin analizlere girmeden ‘aman masada olalım’ diyorlardı.”
POWELL “ÇOK DA ACELE ETMEYİN” DEDİ
Davos Toplantısı’nda ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la yaptığı görüşmeyi de anlatan Gül, “Powell çok prestijli bir insandı şüphesiz; 1. Körfez Savaşı’nın galibi komutan, hükümetin en kuvvetli ismi, kendi karizması yüksek biri… Yaptığımız özel görüşmede, onun aslında bu savaşa çok gönüllü olmadığını gördüm, hissettim. Aslında kendisi de bunu hissettirdi. Yanımda Büyükelçi Gürcan Türkoğlu vardı. Bir taraftan Amerikan askerlerinin Türkiye’ye girmesi, çıkartma yapılacak iskeleler, İskenderun Körfezi’ndeki düzenlemelerden bahsederken; diğer taraftan ‘çok da acele etmeyin’ diyordu. Kendisine ‘Ben bunu şüphesiz meclise götüreceğim ve meclis karar verir’ dediğimde ‘yani o zaman karar Türkiye’nindir’ diyecek kadar dürüst bir yaklaşımı vardı. Tabii sonraki süreçte kendisine ‘Irak’ın nükleer çalışmaları var’ efsanesinin nasıl dayatıldığını, nasıl aldatıldığını ve bunu ömür boyu bir leke olarak taşıdığını yazdığı kitapta ifade edecekti.” ifadelerini kullandı.
“TÜRKİYE İÇİN ÇOK HAYIRLI OLDU. AHLAKİ KAYGILAR GÜDEN İNSANLARIN-VEKİLLERİN ÖDÜLLENDİRİLMESİ DİYEBİLİRİM”
Peki Meclis’teki oylamada neler yaşandı? Gül, oylamadan 1 gün önce AKP Grubunun toplandığını ve onların bilgilendirildiğini anlattı:
“Meclis’teki genel kuruldan 1 gün önce bir grup toplantısı yaptık. Grup toplantısında Genel Başkan Tayyip Bey de bir konuşma yaptı. Ben de başbakan olarak herkesi bilgilendirdim. O zaman Dışişleri’nin hazırladığı artıları, eksileri sözlü ve yazılı olarak ilettim. Hatta bu süreç içerisinde bütün siyasi partilerin genel başkanlarını davet ettim. Rahmetli Ecevit de vardı; Rahmetli Mesut Bey, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu… Hatta Cem Uzan bile vardı; o seçimde çok oy almıştı. Hepsinin fikirlerini dinledim.
Konuyu meclise getirdiğimizde milletvekillerini detaylı bilgilendirdim. Son konuşmamızda da şunu söyledim: ‘Ben birçok başbakanın bu tip konularda yaptığı gibi hepinizin, grubumun oyunu alıp, sizin adınıza mecliste kullanmayacağım. Yani ‘şu yönde oy kullanın’ gibi bir talimatım olmayacak. Sizi yeterince bilgilendirdik. Neticede altında benim imzam olacağı için durumum farklı. Ancak sizler de farklısınız. Örneğin Amerikan Kongresi neyse bizim Meclis’imiz de öyledir’ dedim.
1 Mart 2023’te Meclis’te yapılan oylamada, bildiğiniz gibi 264 kabul, 250 red, 19 çekimser oy kullanıldı. Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadı. Yani 3 oyla da olsa tezkere reddedildi.
Benim değerlendirmem şudur: Büyük sorumluluk duygusu içinde hareket etmemizin neticesinde, Türkiye için çok hayırlı oldu. Ahlaki kaygılar güden insanların-vekillerin ödüllendirilmesi diyebilirim. Kendi topraklarımızdan savaşa yol verseydik, Irak’ın altüst oluşuna da katılmış olacaktık. Ne olursa olsun bütün Arap dünyası, bütün İslâm dünyası, hatta Avrupa için; işbirlikçi olarak, Amerikalılar’ın güdümünde bir ülke olarak hafızalarda ve arşivlerde yer alacaktık.”
“AMERİKALILAR ÇOK ŞOKE OLMADILAR ASLINDA; DAHA ZİYADE TÜRKİYE’DEKİ AMERİKANCILAR ŞOKE OLDU!”
Tezkerenin reddedilmesinden sonra Türkiye’nin daha itibarlı bir seviyeye çıktığını söyleyen Abdullah Gül, birçok devlet başkanının kendilerini tebrik ettiğini hatırlattı. Gül, Türkiye’nin ABD güdümünde bir ülke olduğu değerlendirmesinin tezkereden sonra azaldığını belirtti.
“ABD’yle ilişkilerimizde ise tabii bir soğukluk meydana geldi ama, Amerikalılar çok şoke olmadılar aslında; daha ziyade Türkiye’deki Amerikancılar şoke oldu!” diyen dönemin Başbakanı Gül, yazısını şöyle sürdürdü:
“Tezkere geçsin diye çok uğraşanlar ve Amerikalılar’la yakınlığıyla ünlenenler… ABD’nin ‘çok büyük intikam alacağını’ falan yazan-çizenler… Ancak dediğim gibi, ABD’deki birçok sağduyulu siyasetçi Türkiye’nin bu kararına saygı gösterdi. Hatta daha sonra ben Dışişleri Bakanı olarak gittiğimde, o dönem tezkerenin geçmesi için büyük baskı yapan hem Cheney hem Rumsfeld benimle görüşmek istedi. Hepsine de dürüst bir şekilde bütün bunları anlattım. Onlar da Türk halkının büyük çoğunluğunun tezkereye karşı olduğunu bildiklerini ifade etti. Zaten ABD’deki Demokratlar da karşıydı; Başkan Obama bile ‘hayır’ oyu kullanmıştı kendi meclislerinde.”
“‘BATICI’ BİLİNEN BİRÇOK ARKADAŞ TEZKEREYE KARŞI ÇIKTI ANCAK KENDİSİNİ ‘YERLİ’ SAYAN BİRÇOK ARKADAŞ TEZKERENİN GEÇMESİ İÇİN ÇABA SARFETTİ”
Kimilerinin dediği gibi Amerikalılar’la ilişkilerimiz yıkılmadı. Daha o zaman, bana ‘ABD’yle ilişkiler koptu’ diye feryat edenlere de şunu söylerdim: ‘Hayır, şimdi ABD’yle daha sağlıklı ilişkiler var. Önceden sadece askerî ilişkiler ve onların güdümünde görünen bir ülkeyken şimdi daha sağlıklı ve saygın bir ülkeyiz’. Nitekim böyle de oldu. Kimi kötü niyetliler, gizli anlaşmalar, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’, ‘PKK’ya destek’ diyerek bu süreci baltalamak istedi ama; bildiğiniz gibi önyargılı oldukları için bugün bile devam ediyorlar bunlara.
Benim değer verdiğim, hatta arkadaşlığım da olan bazı yazarlar; müthiş bir Amerikan taraftarlığıyla, ABD’yle beraber hareket edilmesi gerektiği noktasında o kadar ileri gittiler ki, suçlamaya varan yazılar yazdılar. Wolfowitz’le telefon görüşmeleri dahi yapıp Türkiye’de bir etki oluşturmaya çalıştılar. Diğer taraftan bizim içimizdeki siyasetçiler ve milletvekilleri arasında, eğitimlerini Batı’da almış, hatta ‘Batıcı’ bilinen birçok arkadaş da tezkereye karşı çıktı; çünkü o ahlaki sorumluluğu hissetti. Ancak bunun yanında kendisini daha ‘geleneksel’ ve ‘yerli’ sayan birçok arkadaş ise daha ‘pratik’ hareket etmek istedi; tezkerenin geçmesi için çaba sarfetti.”
Kaynak: Gerçek Gündem
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***