Abdullah EZİK
Moris Danon tarafından bir araya getirilen, büyük kısmı 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ikinci çeyreğine uzanan fotoğraf, el yazmaları ve ithaflı ilk baskı eserler gibi birçok önemli parçayı bir araya getiren, sosyal yaşam ile sanat arasında yeni bağlar ören kitap, Ada’nın cazibesini merkeze alarak gündelik yaşama dair sunduğu panoramalarla da dikkat çekiyor.
Büke Uras ile ‘Büyükada: Moris Danon Koleksiyonu’ çerçevesinde koleksiyon, koleksiyonda yer alan eserler ve Büyükada’nın yakın dönem tarihçesi üzerine konuştuk.
Büyükada, tarih boyunca gerek konumu gerekse ev sahipliği yaptığı entelektüeller, sanatçılar ve yazarlarla özel bir yerde durmuş, kendisine hep farklı bir değer devşirmiş. Büyükada: Moris Danon Koleksiyonu da bu anlamda söz konusu bu mirasa odaklanan bir çalışma. Öncelikle tarih boyunca Büyükada nasıl bir imge olarak ön plana çıkmış, ada imgesinin merkezinde nasıl bir düşünce yer alıyor?
Prens Adaları’nın varoluş hikâyeleri, mitolojiye ya da epik metinlere dayanmaz. Kadim toprakların göbeğinde yer almasına rağmen, tarihine kurucu mitler eşlik etmez. Homeros’un destanı Odysseia’nın baş kahramanı İthakalı Odisseus, Troya’nın düşmesinden sonra, evine dönüş için Batı’ya yönelir. Dolayısıyla Büyükada, Homeros’un felsefi arayış şeklinde kurguladığı yolculuk destanının parçası değildir. Büyükada, kurmaca ütopyaların mekânı olmaz, her zaman hayalden ziyade gerçekliğe bağlıdır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren pekiştirdiği varlıklı sayfiye kenti kimliği, tekinsizlik ve az gelişmişlikle özdeşleşen geleneksel Doğu imgesine karşıt biricikliği önemlidir.
Kitabın merkezinde Moris Danon tarafından bir araya getirilen ve oldukça geniş bir tarihsel süreci kapsayan fotoğraflar, el yazmaları, ithaflı ilk baskılar yer alıyor. Bu noktada Moris Danon ile Büyükada arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir? Danon için Büyükada’yı bunca değerli/önemli kılan temel faktör nedir?
Özel koleksiyonların kamusal arşivlerden farkı beğeni kriterlerinin kişisel olması, yani öznel seçimleri yansıtmasıdır. Hem bu kitabı mümkün kılan koleksiyonerin, hem de yazarının birkaç nesile dayanan Adalı kimliklerimiz ve Ada’ya yönelik duygusal bağımız önce Moris Danon elinde koleksiyonun, sonra da işbirliğimizle bu kitabın oluşmasını tetikledi. Ancak özellikle altını çizmek istediğim nokta, sıklıkla olumsuz dönüşümler karşısında duyduğumuz benzer duygusal tepkilerin, belgeleri tarafsız yorumlamamızın önünde bir engel oluşturmamasına gayret gösterdik. Mimari yozlaşmaya rağmen Büyükada’yı, geçmişinin gölgesinde bir travma mekânı olarak ele almadık. İdealize edilen ve artık var olmayan bir dünyaya yönelik hüzünden, yitirilen kültürel ve sosyal dokuyu mitleştirmekten kaçındık.
Danon koleksiyonunda yer alan eserler, fotoğraflar, yazmalar adaya ve adadaki hayata dair de okurlara birçok şey söyler aslında. Kitapta yer alan ve Moris Danon koleksiyonuna ait bunca eser/parça üzerinden adaya dair bir bakış geliştirilebilir? Siz kitabı gün yüzüne çıkarırken bu konuda nasıl hareket ettiniz?
Bu kitap, Büyükada’ya dair belge ve görsellere eşlik etmek üzere kaleme alındı. Kadim ama nüfus bakımından önemsiz, ufak bir adaya dair yerel tarih çalışması olarak başlayan araştırma, Moris Danon Koleksiyonu’na ait arşiv malzemesi ile metinler birleştikçe, Ada’nın siyasi ve sosyal katkılarıyla değerli ve özgün uluslararası kimliğini yansıtan bir anlatıma evrildi.
Prens Adaları’nın coğrafi kopukluğu kaleme alınan tanıklıkları sınırlamıştır. Hakkında yazılanlar az sayıdadır ve bu nedenle Büyükada’yı konu alan çalışmaların çoğunda metinsel referanslar ortaktır. İlginç olan nokta, bilgi aktarımında kaçınılmaz tekrarların daha 17. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkmaya başlamasıdır. Yazılı ve görsel birincil kaynakların kısıtlı olduğu saptaması, Moris Danon Koleksiyonu’nun sunduğu yeni verileri önemli kılmaktadır. Kitabın konusu olan, Ada’nın cazibesini merkeze alan ve büyük bölümü mahremiyet alanına giren gündelik yaşam görüntüleri, saygın fotoğrafçıların ticari amaçla ürettiği albümin baskılar ya da Sultan II. Abdülhamid’in talimatıyla hazırlanan, Osmanlı’nın çağdaş bir ülke olduğu mesajını vermeye çalışan Yıldız Albümleri’nin resmi kurgusuna göre fazlasıyla kişiseldirler. Sosyal yaşamla yoğrulmuş kırsal ve kentsel peyzaj görselleri, toplumsal olanla kesişerek, İmparatorluğun çözülme sürecine ait bir günce ve hikâye anlatıcı haline geliyorlar. Büyükada tarih yazımı en iyi müttefikini, onu bir tür sonsuzluk içinde sabitlemeyi başaran fotoğrafta buluyor.
‘Büyükada: Moris Danon Koleksiyonu’, aynı zamanda ada ruhuna odaklanan bir kitap. Bu anlamda bir adalılık hâlinden söz edilebilir ki bu duygunun kökünün yüzyıllar öncesine gittiği de ifade edilebilir. Siz bu adalılık ruhunu nasıl tanımlarsınız?
Bu kitabın başlıca gayreti, yüzyıllar, imparatorluklar, milletler ve en önemlisi insanlar arasındaki şaşırtıcı biçimde yeniden tanımlama gücündeki özerkliği ile Ada ruhunu anlayabilmek üzerinedir. Yerel halk kadar Ada’yı sadece yazın ziyaret eden yazlıkçılar da Adalılık ruhunun paylaşımcılarıdır. Merkezi idarenin etkisinin, kurumsal denetimin ve muhafazakar toplum baskısının göreceli eksikliğinin imkan tanıdığı serbestliklerle şekillenen ortak sosyal yaşam Ada deneyiminde belirleyicidir. Ancak suyun varlığından destek alan fiziki ayrışmayla Ada, seçkinlerin egemen hissettikleri ayrıcalıklı bir özerklik alanı kimliğinin ötesindedir. Kent yaşamına kattığı modernlik pratikleri ve özgürlükler rahatlıkla fark edilir.
Büyükada’nın konumu onu birçok anlamda ana karadan bağımsız bir yer hâline getirirken öte taraftan İstanbul ile arasındaki ilişki adaya dair yeni bağıntıları beraberinde getiriyor. Peki Büyükada, hem bir özerk alan hem de İstanbul ile ilişkisi çerçevesinde tarih boyunca nasıl bu kadar dirençli bir şekilde varlık gösterebilmiş, değerini hep muhafaza etmiştir?
Büyükada’nın dahil olduğu Prens Adaları, talihini iki özelliğine borçludur: doğal güzelliği ve İstanbul’a yakın konumu. İmparatorluk başkentiyle kurduğu simbiyotik ilişki, Ada’yı tarih boyunca pek çok kez dünya sahnesine çıkardı ve Ada’yı merkez alan önemli tarihsel olayları sıklaştırdı. Sakin bir balıkçı yerleşimi kimliğinden sıyrılarak, ideal bir sürgün yeri, aktif siyasetten dışlananların zorunlu ya da gönüllü ikametgâhı ve dolayısıyla bir muhalefet alanına evrildi ve bu niteliğini yüzlerce yıl sürdürdü.
İstanbul ile birlikte şüphesiz Büyükada’nın da tarih boyunca uğradığı büyük yıkımlar veya yükseliş dönemleri olmuş, bunlar ada ve adalılar üzerinde farklı türden etkiler bırakmıştır. Büyükada’yı biçimlendiren büyük tarihsel olaylar, savaş ve felaketler söz konusu olduğunda neler ön plana çıkar? Adanın tarihindeki temel dönüm noktaları nelerdir?
Büyükada tarihi, kahramanlar ya da askeri dehalar tarafından ortaya konmaz. Tersine, tarihine yön verenler, sürgünler, muhalifler ve kaybedenlerdir. Alışılageldik Büyükada yazıları iki döneme odaklanır: İlki, sürgün edilenlerin karanlık mahzenlerde başına gelen talihsizlikler üzerinden, “Bizans” medeniyetini barbarlık ve gaddarlık temalarıyla eşleştirir. İkincisi ise seçkinlerin zenginlik ve müsriflikleri üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan toplumsal bunalımı tarife yönelir. Her ikisinin de doğruluk payı azımsanamazsa da popüler tarihin elinde araçsallaştırıldıkları ve gerçeği tarafsız yansıtma imkânlarını epeyce tahrip etmiş oldukları muhakkaktır.
Ada’nın geleneksel “Rum” karakterinin çözülmesine yol açacak en büyük kırılma noktası, 1840’lı yılların sonunda buharlı vapurların tesisidir. Vapurlar sayesinde, yüzyıllar boyunca ırk ve milliyet temelli bir ayrışmayı mümkün kılan fiziki kopukluk anlamını yitirir. Ulaşımın kolaylaşması, Ada’nın geleneksel yerel kültürü için paradoksal şekilde özgür kılmaktan çok dağılmaya karşılık gelir. Böylece Rum cemaatinin dini kurumları merkez alan iç örgütlenmesi, âdet ve geleneklerinin alışılmış düzeni bozguna uğrar ve uluslararası bir sayfiye kentinin değer kalıplarına yaklaşır.
Özellikle geç dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet’te adanın farklı şekillerde ön plana çıktığından söz edilebilir. Bir tarafta yıkım diğer tarafta kuruluş söz konusuyken dahi ada varlığını hep sürdürür. İlk aşamada geç dönem Osmanlı’da Büyükada nasıl bir değer olarak ön plana çıkıyor?
Siyasi anlamda dağılmakta olan ve resmi iflasını açıklamış Osmanlı İmparatorluğu’nun olumsuz koşullarına rağmen 19. yüzyılın sonu, Büyükada’nın seçkin bir sayfiye olarak yükselişine karşılık gelir. Ülkede kozmopolit girişimciliğin kısa ömürlü dinamizminin önde gelen vitrinlerinden Büyükada, büyük emlak yatırımları ile refah yanılsamasının ve bunun dışavurumu şeklindeki görkemli sivil mimarinin İmparatorluktaki başlıca mekânlarından biridir. Burada politik ve ekonomik duruma inat, geleceğe yönelik bir iyimserlik hatta yanılsama söz konusudur. Günümüzde hayranlıkla izlediğimiz görkemli köşkler işte bu yanılsamanın dışavurumlarıdır.
Erken dönem Cumhuriyet ile birlikte şüphesiz adada, adalılarda ve gündelik hayatta birtakım değişiklikler meydana gelir. Cumhuriyet ile birlikte Büyükada nasıl bir yer hâline gelir? İmparatorluktan cumhuriyete geçiş Büyükada’yı nasıl etkiledi?
Erken Cumhuriyet yıllarında, “Prinkipo” ismi resmi olarak, Osmanlı’nın “Ada-i Kebir” tanımına karşılık gelen “Büyükada” ile değiştirilir. Sıradan sokak isimlerinin, şehirlerin, hatta ülkenin isminin değiştiği bir dönemde ufak bir adanın isminin değiştirilmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Prinkipo ve Büyükada birbirine muhalif değildir. Büyükada, İmparatorluğa özgü çok milletli toplum fikrini ve bu fikrin çağrışımlarını yansıtmaya devam eder. Toplumsal yapı kadar toplumsal algı açısından da süreklilikler geçerlidir. Büyükada, Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde, Osmanlı dünyasının romantize edilmiş uzantısı biçiminde, neredeyse bir “emperyal kalıntı” olarak kalır.
Büyükada, birçok önemli entelektüele, yazar, şair, sanatçı ve devrimciye ev sahipliği yapmış ayrıksı bir mekân olarak değerlendirilebilir. Peki Büyükada’dan söz edildiğinde nasıl bir entelektüel bilinçten/hafızadan söz edilebilir? Büyükada hangi başat isimlerin zihninde kendisine nasıl yer buluyor?
19. yüzyılın ortalarına kadar Ada tarihi, bireysel hikâyelerinin öne çıkmadığı meçhul keşişler üzerinde yükseldiyse, sonrası ünlü ya da bazıları çok ünlü kişilikler çevresinde şekillenmiştir. 20. yüzyılın ilk yıllarında imparatorlukların dağılmasıyla sonlanacak uluslararası mücadelenin uzantıları olarak, muhalefet, yenilgiler, isyanlar ve devrimlerle itibarsızlaştırılmış birçok sürgün burada yaşamayı seçmiş ya da ikamete zorlanmıştır. Dönemin basınında “misafirler” olarak tanımlanan diplomat, aristokrat ya da aydın, bu yüksek profilli bireylerin ortak paydası, maceralarının hüsranla sonlanmış, otoritelerinin sarsılmış ve mücadelelerinin kaybedilmiş olmasıdır. Kısıtlı bir coğrafyada, bu denli önemli şahsiyetlerin eş zamanlı birlikteliği, sosyal dayanışmalar yanında yeni bir ilişkiler ağına ve muazzam bir kültürel alışverişe imkân tanımıştır.
Son olarak bugün için nasıl bir Büyükada’dan söz edilebilir? Koleksiyon ve kitabın ardından bugünün adası nasıl bir değer/anlam taşıyor?
Büyükada, hiçbir zaman anakaraya, günümüzde olduğu kadar benzemedi. Buna rağmen, mekânın onarıcı ve dönüştürücü gücüne dair olumlu ifadesini sergilemeye ve kentsel tasarımın olanaklarına dair ilham verici bir model sunmaya devam etmektedir.
Moris Danon Koleksiyonu’na ait imgeler, suyla arasındaki sıkı ilişkiden, at ve eşeklerin toplumsal hayattaki imtiyazlı konumuna, muazzam bir arkeolojik mirasın mevcudiyetinden, uluslararası önemde kimliklerin karşılıklı etkileşimine, bu sınırlı coğrafyayı özel kılan pek çok unsurun artık var olmadığı gerçeğini hatırlatıyor. Göçler, tarihinin belirleyici bir parçasıdır. Ada kalıcı beraberliklerden çok, kısa süreli buluşmaların, kesişmelerin odağı olmuştur. Buna rağmen Ada deneyimi, çoğu kez belirleyicidir. Büyükada’ya dair aidiyet duygusu, olgusal olmaktan çok hissidir. Dört bir yana dağılmış Adalılar için mekânla kurulan bağ sıklıkla sadece hafızayla ilişkilidir. Kitaba konu olan arşivin kendisi de yer yer bireysel ya da toplumsal belleğe dair anılarla birleşirken, kent tarihinin büyük ölçüde Adasız yazılmış olduğu anlaşılmıştır. Moris Danon Koleksiyonu’nu temel alan çalışma, bu ihmali telafi etme denemesinden ibarettir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***