(Serbest Görüş) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ
Türkiye fayların üzerinde oturan bir deprem ülkesi… Uzmanlar sürekli uyarır; ‘Bu gerçeği unutmayın. Depremle yaşamaya öğrenin’ diye. Depremin üzerinden bir süre geçince faylar tekrar unutulur. Ne depreme göre bina ne de hayat inşa edilir. Bu ülke her depreme hazırlıksız yakalanır.
Devlet de sivil toplum da deprem bölgesine ne yapacağını bilemeden panik halinde koşar. Oysa burası depremlerle şekillenmiş bir coğrafya. Kaos içinde geçen ilk saatlerde gerektiği şekilde müdahale edilemez. Enkazların altından gelen çığlıklar söner gider. Saatler sonra enkazın üzerinden yükselen ‘Kimse var mı?’ sorusuna ‘Burdayım’ diyen çıkarsa hummalı çalışma başlar.
99 Marmara depremi yıkım ve can kaybı açısından büyük felaketti. Deprem gerçeği ülkenin gündemine 99’dan sonra daha ciddi girdi. Bu tarihten, onca uyarı ve tartışmalardan sonra herkesin hazırlıklı olması gerekirdi. Geniş bir bölgeyi vuran 6 Şubat depreminde hazırlıklı mıydık? Hayır. Acılar kabuk bağladıktan sonra geri dönüp bakıldığında nice zaaflar, çaresizlikler ve amatörlükler yaşandığı açıkça görülüyor.
Benim isyanım her deprem karşısındaki şaşkınlığımız. Sanki ilk kez depremle karşılaşıyoruz gibi elimiz ayağımız dolaşıyor. Oysa fayların üzerinde yaşamanın bir bedeli var. Ve bu da yaşanarak görüldü. İstanbul’u büyük deprem bekliyor. Neredeyse geri sayım başladı. Zamanı belirsiz fakat çok uzak değil. Olası şiddeti bile az çok tahmin ediliyor.
Kim İstanbul’un depreme hazır olduğunu söyleyebilir? Sizin binanızın sağlam olması tek başına yeterli değil, şehrinizin de toplanma alanları, yardım kanalları gibi birçok açıdan hazır olması gerekir. Meydanları işaretlemek, toplanma alanlarını belirlemek en kolayı. Ama nerede?
Marmara’dan sonra tespit edilen sahaların yerinde gökdelenler yükseliyor. Bir yıkım sonrası bitişik nizam binaların, dar yolların halini düşünün. Binadan sağ olarak kurtulabilsen bile sokaktan, mahalleden, şehirden çıkabilmek kolay mı? Olası enkaz bölgelerine girebilmek de aynı şekilde zor.
1 yıl sonra deprem bölgesinde durum nedir? Maalesef mesele hep siyasi yönüyle tartışılmakta. İktidar sorumluluğu üzerinden atmaya çalışırken muhalefet iktidarın bedel ödemesi gerektiğinden dem vuruyor. Depremin sahası ve yıkım çok büyük. Böylesine geniş sahayı etkileyen felaketin altından kalkmak kolay değil.
Depremzedelere ‘felaket hiç yaşanmamış gibi’, 6 Şubat öncesinin hayatını sunabilmek neredeyse imkânsız.
Maddi sorunlar halledilse bile kayıpların acısı dinmez. Travmalar atlatılamaz. Deprem sadece binaları değil insanların psikolojisini de vurdu. O anı yaşayanlar için hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olamaz. Depremzedelerin mikrofonlara söyledikleri bu gerçeği haykırıyor.
Hâlâ o gün kaybolan ve akıbetleri belirsiz kişiler var. Yakınlarının ‘Nerede canımız?’ soruları cevapsız.
Depremin sebep olduğu sorunları hiç değilse 1 yıl sonra politik kaygılardan uzak konuşmak ve tartışmak lazım. Ne yazık ki bu topraklarda her şeyin siyasetin konusu olduğu gerçeği deprem meselesinde de kendini gösteriyor. İktidar ve muhalefet kadroları ‘siyasi çıkarlar’ devşirmek için deprem bölgesine akın etti.
Hayır, yaralar değil 1, 10 yılda bile sarılamaz. Konut sorunu çözülemedi. Soğuklarda zor şartlarda hayat mücadelesi veren depremzede oranı hiç de az değil. Daha kayıpların sayısı üzerinde bir uzlaşma yok. Resmî açıklamalar ikna edici değil. Hayatını kaybedenlerin sayısına sokaktaki insan kuşkuyla bakıyor. Haksız mı? Değil.
Bir gerçek var ki, 6 Şubat’ta Türkiye’nin bütün depremlere kurban verdiklerinden daha fazla insan yaşamını yitirdi.
Depremzedelerin yaralarına merhem olmak seçim kazanmaktan daha önemli. Her şey siyaset değil. Felaketler siyasi çıkarlara parti menfaatlerine indirgenemez. Fay hattı Allah’ın, üstündeki binalar ise kulların eseri… Bilim milimetresine kadar fayların yerini işaretlemekte.
Fay bölgelerinde depreme dayanıklı binalar kurulmuş mu? Kurulmadığı ortada… O halde sorumluluk kimde? Müteahhit, yerel yönetici, genel idare… Sorumluluk sahipleriyle yüzleşmek ve hesaplaşmak gerekmiyor mu? Hesap vermek ve gereğini yapmak için Japon mu olmak lazım. Marmara hesapsız kaldı, 6 Şubat’ta bedeli ağır ödendi.
Depreme hazırlık ‘yüzleşmek ve hesaplaşma’ ile başlar. ‘Şu müteahhit yakalandı’, ‘Falan binanın müteahhidi teslim oldu’ gibi haberler okuduk. Peki sonuç? Bütün faturayı birkaç müteahhit ödeyince mesele bitti mi? Soruşturmaların daha derinleşmesi ve yukarılara uzaması gerekmiyor muydu? Ruhsat veren, göz yuman yerel yöneticiler ne olacak?
Felaketin üzerinden 1 yıl geçti. Kamuoyunu ve acılı insanları tatmin edecek ne sonuç çıktı? Önümüzdeki seçimlerde yine aday olan görevdeki başkanlar var. Hatay ve Gaziantep gibi… Eğer davasını takip edecek kamu vicdanı oluşmaz ve mesele tümüyle siyasete bırakılırsa hiçbir netice alınamayacağı aşikâr.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 gün önce Hatay’da konuştu: ‘Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı’. Hiçbir yorum yapmadan tarihe not düşüyorum.
Hatayspor’un hocası, eski milli kaleci Volkan Demirel’in şu sözleri ne kadar içten ve insani: ‘Mutlu uyuduğum bir akşamda ne yapacağımı bilemediğim bir sabaha uyandım. Hayat bana en önemli şeyin hayatta olmak olduğunu öğretti. Hepimizin hayata dair çabası, sahip olmak istediği şeyler var. Bunlar herkese göre değişir. Ama bunların hiçbirinin önemli olmadığını 6 Şubat sabahında tanıdığım insanların artık hayatta olmamasıyla öğrendim. Önemli olanın ailemle birlikte kimseyi kırmadan, üzmeden yaşamak olduğunu öğrendim. Depremden önce hayata dair hayallerim, ideallerim, planlarım vardı. Depremden sonra artık bunlar yok. Hayata bakış açım değişti. Artık insanları kırmadan ne yapabilirim diye düşünüyorum’.
1 yıl sonra 6 Şubat… Değişen bir şey yok. Depremzede acılarıyla baş başa. Siyaset ise günü kurtarmanın ve seçim kazanmanın peşinde…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***