NECİP F. BAHADIR | YORUM
Başlıktaki soruya cevap vereceğim fakat konuyu biraz geriden getirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığında yaşanan ağır krizlerden sonra yurt dışına giden Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan’ın ilerleyen yıllarda ‘Zürih’ten getirilerek siyasete sokulduğu’ iddiasını duydunuz mu?
Bir zamanlar kahvehane köşelerine kadar inen ve çok tekrarlanan Erbakan’ın kurucusu olduğu Milli Selamet Partisi’nin, ‘12 Mart’ın olağanüstü şartlarında’ büyüyüp geliştiği tezi kulağınıza değdi mi?
Bu iddia ve söylentiler doğru olabilir mi?
Türk siyasetinde herhangi bir konuda düşüncenizi dillendirmeniz için ‘ispata lüzum’ duyulmaz. İpe sapa gelmeyen her türlü iddiayı gerçek gibi anlatabilirsiniz. Parti taraftarlığı ‘fanatizm’ boyutunda olduğundan taban tarafından sorgulanmazsınız. Nazi’lerin propaganda bakanı Goebbels’in taktiğiyle büyük yalanları güçlü seslerle tekrarlarsanız, yalanınız toplumda ‘gerçek’ muamelesi görür.
Özellikle son dönemde Goebbels’in teknik ve taktikleri Türk siyasetinde yeniden hayat buldu. Ankara’da Goebbels’i aratmayacak ustalık ve kıvraklıkta halefleri ortaya çıktı.
Türk siyasetinde sadece Erbakan’la ilgili değil, hemen her lidere ilişkin ‘iddialı söylentilere’ rastlamak mümkün. Erbakan ve partileri ile asker arasında bir ilişkiden söz etmek ne kadar gerçekçi olur?
Bu soruya belgeli cevap vermek zor elbette. Erbakan konusunda askerin devreye girdiği ve siyaset yolundaki engelleri kaldırdığı tezi bana ‘kabul edilemez’ gelmiyor. Bu cümleden ‘Erbakan askerlerin adamı’ sonucunu çıkarılamaz. Öyle de değildir. Askerin Erbakan ve siyasi çizgisine hoşgörüyle bakmadığı herkesin malumu. Hayır, söylediklerimde bir ‘çelişki’ yok. İnce siyaset var.
Genç kuşaklar, bugün ‘siyasetin üzerindeki askerin rolünü’ anlamakta zorlanabilir. Yakın zamana kadar asker, siyasetin ve toplumun üzerinde mutlak söz sahibiydi. Askere rağmen siyaset yapmak ‘rüzgara karşı yürümek’ gibiydi.
Milli Görüş mayası tuttu, Erbakan’a başbakanlık yolu açıldı
‘Böl, parçala’ her dönem askerin de devleti yönetenlerin de vazgeçemediği bir siyasi taktik oldu. 27 Mayıs’ın al aşağı ettiği Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin devamı durumundaki Süleyman Demirel’in lideri olduğu Adalet Partisi 1965 ve 69 seçimlerinden yüzde 50’nin üzerinde oy alarak çıktı. Ve tek başına hükümet kurdu. Bu askerin kabullenebileceği bir tablo değildi.
Asker ‘sağ siyaseti bölme’ senaryosunu sahneye sürdüğündü ilk akla gelen ismin Erbakan olması son derece gerçekçi. Senaryonun başarıyla uygulandığı söylenebilir. 1970-80 arası sağ siyasetin gücünün kırıldığı ve tek başına hükümetlerin kurulamadığı istikrarsız yıllardır. 10 yıla 10’dan fazla hükümet sığdı. Parçalı siyasi yapı ve istikrarsızlık 12 Eylül askeri darbesinin gerekçesi oldu.
Devran döndü… Güç ve devlet odaklı siyasi projelerin ömrü uzun olmaz. Erbakan’ın ‘Milli Görüş siyaseti’ toplumda taban buldu ve Refah Partisi 1995 Aralık seçimlerinden zaferle çıktı. Erbakan’a başbakanlık yolu açıldı. Bunun üzerine 28 Şubat süreci başladı.
Bir askeri kadronun getirdiğini, bir başta askeri kadro götürmek için seferber oldu. 28 Şubat’ın siyasi hedefi doğrudan Erbakan’dı. Bu olağanüstü dönemde, askerin öncülüğünde devlet bütün unsurlarıyla Erbakan’ın RP’sinin üzerine gitti. Refah Partisi kapatıldı, Erbakan’a siyasetten yasaklandı. Milli Görüş hareketi ortadan ikiye bölündü, ‘gelenekçi ve yenilikçiler’ diye…
Çok geçmeden, Erbakan ismine ve politikalarına ciddi eleştiri ve itirazlar getiren ‘yenilikçi çizgi’ AKP olarak siyaset sahnesine çıktı. Yenilikçiler dava ve ideal siyasetten uzaklaştı, ‘reel politiği’ temel siyaset olarak benimsedi. Asker ve devletle uzlaşmanın yollarını aradı. ‘Erbakan karşıtlığı’ yenilikçi hareketi devlet nezdinde muteber kıldı.
Erdoğan, ‘gömlek’ değiştiriyor!
Erdoğan ve arkadaşları geçmişle irtibatlarını kopardı, söylemleri tamamen değişti. Adını açıkça koymasa da duruşu ve üslubuyla yelpazedeki yerini ‘sağ merkez’ olarak konumlandırdı. Erdoğan’ın, “Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık.” sözü sıradan bir cümle değil bir siyasi felsefenin ifadesiydi. Başka iddialı çıkışları da vardı. Lider sultasına son verilecekti, liderin dediğiyle değil istişareyle yol yürünecekti, parti içi demokrasi olacaktı, en fazla beş dönem genel başkanlık yapılacaktı, siyasette dinsel içerik ve üslup kullanılmayacaktı…
Şimdi başlıktaki soru daha anlamlı oldu.
“AKP 28 Şubat’ın ürünü mü?” sorusuna yukarıda çizmeye çalıştığım çerçevenin içinde cevap aramak lazım. Tek kelime cümleyle ‘evet’ veya ‘hayır’ diye cevap verilemez. 28 Şubat olmasaydı AKP olur muydu? Erdoğan siyaset sahnesine çıkabilir miydi? Erbakan’ın karşısında tutunabilir miydi?
Eğer şartlar olağan seyrinde gelişseydi kesinlikle AK Parti bu kadar verimli ve bereketli bir zemin bulamazdı. Bu kesin.
RP ve FP kapatılınca ‘yenilikçiler’ serbest kaldı, Erbakan’la aralarındaki bağ koptu. Bunun rahatlığıyla yeni parti arayışına girdiler ve yollarına AKP olarak devam ettiler. AK Parti, Erbakan siyaseti ve üslubuna bir isyan ve tepkinin adıydı. Eğer Erbakan siyasetten yasaklanmasaydı, sesi kısılmasa, sözü engellenmeseydi, AKP bu kadar geniş kadro zenginliği ve derinliği bulamazdı.
AKP’nin ‘ebesi’, 28 Şubatçılar!
Erdoğan, 28 Şubat sürecinin Erbakan’dan temizlediği siyasi alanın tam üzerine oturttu AK Parti’yi.
Erdoğan, Erbakan’dan icazet aldı mı?
Hayır, lüzum de yoktu zaten. Erbakan’la ilişkili görünmek devlet nezdinde ‘sakıncalı’ olmanın diğer adıydı çünkü. Erdoğan’ın da bu canına minnetti. Taban da bu gerçeği anlayabilecek ve kabullenecek olgunluktaydı. Erdoğan kadro ve siyasi çizgi olarak merkez sağa doğru dümen kırınca AK Parti yürüdü gitti. Ve merkez sağın patronu oldu.
Evet, Erdoğan’ın AKP’si 28 Şubat sürecinin olağanüstü ikliminde dünyaya gelmiş ve büyümüş bir parti. Bu doğumun ebesinin 28 Şubatçılar olduğunu söylemek herhalde abartılı olmaz. AKP’nin tarihini yazacak olanlar 28 Şubat gerçeğini dikkate almak zorunda. Yoksa, AK Parti kendi şartları içinde doğmuş ‘hudayinabit’ bir ağaç değil. Saha, zemin ve koşullar siyasetin dışındaki güçler tarafından oluşturulmuştur. Erdoğan’ın da bu imkanı fırsata çevirmeyi başardığı bir realite. Hikayenin özü bu.
Erbakan’ın gölgesinin altından çıkıp parti kurmak, siyaset yapmak kolay değildi. Siyaset tarihine bakıldığında ana gövdeden ayrılan hareketler ve partilerin pek başarılı olamadığı, sürgün veren filizin dallanıp budaklanmadığı, kuruyup gittiği açıkça görülür. Erbakan gibi güçlü bir karizma karşısında tutunmak bu Erdoğan da olsa mümkün değildi. Daha önce Korkut Özal gibi isimler çıktı fakat başarılı olamadı.
AK Parti bir 28 Şubat projesi mi? ‘Evet’ demek biraz abartılı olur. 28 Şubat’ın projesi olarak kabul etsek bile, bu Erdoğan’a iktidar yolunu açmak için değil, Erbakan’ı siyaset sahnesinden kazımak için ve Milli Görüş’ü tarihe gömmek içindi. Projenin Erbakan kısmı başarıyla sonuçlandı. Ama olağanüstü şartlar olağanüstü gelişmeleri, ‘Erdoğan’ın tek adamlığını ve muktedirliğini’ doğurdu. Ben bu boyutunun projenin bir parçası olduğunu düşünmüyorum.
AKP, 28 Şubatçıların çizgisine geldi!
Proje kontrolden çıktı.
AK Parti liderliği partileşme sürecinde 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir’le görüşmeler yaptı. Erdoğan, 12 Eylül’ün paşası Kenan Evren’le buluştu, Süleyman Demirel’in kapısını çaldı. Bugün Hulki Cevizoğlu gibi 28 Şubat’ın sembol isimlerinden bazıları AKP’de aktif siyaset yapmakta. AKP’nin bazı politikaları 28 Şubat projeleriyle örtüşmekte. AKP, daha önce çok sınırlı olan muhafazakar grupları bugün 28 Şubatçıları hoşnut edecek şekilde tamamen devletin kontrolüne soktu.
Yine de AK Parti’ye 28 Şubat’ın projesi demek bana gerçekçi görünmüyor.
Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun birkaç gün önce, “Erbakan Hoca 2006 yılında mahkum olduğunda Tayyip Erdoğan polisle evini kuşattırdı. Hapse attırmak için büyük bir gayretin içine girdi.” şeklindeki açıklaması tartışmalara neden oldu. Erbakan ve onlarca arkadaşı ‘kayıp trilyon’ davasından mahkum oldu. Polisin infazı gerçekleştirmek için Erbakan’ın peşine düştüğü doğrudur.
Erbakan haftalarca ortalıkla görünmedi, sürekli gittiği cuma camilerine bile gidemedi. AKP sorunu çözmek için kılını kıpırdatmadı. Kamuoyunda oluşan olumsuz havanın etkisiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaş ve hastalığını gerekçe göstererek özel af kapsamında dosyasını kapattı. AK Parti iktidarında ‘kayıp trilyon’ davasından onlarca il başkanı ve yöneticisi hapis yattığı gerçeği inkar edilemez.
28 Şubat’ın gadrine uğrayan Erbakan, Erdoğan ve arkadaşlarını ömrünün sonuna kadar affetmedi.
AKP’nin 28 Şubatsız tarihi yazılamaz. 28 Şubat olmasaydı, Erdoğan’ın AKP’si de olmazdı. 28 Şubat ruhu bugün AKP’nin içinde yaşamakta. Kimi zaman Hulki Cevizoğlu olarak ete kemiğe bürünmekte, kimi zaman Özlem Zengin olarak… Erdoğan, partisini ve kendisini siyaseten var eden 28 Şubat’a olan borucunu hala ödemekte…
Olağanüstü iklimde doğan partiler ancak olağanüstü şartlarda yaşar. Erdoğan’ın ülkeyi sürekli olağanüstü koşullarda tutmak istemesinin nedeni bu. Normalleşme Erdoğan’ın işine gelmez. AKP olağan ve normal zamanların partisi olamaz.
AKP ile 28 Şubat arasında bir ilişki var. Sadece bunun boyutu ve şekli tartışılabilir…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***