TARIK TOROS | YORUM
X platformunda “Şeriate sokayım” diye bir mesaj paylaştığı için gözaltına alınıp bir gün sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılan avukat Feyza Altun, Fatih Altaylı’ya konuşmuş: “Onlar görevini yaparken 5 dakika izin istedim. Kendime bir kadeh rakı koydum, ağlamaya başladım.”
Olayın vahameti ortaya çıkınca Feyza Altun şöyle düzeltti: “Polisler geldiği sırada ben evde bi tek rakı içiyordum dedim. Gözaltı sürem başladığı anda içki falan içmedim.”
Vahamet diyorum çünkü, 15 polis ve 1 savcı evine gelmiş, arama yapılıyor. Gözaltı işlemi yapılacak ve adliyeye götürülecek bir “şüpheli” söz konusu. Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir kolluk gücü, kişinin içmesine izin vermez. Az sonra kelepçelenecek kişinin ne içtiğinden emin olamazsınız. Tüm hareketleri kontrol altında olmalıdır.
Gelen ekibin şüpheliye güveniyor olması da içki izni için yeterli değildir. Son tahlilde ‘şüpheli’ değil, buna izin verenler sorumludur. Öyle olduğu için Feyza Altun bunu belirtmiş açıklamasında: “Gözaltı sürem başladığı anda içki falan içmedim. Zaten takdir edersiniz ki böyle bir şey mümkün de değil. Görevli memur arkadaşları da zor altında bırakacak bir durum oluşacağından konuyu düzeltmek istedim.”
İşin hukuken skandal tarafı bir yana gerek gözaltı süreci gerekse sonrasındaki “özgüven patlaması” tüm yargı mağdurları için geçerli değil maalesef.
Rakı boyutunun ortaya koyduğu tablo bu.
Gözaltı işlemi yapılan kimsenin belki müsaade isteyeceği tek şey bir bardak su olmalı çünkü.
Adliye için kıyafet değiştirip makyaj yapma meselesine girmiyorum bile. Yaşananlar sadece çifte standardı değil, ülke yargısı ve kolluk gücünün savrulduğu noktayı gösteriyor.
***
Romanlardakine benzer bir ‘distopya’ya sürüklenen ülkede öfke kabarması kişilere etmeyeceği şeyleri yaptırıyor. Kutuplaşma empatiyi götürüyor, “şuna sokmak” serbestken “buna sokmak” suç oluyor.
Şevki Yılmaz’ın eş zamanlı “Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum!” çıkışını kast ediyorum.
Birininki “anayasal cumhuriyete sahip çıkma” eylemi, öteki “cumhuriyetin kurucusuna hakaret” biçiminde yorumlanıyor ve “fikir ifade hürriyeti” de buna göre eğilip bükülüyor. Her mahalle ötekini içeri tıkmaya çalışıyor. İçerideki tutsakları da yıllarca umursamıyor.
O arada Şevki Yılmaz’ın “Selanik dönmelerini kahreyle Ya Rabbi!” çıkışına tepki veren CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın, “Allah belanızı versin, keşke Yunan torunu olsaydınız!” tepkisinin görmezden gelinmesi, kamplaşmanın seviyesini gösteriyor.
Sonra oturup, “Herhangi bir şeye karşı olmakla küfretmek arasında fark vardır.” diye analiz kasmanın gereği yoktur, mevzu o değildir yani.
***
Olan biteni en iyi anlatan kelime ‘distopya’ olabilir. Bunun tek kelime ya da tek cümlede toparlanabilecek bir karşılığı yok. Seyrettiğim film-dizi-belgeseller ve okuduklarım ışığında şöyle bir tarif yapabilirim:
Distopya, güncel toplum ve yönetim anlayışına göre kötü ve geri olarak değerlendirilebilecek gelecek senaryosudur. Beyin yapıcılar “tarihi tekerrürlere” bakıp geleceği kurgular. Distopyada her şey yanlış değildir, güncel sorunların güç zoruyla (polis/yargı) bastırılmasını içerir. Yani günümüzden çıkarılan derslerle kurulur bir diptopya.
Nasıl ki ütopya, var olmayan bir yerdir. Distopya bunun anti tezidir. Ütopya hayalse distopya hayal kırıklığıdır. İnsanların korktuğu şeyler başına gelir ve “bunun koşulları” esasen şimdiki zaman içinde mevcuttur, yaklaşan felaket oradan filiz verir. Distopyada baskıcı bir düzen olduğu kadar bunun normal görülmesi ve toplumun itaati söz konusudur. Bilgi ve düşünce sınırlanmıştır, insanlar sürekli bir gözetim altındadır, gündemi propaganda araçları belirler.
***
Bu konuda akla gelen ilk eser, George Orwell’in 1949’da yayımlanan ‘1984’ romanıdır. Bugün dünyanın hemen her ülkesinde ‘distopik’ işaretler vardır.
Türkiye’de ise henüz adı konmamış ‘distopik’ bir toplum ve yönetim söz konusudur. Öfkeyi buna yorun, koroya katılmayın.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***