ANKARA – Sivil toplum kuruluşu ve siyasi partilerin düzenlediği “Deprem değil kapitalizm öldürür” panelinde “Kader değil katliam” vurgusu yapıldı.
Mereş merkezli gerçekleşen 6 Şubat tarihli depremlerin yıldönümü yaklaşırken, Alınteri, Devrimci Parti, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, İlmek Kadın Dayanışması ve Polen Ekoloji Kolektifi, “Deprem değil kapitalizm öldürür” başlıklı bir panel düzenledi. TÜM BEL-SEN Toplantı Salonu’nda düzenlenen panele çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı. Salonda, “Kader değil katliam”, “AFAD mı afet mi? Sorumlusu kim” ve “Depremin kayıp çocukları nerede” yazılı dövizler yer aldı.
DEVLET NEREDE?
Depremzedelerin “Devlet nerede” çığlıklarının hatırlatıldığı sinevizyon gösterimi ile başlayan panel, depremde yaşamını yitirenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşu ile devam etti. İlk olarak söz alan moderatör Zarife Çamalan, Türkiye’nin deprem tarihini anımsatarak konuşmasına başladı. Çamalan, “6 Şubat depremlerinde resmi kaynaklar bize doğru söylemedi. Her depremde insanlar ölülerini kendi çabalarıyla aradı ve ölülerini bulanlar kendilerini şanslı saydı. Evlerini işlerini geleceklerini kaybettiler. Çaresizliğe itildiler devler tarafından. İnsanca yaşayacağımız bir düzeni hep birlikte kuracağız” dedi.
‘ÖLÜMÜ İNŞA EDERKEN SORUMLULUĞU HALKA YÜKLÜYORLAR’
Sonrasında konuşan Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hatay’da yaptığı açıklamaya dikkat çekti ve “Sermaye üzerinde kurulu bu devlet yapısı, Erdoğan’ın itirafları çok açık bir göstergedir. Sınıf düşmanlığı üzerinden kurulu bu düzeni nasıl devam ettirdiğini göstermiş oldular. En son 2018’de imar aflarının meclisten geçtiği dönemde, mezarlara dönüşen binalarda halkın nasıl yaşamış olduğunu görmüş olduk. AKP’nin kendi sermayesi olarak gördüğümüz müteahhitler ve inşaat sermayesi mevcut. Aynı sermaye sınıfı burada insanları enkaz altında kalacağı binaların da müsebbibi oldu. Birkaç müteahhit dışında yargılanan bir sorumlu yok. İstanbul’da ya da depremin gerçekleşmediği bölgelerde kentsel dönüşüme direnen halkı sorumlu tutmaya çalışıyorlar. Kendileri ölümü inşa ederken, sorumluluğu halka yüklüyorlar” dedi.
ÖLÜM SAYISI BİLİNÇLİ BİR BİÇİMDE ARTTIRILDI
6 Şubat’ta yüzbinlerce insanın enkaz altında kaldığını hatırlatan Taşçı, “Bir gün sonra AFAD ekipleri bir türlü alana varamadı. Hatay AFAD’çıları Malatya’ya, Diyarbakır’dakiler ise Maraş’a gönderildi. Çalışmayı geciktirdi devlet. Erdoğan’ın dediği gibi Asrın felaketinin sonucu olmadığını biliyoruz. Gayet politik bir tercih olarak bölge halkı ölüme terk edildi. Binaların çökmesi sonucu doğrudan ölmeyen vatandaşlarımız, enkaz altında ölüme terk edildi. Bu bir cinayettir. 4-5 günün sonunda ‘enkazlarda sadece ses duyduklarınıza müdahale edin’ diye bir devlet politikası vardı. Kendileri ses duymadıkları enkazlara müdahale etmediler. Keza bu müdahaleler profesyonel değildi, ilkel yöntemlerle yapılan müdahalelerdi. AFAD görevlilerine herhangi bir araç sunulmadığını gördük. ‘Ne yapacaksınız’ diye sorduğumuzda ‘bilmiyoruz’ dediler. Ölüm sayısı bilinçli bir biçimde arttırıldı” sözlerini kullandı.
Taşçı, “Cenazeler, balık istifi şekilde gömüldü. Mezarlıklar, insan cenazeleri doluyken, yakınları arıyorken, kayıt yaptırtmamaya zorlanıyordu halk. Yakınlarımızın cenazelerin öldüklerini ispat etmek de çok zordu. Yangın çıkan enkazlarda o kadar uzun süre müdahale edilmedi ki öldüklerini bile ispat edemedik. Türkiye’de sermaye düzeni devlet altında kalacağımız kentlerde mezarlar inşa etti. Çadır konserve ve her turlü yardım malzemesini sattılar. Enkaz altında öldüremediklerini de yaşam kuramamaktan öldürdüklerini gördük” diye belirtti. “Çok öfkeliyiz” diyen Taşçı, “Mücadelemizi sürdüreceğiz. Ne zaman ki biz hakikaten doğal afetlerin bi katliama dönüşmediği bir düzeni yaratana kadar. Kentlerimizi kaybederken de tutunduğumuz temel muhteva da buydu” dedi.
Ardından söz alan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi (ÇHD) avukat Fatih Gökçe, siyasi iktidarın doğal afet bahanesiyle üzerindeki sorumluluğu atmaya çalıştığını ifade etti. Gökçe, “Depremler doğal olayı ama günümüzdeki teknolojinin geldiği nokta itibariyle depremlerin öncesinde bilinmesi mümkün. Peki devlet burada bunu biliyor muydu? Evet biliyordu. Depremden yılları öncesinde biliyordu. Bu kadar insanın yaşamını yitirmesini doğaya ya da kadere bağlamak mümkün değildir. Türkiye’de depreme dayanıksız denilerek yıkılan binalarda amaç yeni rant alanları yaratmak. Yeni yapılan binalara baktığımızda depreme dayanıklı mı yapılıyor meleşesi ayrı bir vahamet olarak karşımıza çıkıyor. Ciddi şekilde deprem olsa dahi yıkılmayacak binalar yapılması gerekiyor. Ama yok” diye konuştu.
CEZASIZLIK POLİTİKALARI
Büyük depremlere rağmen bina güvenliği açısından gelişmiş teknoloji kullanan Japonya örneğini veren Gökçe, “Bizde ise ‘bina yıkılmasın, ağır hasarlı olsun bizim için yeterli’ deniliyor. Kendimize yakın yandaş müteahhitlere yeni işler veririz anlayışı var. Siyasi iktidar sorumluluğu üzerinden atarak bu işten kurtulmaya çalışıyor. Açılan soruşturmalarda gözaltına alınanların hepsi müteahhitler. Hiçbir kamu görevlisi hakkında bir soruşturma dahi açılmadı. Açılan soruşturmaların akıbetinde yavaş yavaş gelen bilirkişi raporlarında müteahhitler ve yapı denetim sorumlularını da kurtartana bir aşamaya geldi. İş döndü dolaştı, kaza, afet meselesine geldi. Dünyanın hiçbir yerinde insan canı bu kadar ucuz değil” sözlerini kullandı.
TOPLUMSAL CİNSİYET POLİTİKASI DEPREMDE DE KENDİNİ VAR ETTİ
İlmek Kadın Dayanışması Üyesi Sibel Korkmaz Sarı, “Depremde kadın ve çocuk olmak” başlığıyla değerlendirmelerde bulundu. Sarı, “Hala değişen, iyiye giden hiçbir şey yok. Herkesi etkiledi ancak en çok kadınları etkiledi. Bu da toplumsal cinsiyet eşitleştiğinden kaynaklı bir durum. Kadınların hem psikolojik, ekonomik, sosyal yükleri daha da arttı. Bir taraftan gündelik yaşamı sürdürmeye çalışırken, br taraftan da deprem özelinde büyük bir emek sarfettikleri. Çocukların güvenliği, barınması ve eğitimi konusunda da bir dizi efor sarf ettiler. Bu emeğin de psikolojik bir yıkım sonucu vardı. Araştırmalara göre Hatay’da, Maraş’ta kadın intiharları artmış. Bu artışın nedenleri barın alanlarının yokluğu nedeniyle ailelerin toplu yaşamıyla baskılanan kadınlar intihara yönelmiş. Orada kadın kurumları, psikososyal destek sunmak için bazı çalışmalar yürütmek istediler ama devletin engelleri ile karşılaştılar. AFAD’dan izin almadan bu dayanışmayı sunamazsınız’ denilmiştir. Bunun dışında kolluk kuvvetlerine sorulduğunda bir kadını nereye yönlendireceksiniz denildiğinde hiçbir şey bilmediklerini dile getirmişleridir. Bir kolluk yetkilisi, ‘böyle bir dönemde kadına şiddet uygulanılır mı’ demiş. Halbuki şöyle kayıtlar var. Enkaz altında bir kadın şiddete uğradığına dair kadın kurumlarına başvuruda bulunan bir kadın var. Devlet kadın yönelik şiddete dair önlemler almamış, acil durum planları uygulamaya konulmamış ve kadınlar kaderleriyle baş başa bırakılmıştır” dedi.
Devletin toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında politikalar izlememesi nedeniyle kadınların birçok sorun yaşadığına değinen Sarı, “Deprem bölgesinde hala hiçbir şekilde bitmeyen bir ihtiyaç devinimi var. Temel ihtiyaç malzemelerine ulaşamıyorlar, suya ve elektriğe ulaşım hala çok zor. Kış geldi. Bunun giderilmesi için eşitlik bağlamında hareket edilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı. Depremde kaybolan birçok çocuk olduğuna dikkat çeken Sarı, hala kaç çocuğun kaybolduğunun bilinmediğini ifade etti. Devletin bu konuda resmi bir sayı paylaşmadığını aktaran Sarı, “Bu çocuklara ne oldu? Bu süreçte çocuklardan en büyük ayrımcılığı yaşayalar Suriyeli çocuklar oldu. Okullarına dahi alınmadılar. Çadırlara en son ulaşabildiler. O eşitsizliği en derinden hissettiler” dedi.
ENGELLİLER UNUTULDU!
Verilen aranın ardından panelin ikinci bölümünde Adalet Peşinde Aileler’den gelen mesajlar okundu. Sonrasında depremde engellilerin durumuna dikkat çeken Engelsiz Erişim Derneği üyesi Burak Sarı, deprem sürecinde engellilerin tali bir konu olarak görüldüğünü dile getirdi. Sarı, “İlk yardıma gidilen süreçte sesimi duyan var mı diye enkazlara gidildi ama o enkazın altında işitme engelli ya da sağır birisi olabilirdi. Günlerce enkaz atlında kalarak sesi kısılmış biri de olabilirdi. Sorun kapsayıcı düşünmemek. Deprem sonrasında belli insanların tamamen hayatını zindana çevirmesine yol açtı. Tekerlekli sandalye kullanan insanlar için deprem olmasa bile tuvalet sorunu var. Tuvalete gitmek nasıl bir özel gereksinim olabilir? Benim olduğu kadar onun da ihtiyacı. Sen temel gereksinimi dahi karşılayamadın. Alışılmış her şey değişmiş, yerle bir olmuş. Orada artık engelliler için her şey sorun haline gelmiş. Muhtemelen tuvalet ihtiyaçlarını gidermek istedikleri zaman birilerinden rica etmek zorunda bırakıldılar ve bunun oluşturduğu psikolojik sonuçlar var. Bu onun sorumluluğunda değil, kapsayıcı olmayan politikaların sonucu. Depremi yaşayan engelliler sonradan hayatlarını nasıl sürdürdü? Kaç engelli enkaz altında kaldı? Kaç tanesi öldü? Bunlara dair herhangi bir bilgimiz yok” diye aktardı.
‘ENKAZ ÇALIŞMALARINDA NE DOĞA NE İNSAN ÖNCELENİYOR’
Son olarak söz alan Polen Ekoloji Kolektifi üyesi Tuğba Kahraman, depremin ekolojik boyutuna dikkat çekti. Deprem sonrası enkaz kaldırma çalışmalarının “apar topar” başlatıldığını ve bu çalışmalar sırsında halk sağlığının, ekolojik yıkımın gözetilmediğini belirten Kahraman, “Enkazların kendi oldukları yerde ayrıştırılması ve molozların toza, asbeste yol açmayacak bir şekilde bertaraf edilmesi gerekiyordu ancak buna dair herhangi bir önlem alınmadı” dedi ve deprem kentlerindeki ekolojik tahribata yol açan politikalara değindi. Kahraman, Hatay özelinde yayınlanan acele kamulaştırma kararının ardından kentin kültürel ve ekolojik yapısının hedef alındığını ifade etti.
Kahraman, şöyle konuştu: “Kentsel dönüşüm çalışmalarında, moloz bertaraf çalışmalarında ne doğa ne de insan önceleniyor. İnsanların yaşayacağı ciddi kanser riskleri var. Bu kimyasal ve zehirli atıklarla birlikte deprem bölgesinde insanların sağlıklarını da ellerinden alıyorlar. Ekosisteme saygı duyulmadan yapılan kentleşme, yeniden başkaca yıkımlara yol açıyor. Doğanın bir suçu yok, afetlerin değil kapitalizmin öldürdüğünü görüyoruz.”
Panelin kapanış konuşmasını yapan Zarife Çamalan, olası İstanbul depremi öncesi duyarlılık çağrısı yaptı. Panel, izleyicilerin soru ve değerlendirmeleriyle son buldu.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***