MERCAN BULUT
(Serbest Görüş) – Türk toplumu son dönemde Yılmaz Erdoğan imzalı ‘İnci Taneleri’ dizisini konuşuyor. Dizi yayınlandığı günde reytingleri altüst ediyor neredeyse. Bunun başlıca sebebi ünlü yönetmenin dizide kurgusu ve Hazar Ergüçlü’nün canlandırdığı “Dilber” karakteri. Tabi ki, dizideki Selma Ergeç, Kubilay Aka, Güven Kıraç ve Yasemin Baştan da oyuncuları ile diziye ayrı bir renk katıyorlar. Bu açıdan dizinin son birkaç hafta içerisinde hem sosyal medyada hem de görsel yayınlarda öne çıkmasında da bu ahengin büyük bir etkisi var.
Şimdi ben Yılmaz Erdoğan’ı ve onun başyapıtlarını eleştirecek yeterlilikte kendimi görmüyorum. Ben de Erdoğan’ın Vizontele, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kelebeğin Rüyası, Ekşi Elmalar, Son Umut ve Vizontele Tuuba gibi filmlerini büyük bir beğeni ile izledim. Yılmaz Erdoğan bu açıdan son dönemde Türk sinemasında ve dizi sektöründe farklı bakış açılarıyla çığır açan bir entelektüel bana göre. Söz konusu eserleri yazmak, planlamak ve senaryoya göre oyuncu analizi yapmak her yönetmenin harcı değildir ne yazık ki. Bu açıdan ben sanatın içerisinde Yılmaz Erdoğan’ı önemli bir figür olarak görüyorum.
YILMAZ ERDOĞAN AMACINA ULAŞTI
Yukarıda ifade ettim. Benim mesleğim sanat eleştirmenliği değil. Meslek olarak toplumla ilgili yıllarca sosyoloji ve psikoloji araştırmaları yapan bir akademisyenim. Bu açıdan ben eseri sanat olarak değil de, toplumsal ve bireysel olarak inceleyeceğim. Dizinin temel bir oyuncusu var. Dilber karakterin canlandıran Hazar Ergüçlü. Ünlü oyuncu daha önce de Kuzey ve Güney dizilerinde karşımıza çıkmıştı. O dönemde geri planlarda kala Hazar Ergüçlü, bu dizide Azem Yücedağ karakterini canlandıran Yılmaz Erdoğan ile birlikte dizinin başrolünde. İzlediğim kadarıyla Ergüçlü, Dilber karakterine bürünmek için dansından, giyimine ve konuşmasına kadar bir bütünlük arz ediyor. Bundan dolayı da, sosyal medya mecralarını açtığınızda karşınıza Hazar Ergüçlü’nün oynadığı “Dilber” karakteri ortaya çıkıyor. Bu açıdan baktığınızda Yılmaz Erdoğan, istediği hedefe daha birkaç hafta içerisinde ulaşmış durumda. Çünkü bir eser, toplum ve bireyler arasında konuşuluyorsa, bu başarıya ulaşmış anlamına geliyor.
Şimdi gelelim en kritik noktaya. Dizinin toplumsal tarafına ve kadın bedeni üzerindeki etkilerine. Evet, Yılmaz Erdoğan’ı sanatsal olarak eleştirmek benim asla haddime olamaz. Ancak dizide açık bir şekilde pavyon kültürü övülüyor. Ve bu mekanlarda çalışan kadınların sömürüsü normalleştiriliyor. Şunun altını çizmek gerekiyor. “Dilber dansı” denilen şey aslında bir “erkek eğlencesi”. Masum bir kadın, nahoş bir ortamda, alkollü erkeklerin şuh bakışları arasında onları eğlendirmeye çalışıyor. Buradaki asıl amaçta, kadın bedeni ve kıvrak danslarından faydalanarak, izleyicilerin daha fazla hesap ödemesine kapı aralamak. Aslında pavyon kültüründe açık bir şekilde kadın sömürüsü yapılıyor. Buradaki kadınların çoğunluğunun kimliklerine, bazılarının da pasaportlarına işletme sahiplerince el konularak, adeta bir köle gibi çalıştırılıyor. Bugün Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya gibi eğlence mekanlarının bol olduğu mekanlara gitseniz bu sömürünün boyutlarını açıkça görürsünüz. Dizinin her bir bölümünde “Dilber” karakterine kıvrak bir dans yaptırarak, aslında pavyon ve dansöz oynatmanın güzellemesi yapılıyor. Kaldı ki, dizinin yayına girdiği tarihten itibaren bazı akıldan yoksunların, “Dilber Dansı” izlemek için pavyonlara giderek çarpıldığının da haberlerini sosyal medyadan okuduk.
Ne yazık ki, İnci Taneleri’ne bu açıdan bakan bir kadın sanatçıya rastlamadım. Sadece geçtiğimiz günlerde ünlü şarkıcı, Melek Mosso, “Pavyonlar kadın sömürüsünün yapıldığı Türkiye’deki başlıca yerler. Bunun güzellemesini yapmak hoş değil. Bir ayıp bence kötü tarafımız arka sokaktaki bir mahalle gibi. Tamam, keyif alabilirler, onların işi olabilir ama insanın yüzüne tavırlarına yansıyan bir acı var. O acıyı görebiliyorsun” diyerek tepkisini ortaya koydu. Aslında Türkiye’de yaşayan sanatçısından sokaktaki her bir bayan da olaya bu açıdan bakmak zorunda. Kadın bedeni çok kutsaldır. Kadınlar, erkeklerin eğlence aracı asla değildir. Açık giyinmiş ve neredeyse çıplak olarak yüzlerce erkeğin arasında dans edip, ardından onların masalarına oturmak bir kültür asla değildir. Kim ne derse desin bu kadın bedenini açıkça suiistimaldir.
KADIN BEDENİ ÜZERİNDE EĞLENCE
Son olarak şunu belirtmek isterim. Türk toplumu uzaktan izlediğim kadarıyla, ahlakı kendi içerisinde yaşıyor. Kendi annesine, kardeşine ve eşine karşı tavizkar davranışları “namus” penceresinden ele alırken, kendisiyle alakası olmayan bayanlarla oynaşmayı ise “çapkınlık” olarak değerlendiriyor. Bu açıdan çıplak kadın bedenine karşı zafiyeti olanlar da, pavyonlarda göremediği “Dilber”leri ekran başında izleyerek, aslında bastırdıkları duygularının tatmin ediyor. Yılmaz Erdoğan da usta bir sanatçı ve toplum analizcisi olduğu için reytingleri zirveden vuruyor.
İşin özünde, reyting kaygısı, reklam pastasından pay kapma yarışı ve geceyi zirvede tamamlama kaygıları yatıyor. Bunun yolu da haliyle, cinsellikten, kadın bedenini öne çıkarmaktan, biraz da gece alemi ve eğlenceden geçiyor. Bu faktörlerin arasına aile arası biraz da gizemli cinsellik serpiştirdiğinizde seyir zevki ön plana çıkıyor. Türk toplumunun kadın bedeni ve gizeme karşı duyduğu merakla birlikte diziler reytingler zirvelere tırmanıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***