M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Bugün 6 Şubat. Benim de yakın akrabalarımın bulunduğu 11 şehrimizin yıkıldığı gün. Sabah erkenden kalkmış evde kitabımı açmış okuyordum. Her sabah uyanıp temizliğimi yaptıktan sonra genellikle ne var ne yok diye haberleri tarardım.
O gün nedense bakmak istememiştim. Bir süre sonra oğlum yanıma geldi. “Biliyor musun Kahramanmaraş’ta deprem olmuş!” dedi. Cep telefonumdan haberlere baktığımda ilk gördüğüm depremin büyüklüğü olmuştu.
5 büyüklüğündeki bir depremin bile öldürücü olduğu o coğrafyada 7,7’lik depremin nelere yol açacağını iyi biliyordum. Anne babamı, ablamı, kardeşimi aradım. Hiçbirine ulaşamadım. GSM hatları bile çalışmıyordu.
Sonrası haberler geldikçe felaketin boyutları ortaya çıkmaya başladı. Saatler sonra dolaylı yollardan irtibat kurabilmiştik. İnsanlar günlerce aç, açıkta ya da toprak altında kaldı. Devletten birileri, ancak felaketin üçüncü, dördüncü gününden itibaren bölgeye gitti.
İlk günü aslında enkaz altında kalan devlet olmuştu. Sabah erken saatlerde 3 bakan uyanmasını beklemeden uluslararası yardım çağrısı yaptı diye Beştepe Sarayı’ndan azar işitti. Ankara’dan emir gelmeden bölgedeki garnizonlardan birliklerini yardım için şehre hareket ettiren komutanlara cezalar verildi.
Sonrasında ise yaşananlar görenlerin, işitenlerin yüreklerini parçaladı. Toprağın üstünde ayakta kalanlar, enkaz altındaki yakınlarıyla cep telefonundan irtibat kurduğunda canlı yardım çığlıklarını dinledik günlerce. Yıkıntılar altında kalanların kendi salalarını okuduğunu duyduk.
Yardım için ortalıkta olmayan Kızılay’ın, daha sonra Haluk Levent’in Ahbap Derneği’ne parayla çadır satması tarihe not düşüldü. Aktivist müzisyen Haluk Levent’e toplum, 155 yıllık Kızılay’dan daha fazla güvenir oldu.
Bu acıların yaşandığı Türkiye’de, Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Tayyip Erdoğan’ın depremin birinci yılında, “devletin bütün imkanlarıyla anında harekete geçtiğini” söylemesi, insanların yaşadıkları acıları yok saymak olsa gerek.
Kimi kimsesi olmayan binler, insan elinin eseri çürük binaların neden olduğu felaketle sessizce hayata veda edip gitti. Feryadını sonuna kadar duyurmak isteyenler de oldu. Oyuncu ve yazar Orhan Aydın onlardan biriydi.
“Kiraz Çiçeğim” dediği kızı toprak altında kalan Orhan Aydın, enkaza girip çıkan bir kediden nasıl yardım istediğini anlatmıştı o sıralarda. “Git söyle onlara buradayız, dirensinler!” diye defalarca sarıldığını aktarmıştı.
Orhan Aydın, ilk bir hafta boyunca sosyal medyadaki çığlıklarını ve sahipsizliklerini sonradan “Öldük…” diye Birgün Gazetesi’nde birinci yıl anma yazısı olarak felaketin notları şeklinde paylaştı. Üçüncü günün sonunda Zonguldak’tan gelen bir madencinin, “Ağabey çıkaracağız kızımızı!” dediğinde kör karanlığın içinden ölüm kokan gökyüzüne bakıp saatlerce ağladığını yazdı. Beşinci günde siyah torbanın içinde kızının kucağına nasıl verildiğini hatırlattı.
Öldük biz…
öldürüldük.
Katillerimizi tanıyoruz.#6subat #DepremiUnutma #Hatay
04.17 pic.twitter.com/79ees0khqf
— orhan aydın (@orhanaydin6) February 6, 2024
Dakikaların bile hayati önem taşıdığı anlarda depremin vurduğu insanların kimsesiz bırakılmasının birinci derecede sorumlusu olan Erdoğan, günler sonra felaket bölgesine gittiğinde “Kızılay nerede?” diye feryat edenlere, “Be namussuz, be ahlaksız, be adi!” diye hönkürmüştü. `
Günlerce ortada görünmeyen, halka ulaştırmak yerine çadır ticareti yapan Kızılay yönetimine hesap sormayan Erdoğan, yüreği yanık insanlara, bu sözlerle hakaret edip sindirmeye çalıştı.
ERDOĞAN’DAN HATAYLILARA ‘OY YOKSA, HAYAT DA YOK’ ÇIKIŞI
Aynı Erdoğan, depremin üzerinden bir yıl geçtikten sonra yapımı tamamlanan 7 bin dolayındaki konutun teslim töreninde bu kez Hataylıları partisine oy vermediği için açıkça tehdit etti.
Erdoğan, “Merkezi yönetimle yerel yönetim dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Bakın Hatay’a geldi mi? Hatay garip kaldı!” dedi. Erdoğan, bu sözleriyle Hataylının bile bile ölüme terk edildiğini itiraf etmiş oldu.
Açıkça, “Bize oy vermediğiniz için zamanında müdahale etmedim, yardım göndermedim!” dedi. Eğer 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde partisinin adayına oy vermezlerse bundan sonra Hatay’a yardım falan yapılmayacağıyla tehdit etti. Bu sözlerin dinleyenlerse büyük acıda eşini, çoluğunu çocuğunu, yakınlarını kaybeden insanlar.
Erdoğan en üst perdeden, AK Parti adayına oy vermemeleri halinde ölene de kalana da acımayacaklarını söylüyor. Hatay, seküler kesimin, Alevi toplumunun yoğun olduğu bir kent. Erdoğan, bu insanların kendisine sıcak bakmadığını da biliyor. Bundan dolayı, bu kesimleri kendilerinden görmediklerini ve dışlamak için deprem ve başka afetleri fırsat olarak değerlendirdiklerini ortaya koyuyor.
Bu çirkin sözler kazara veya yanlışlıkla sarf edilmiş değil. Aslında halkı rehin almak için söylüyor. İtiraf ettiği sözlerin suç olduğunun farkında. Ancak insanları korkunun nasıl yönlendirdiğini çok iyi biliyor. İnsanların, “Bu adam nasıl olsa gitmeyecek. AK Parti dışında biri kazanırsa buraya hizmet de gelmeyecek. Bari biraz hizmet görelim.” diye düşünmeleri için bunu yapıyor.
ÖZAL DA ZAMANINDA BENZERİNİ SÖYLEMİŞTİ
Turgut Özal, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan olarak Mart 1989 seçimlerine giderken, Erdoğan’a benzeri bir yola girmişti. Seçim kampanyasında yerel yönetimlerle merkezi hükümetin aynı dili konuşuyor olmasının o kente getireceği avantajları vurgulamıştı.
Gazetelere verdiği ilanlarda, koltuğa bağlanmış çaresiz bir yönetici görseli kullanarak, “Eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister miydiniz?” diye sormuştu.
Turgut Özal’ın partisi iktidara geldikten sonra girdiği ilk yerel seçimler olan 25 Mart 1984’te yüzde 41,5 oy almıştı. Erdal İnönü’nün SODEP’i yüzde 23,3, emanetçi Yıldırım Avcı’nın DYP’si ise yüzde 13,2 oy toplamıştı.
5 yıl sonra bu eli kolu bağlı belediye başkanı ilanlarının kullanıldığı seçim kampanyasının ardından yapılan seçimlerde, büyük şehirlerin çoğunu kaybeden ANAP sandıktan ikinci parti çıkabilmişti. İnönü’nün adı değişip SHP olan partisi yüzde 32,8, ANAP 23,7, emaneti teslim alan Süleyman Demirel’in DYP’si ise 23,48 oy almıştı.
31 Mart seçimlerinde, iktidar partisinin ANAP’ın 1989’daki hezimetine benzer bir sonuç alma ihtimali görünmüyor. Aksine, 2019’da muhalefete kaptırdığı büyük şehirleri kazanmanın peşinde. Bunda da büyük ölçüde başarılı olacağına şüpheniz olmasın.
Niçin mi bu kadar emin konuşuyorum. Tayyip Erdoğan, hâlâ Batı için en önemli müttefik bunu unutmayın. İki Erdoğan var. Biri içe dönük, diğeri dışa dönük. Birinci Erdoğan, kendi tabanının güvenini sağlamak için Batı’ya karşı her şeyi söylüyor. Bağırıyor, çağırıyor, dinden dem vuruyor, milliyetçilik kartını oynuyor.
Sonra ne mi oluyor? Günlerce “Asla, kat’a olmaz” dediği şey, bir bakıyorsunuz ki zamanı geldiğinde Batı’nın istediği gibi oluyor. Batı, ne konuşulduğundan çok sonuca bakar. Erdoğan’ın bu ülkede Batı’nın kayyumu olarak görev yaptığını unutmayın.
BU ÜLKE KİMSESİZ KIZ ÇOCUĞU
Türkiye tıpkı fotoğrafta gördüğünüz başında “Kimsesiz kız çocuğu” yazan buradaki mezarda yatan kız çocuğu gibi. Depremi, yaşanan acıları “Unutmadık, unutturmayacağız” diye çırpınan bir avuç samimi insana saygı duyuyorum. Lakin yaşanan acılar çoktan unutuldu, unutturuldu.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***