Mazlum BUCUKA
Deneyimin egemenler tarafından inkar edildiği, tanıkların yasının gasp edildiği bir tarih yazımında felaketin kendisi dilin sınırlarına çarpıp düşüyor. Yaşanan felaketin ‘anlatılamazlığı’, tanıklarını dilden dışlayan, kurbanlarını tarihten kusan bir makina gibi kusursuz bir tertibatla zamanı işlerken, adalet arayışından önce unutuşa karşı gösterilen direnç, hakikati kurtarmanın belki de tek yolu.
Gunter Demnig’in, dünyanın adı konmuş en büyük felaketlerinden olan Holokost’un kurbanlarını anmak için Almanya’nın kaldırımlarına döşediği ‘tökezleme taşları’ da ayağımız başkalarının kaderine takıldığında bilinçli ya da bilinçdışı verdiğimiz tepkileri, unutuşa karşı hafızayı; fail ile tanık arasında bir karşılama mekanı olarak kurması belki de tam olarak bu türden bir “geçmişi kurtarma hamlesi” olarak görülebilir.
Peki hafıza-i beşerin nisyanla malul olduğu bir başka coğrafyada, Kürdistan’da, felaketin izlerini takip ederek hakikate ulaşmak mümkün mü?
Bana kalırsa, Berlin sokaklarını Kars’ın patikalarına bağlayan ‘hatırlama pratiği’ üzerinden bu soruya cevap aramak, Kürtlerin hafıza ve hakikat arayışının toplumsal mücadele tarihindeki yerini tespit etmek demek.
ADALET VE HAKİKAT ARAYIŞI
DEM Parti’nin başlattığı Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nü ancak böyle bir temele oturtarak anlayabiliriz. Her ne kadar Türkiye’de yürümek, siyasetle olan ilişkisi bağlamında -diğer politik olan/olmayan kavramlar gibi- yozlaşmış, içi boşaltılmış, denenmiş ama sonuca ulaşılamamış bir ‘hamleye’ dönüşse de Kürtlerin yürümesini bu çerçeveye sığdırmaya çalışmak haksızlık olur. Çünkü Kürtler bu yürüyüşle, failin aslında tanık olduğu yürüyüşlerin çok ötesinde, hafızayı hatırlamakla; tarih yazımını yeniden gözden geçirmek ve Türk kamuoyunu yüzleştirmek istedi. Bir kez daha…
Kendi varlıklarını ötekinin hakikatini unutturmak üzerine kuranlar, her ne kadar unutuluşa karşı gösterilen bu direnci inkar etse de, onları ‘tökezletmek’ mümkündü.
Kürtler, katliamlarla geçen bir yüzyılın ardından ‘aranan adaleti’ yıllar sonra yeniden hatırlatacaktı. Çünkü hakikati kurtarmanın tek yolu yürümek, ona iki kolla sarılmaktı.
Yürüyüş, temelde bu motivasyonla başladı.
HAFIZA
Yürümek için iki şey gereklidir; ayakta olmak ve adım atmak. Kürtler, kendilerini ayakta tutan tek hakikatin hafızaları olduğunu hatırladı. Yürüyüş, kendi kendini tanımlarken geriye sadece ‘adım atmak’ kaldı.
Ve 1 Şubat’ta ilk adım Kars’ta atılarak, 15 gün sürecek hakikatin hafızasını hatırlayacak/hatırlatacak ‘Büyük Özgürlük Yürüyüşü’ başladı.
HAFIZA DURAKLARI
İki koldan başlayan Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nün başlangıç noktaları Kars ve Van oldu. 1976’da ‘Kürt ulusal mücadelesinin’ başlangıcı kabul edilen ‘Doğu Turu’nun ilk durağı olan Kars, 48 yıl sonra yeniden bir başlangıç mekanı oluyor ve yürüyüşçülere aynı yöntemi öneriyordu.
‘Özgürlük Yürüyüşçüleri’ de toplamda 14 kentte ve ilçelerinde yürüdü. Yürüyüşçüler bazen evlerde, bazen DEM Parti örgüt binalarında halka bir araya geldi. Yürüyüşü, Kürt sorununu, Öcalan’ın üzerindeki tecridin kalkması gerektiğini anlattı. Güncel sorunları tartıştı, çözüm önerilerini dinledi. Halay çekti.
Yürüyüş, Kürtlerin toplumsal mücadele tarihinde yer edinmiş hafıza duraklarından geçerek devam etti. Peki ne anlatıyordu o duraklar? Hakikate ulaşmak için sadece felaketlerin izini mi takip etmeliydi? Sadece ‘tökezletmek’ miydi yürümek, yoksa gasp edilen yas hakkıyla yeniden yüzleşmek miydi?
Yapay sınırların doğal kesişimlerinden geçmek, faille kurulan köprüler, Kürtleri tarih bilinci edinme hakkı bağlamında birleştiren hikayeler, edebiyat, sanat, politika….
Cumhuriyeti soykırımla, demokrasiyi katliamla tanıyan bir halk. ve onun hafızası…
Digor Katliamı
Kars’ta koruculuk dayatması, gıda ambargosu ve ev baskınlarını protesto etmek amacıyla 20’yi aşkın köyden binlerce kişi, 14 Ağustos 1993 tarihinde Digor’a doğdu yürüdü. İlçe merkezine 2 kilometre kala çocukların, yaşlıların, kadınların aralarında da bulunduğu köylülere özel harekat polisleri tarafından ateş açıldı, 6’sı çocuk 17 kişi katledildi, 63 kişi yaralandı.
Taybet Ana
57 yaşındaki Taybet Ana, Silopi’de ilan edilen yasağın beşinci gününde evinin önünde keskin nişancıların hedef alması sonucu vücuduna isabet eden 10 kurşunla katledildi. Taybet Ana’nın cenazesi, 7 gün boyunca sokak ortasında bekletildi. Taybet Ana’nın katledilmesinin ardından kendisini kurtarmaya giden akrabası Yusuf İnan da evinin avlusunda vuruldu. 20 saat boyunca yaralı halde bekletilen Yusuf İnan, kan kaybından öldü. Taybet Ana’nın cenazesini almaya çalışan eşi Halit İnan da polis saldırısında yaralandı.
Taybet Ana’nın sokak ortasında bekletilen cenazesinin 7 gün sonra alınmasının ardından yapılan cenaze merasimine ise sadece iki oğlu ve kardeşinin katılmasına izin verildi.
Cemile
Cemile Çağırga, 2015’te Cizre’de sokağa çıkma yasakları sırasında annesinin gözü önünde keskin nişancıların kurşunuyla katledildi ve cenazesi bozulmasın diye günlerce evin buzdolabında bekletildi.
Roboski
Roboski’de 28 Aralık 2011’de gece saatler 21:20’yi gösterdiğinde, 4 adet F-16 savaş uçağı, sınır bölgesinde sivilleri bombaladı. Ardından bölge peş peşe 3 defa daha bombalandı. Bombardımanda 17’si çocuk 34 kişi katledildi.
Yürüyüşçülerin mezarlıkları ziyareti sırasında katliamda çocuğunu kaybeden Halime Encü, asker ve polis annelerine “Gelin elinizi elimize verin. Artık katliam olmasın. Barış, özgürlük, birlik istiyoruz. Annelerin acısı, gözyaşı aynı. Hepimiz el ele verelim, artık yeter diyelim. Ciğerimiz yanıyor” sözleriyle seslendi.
Ehmedê Xanî
17’nci yüzyılda yaşamış Kürt filozof, şair. Ehmedê Xanî’nin Doğubayazıt’taki türbesini ziyaret eden yürüyüşçülerin burada verdiği mesaj gayet açıktı: “Ehmedî Xanî özgürlüğe aşıktı. Kürtler için Ehmedê Xanî her şey. Bir gün Kürtler özgür olursa bu özgürlük burada ilan edilmeli. Şeyh Ehmedê Xanî bizim için bir öncü, birliğin nişanesidir.”
Devrimci Gençlik Köprüsü
Aralarında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın da bulunduğu devrimci gençlerin Boğaza köprü yapılmasının gündeme geldiği 1969 yılında “Boğaza değil, Zap Suyu’na köprü” diyerek başlattıkları kampanya ile Zap Suyu üzerinde kurulacak köprü için para toplandı. İstanbul ve Ankara’dan öğrenciler tarafından taşınan malzemelerle köprünün yapımı 3 ay gibi bir sürede tamamlandı.
Yıllarca, “Devrimci Gençlik Köprüsü” Deniz Gezmiş Köprüsü” “Denizler Köprüsü”, Zap Suyu Köprüsü” gibi isimlerle anılan köprü, 1999 yılında havaya uçuruldu. 10 yıl sonra şair Cezmi Ersöz’ün girişimi ile yeni bir kampanya başlatıldı ve 2010 yılında yeniden inşa edildi. Halkların köprüsünden geçen yürüyüşçüler buradaki hafızayı yeniden hatırlattı:
“Biz Özgürlük Yürüyüşü ile Kürt ve Türk halkları arasında kardeşliği yeniden inşa etmek için yola çıktık. Bu da Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasıyla gerçekleşebilir. Biz de bu tecridin kırılması için mücadelemizi sürdüreceğiz”
Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Dörtler
Yürüyüşte Kürtlerin mücadele tarihindeki önemli dönüm noktaları da cezaevlerindeki direnişlerdi. Yürüyüşçüler, Mazlum Doğan’ı, Hayri Durmuş’u Eşref Anyığ’ı Ferhat Kurtay’ı da hafıza duraklarına ekledi.
Süryani, Araplar, Aleviler
Yürüyüş sadece Kürtlerin hafıza yürüyüşü değildi elbette. Aynı zamanda Kürdistan’ın da hafızasının yürüyüşüydü. Yüzyıllarca farklı milletlere, inançlara kucak açmış coğrafyada halkların hafızası da hakikati de birdir: Özgür olmak. Yürüyüşte Süryanilerle, Araplarla buluşuldu, talepler anlatıldı.
Diğer taraftan Dersim’de Alevilerle buluşuldu, çerağlar yakıldı. Hafızanın belki de en diri durağı olan Dersim, yürüyüşçülere kaybolan anahtarının adresini söylüyordu.
Zerzevan Kalesi
Yürüyüşçülerin uğradığı hafıza duraklarından en eskisi Diyarbakır’daki Zerzevan kalesiydi. Kürtlerin tarihi elbette tarihin kendisinden bağımsız değildi. Kalede Beritan Güneş, Öcalan’ın kitabından şöyle bir kesiti okuyor:
“Kürt ‘Teji’si dönecek ve Ortadoğu’yu demokratik uygarlık çağına ulaştıracaktır. Bize düşen, ‘Yeni Gılgamış ve İskenderlere’ kul olmadan, bu sefer uygarlığa halkların efendisiz katılımlarının umut kaynağı olabilmektir. Evrensel özellikleri bağrında taşıyan, ‘halkların demokratik ve ekolojik uygarlığının’ şafak vaktinde, aydınlığın ilk ışıklarını bu kez de ilk olarak çakabilmektir. Bugünkü insanlığı yaratan kültürün öyküsü bu topraklarda saklıdır. Tarih günümüzde gizlidir, bizler tarihin başlangıcında.”
Ceylanpınar
Yürüyüşçüler, Urfa’da ‘Çözüm Süreci’nin bittiği Ceylanpınar’a da uğradı. Sürecin bittiği yerde, yeniden bir çözüm çağrısı yapıldı:
“Devleti yeniden masaya çağırıyoruz. Kürt sorununun barışçıl çözümünü, ana sütü gibi hak olan talepleri konuşmaya, tartışmaya, kabul etmeye çağırıyoruz”
HAKİKAT
Tarihe, egemene ve unutuluşa karşı atılan bu adımlarda hafıza; tanığa da, faile de kendini devamlı hatırlatırcasına işliyordu ve etten bir çember gibi yürüyüşe eşlik ediyordu.
Yürüyüş, biçimi itibariyle hafızanın mekansallaştırılmasına hizmet etti. Tıpkı, Berlin sokaklarındaki o taşlar gibi. Yürüyüşün mekansal olarak mücadelenin tarihini, bizzat mekanların kendisi üzerinden kurması; yürüyüşün muhatabı olan tüm Türkiye toplumunu Kürdistan’ın her karışında bu mücadelenin izi olduğuyla yüzleştiriyor: ‘Buradayız, bizi yok saymak istediğiniz her karışında bu coğrafyanın, bizim izimiz var.’
Bu mekanların ne anlam ifade ettiğinin farkına varmak, ona öfkelenenin de destekleyenin de kaçamayacağı bir hakikati ortaya çıkarıyor. Bu coğrafya, sadece fiziki olarak sınırları tanımlı bir toprağın üzerinde yaşadıkları için değil, mücadele ve hayatla bu mekanı yeniden ürettikleri için Kürtlerin. Bu, bastırılmak istenen hakikati; mekanı yeniden üreterek, mekanı yeniden örgütleyerek muhatabının yüzüne vuruyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***