NECİP F. BAHADIR | YORUM
Sadece başkanlar değil, sultanlar da krallar da saraylarda, köşklerde yaşar. Amerikan Başkanı’nın ofis ve konutunun adı ‘Beyaz Saray’dır’ sözgelimi. Fransa’nın yarı başkanı Elysee Sarayı’nda ikamet eder. İngiltere Kralı Buckingham Sarayı’nda oturur. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Batıdan doğuya gelirsek saraylar çeşitlenir, en mütevazi olanı bile yazlık – kışlık diye iki ayrı saraya sahiptir.
İslam ülkelerinde durum daha vahim. Saraylar işleviyle değil şaşaalı ve görkemli haliyle arz-ı endam eder. İtibarın zenginliğin ölçüsüdür çünkü. İtibardan da tasarrufu olmayacağına göre… En kaliteli mermerler, altın kaplamalar, som altından klozetler sarayların olağan malzemeleridir. Sultanlar ülkelerinin zenginliğiyle, halkının refahıyla değil saraylarının muhteşemliğiyle övünür.
İtibarı zenginlikte görenler sadece sultanlar veya başkanlarla sınırlı kalsa keşke… “Dünya malına ehemmiyet vermeyin.” diye vaaz eden hocalar, müritlerine çileli hayatın faziletlerini anlatan şeyhler ve her cuma hutbelerde fakirliğe, kanaatkarlığa övgüler düzen Diyanet Reisi arabaların en lüksüne biner, görkemli villalarda yaşar. Toplantılarını bile 5 yıldızlı otellerde yaparlar. Hazretleri daha aşağısı kurtarmaz!
Başlıkta sizleri kışkırtmak ve merak duygularınızı kabartmak için “Saraysız başkan olur mu?” diye sordum. Keşke, “Niye olmasın ki…” diye genel cevap verebilsem… Ve peş peşe İslam ülkelerinden örnekler sıralayabilsem… Ah ne kadar çok isterdim. Peygamber’in (sas) ve halifelerinin hayatını kendilerine rehber edindiklerini söyleyenlerin, ‘Bir lokma bir hırka!’ ile yetinecekleri sade bir yaşamları olsa keşke.
Ama nerdee!
Tarihte aranırsa elbette tek tük örnekleri bulunur. Müslüman idareciler arasında da saraydan uzak yaşam sürmüş olanlara rastlanabilir. Ama istisna kabilinden… Saraysızlığın bir geleneğe dönüştüğünü söyleyebilmek mümkün değil. İtibar sarayın görkeminde, koltuğun altın yaldızındadır. Onun için hiçbir masraf esirgenmez. Sarayları muhteşem diye de hiçbir başkana, sultana dünya sisteminde, ‘Buyur öne geç saraylı!’ denmez. Bu sadece politik söylemdir zira. İtibarın saraydan, uçaktan, arabadan geldiği şu ana kadar görülmemiştir. Aksine eleştiri ve alay konusu olur.
Sürüdeki ‘kara koyun’: Jose Mujica!
Evet, bu dünyada ‘bir saraysız bir başkan’ yaşadı. Çok gerilerde de değil üstelik çok yakın zamanda. 2010-2015 yılları arasında görev yaptı. Bu kişi ‘Dünyanın en fakir ve saraysız başkanı’ olarak bilinen Uruguay Devlet Reisi Jose Mujica’dır. Pepe de denir kendisine. Dünya onu daha çok 1987 model Volkswagen’inden tanır. Benim de ilk dikkatimi çeken pejmurde kıyafetleri, bakımsız saçları ve kamlumbağa şeklinde ki külüstür arabası olmuştu.
Bir ara Türkiye’ye de geldi. Lüks yerlerden kaçındı. Taksim’de 3 yıldızlı otelde konakladı. Konferanslar verdi. Bir bilge kral gibi konuştu, “Dünya malına önem vermeyin.” dedi. Bunu sadece söz olarak söylemedi, hayatıyla da gösterdi.
Mujica gökten zenbille inmedi, en alttan geldi. Polisle çatışmalara girdi, 6 kere vuruldu, hapishanelerde tecrit hücrelerinde 14 yıl yattı, ağır işkenceler gördü. Kafayı yedi, akıl hastanesinde yattı, bahtı yaver gitti, hapisten sonra merdivenleri adeta uçarak çıktı ve zirveye kadar tırmanmasını bildi.
Kendisini ‘Sürüdeki kara koyun’ olarak niteleyen Mujica’nın hayatı kitaplara, belgesellere ve filmlere konu oldu. ‘Yüce Bir Yaşam’ ve ‘12 Yıl Süren Gece’ filmlerini izledim, bir gazetecinin uzun görüşmeler yaparak kaleme aldığı, ‘Saraysız Başkan’ kitabını keyifle okudum. Türkiye’deki liderlerin de bu kitabı özellikle okumasını çok istedim. Karşılaştığım siyasetçilere önerdim. Kitabı okurlarsa hiç değilse yüzlerine bir ayna tutmaş olurlar. Ve vicdanlarında bir karşılık bulur.
Tam bir ‘bilge kral’!
‘Saraysız Başkan’ kitabından altını çizdiğim satırlar o kadar çok ki… Hangilerini sizlerle paylaşacağımı kestiremiyorum. Tam bir bilge kral… Mujica’nın Müslüman olmasını isterdim. Daha doğrusu böyle sade hayatın Müslüman liderlerden sadır olmasını beklerdim. Mujica hiçbir dine inanmıyor. Dinsiz olduğunu açıkça deklare ediyor. İnka’ların ışık felsefesi hakkında olumlu bakışı mevcut.
Mujica mücadelesine ‘silahla’ başladı. O bir ‘Tupamaro’ idi. Bir gerilla bir militan yani. Terörist de diyebilirsiniz. Kırsalda, dağlarda, şehir içlerinde, sokaklarda güvenlik güçleriyle defalarca çarpıştı. Ciddi yaralar aldı. Ölümden döndü. İlk hapse girmesinin nedeni bir fabrika soygununa karışmasından… Amacı siyasiydi; ‘Örgüte mali destek sağlamak içindi’. Yakalandı ve hapse atıldı. Karşılaştığı muameleyi, “Hapishanede tüm kemiklerimi kırana kadar dövdüler.” diye anlatır.
Bir hapishane anısından söz ederken şöyle der: “Bir gardiyanı hiç unutmuyorum. Bir keresinde diğer yoldaşlarla beraberken benimle birlikte iki üç yoldaşın yüzüne baktı ve gayet ciddi bir tavırla, ‘İleride aranızdan kaç bakan çıkacak bakalım!’ diye hala zihnimi kurcalayan bir soru sordu.”
Annesi de sürekli ‘Benim oğlum başkan olacak’ kehanetinde bulunmuş. Annesinin sözünü bir kitapta okuyunca çok şaşıran Mujica tepkisini ‘Şuna bakar mısınız? Ben hapisteyken benim ihtiyar sağda solda oğlum başkan olacak diye geziniyormuş. Duyduğumda inanamadım. Bakın şimdi nerdeyim. Ne dersiniz annem gerçekten inanılmaz bir insan değil mi?’ diye anlatır.
Annesinden ‘sosyalizm’ öğüdü!
Annesinin bir başka sözünü de unutamaz: “Hapisteyken bir gün görüşe geldiğinde ‘Evladım sosyalizm mümkün değil, çünkü insanoğlu kötü demişti.”
Her siyasi mahpus gibi hapishanede zor günler geçirir Mujica. Delirmenin eşiğinden döner. “Kafayı yiyince beni askeri hastaneye yatırdılar.” der. Peşini bir türlü bırakmayan, yiyip bitiren sürekli halüsinasyonlar görür. Kendisini muayene eden psikiyatrist bir avuç dolusu hap verir. İlaca alerjisi olduğu için kullanmaz. Bunun üzerine psikiyatrist hapishane yönetiminden, Mujica’nın bir şeyler okuyup yazmasına izin vermelerini ister.
Kitaplarla hayata tutunur. Kendi ifadesiyle, “Okumak, annemin de yardımıyla beni normelleştirdi. Başımı kaldırmadan, durmaksızın tüm gün okuyordum. Zihnimi düzelten de bu daldığım kitapların dünyası oldu.” diye anlatır. Sadece okumaz; notlar da alır, yazılar yazar. Psikiyatristi yazmanın kendisine iyi geleceğini söyler. Hapishanelerde en iyi ilacın ve arkadaşın ‘kitap’ olduğunu içeride yatanlar iyi bilir.
Jose Mujica, hapishane yıllarını hayatın ilerleyen yıllarında da sık sık hatırlar. Ve hatıralarını, düşüncelerini anlatmaktan geri durmaz. Gazeteciye şöyle der: “O yıllarda zindanlarda bir kimsesiz, bir yetim gibi yaşarken ne kadar az şey ile mutlu olunabileceğini öğrendim. Eğer az ile mutlu olmayı başaramazsanız, her şeye sahip olsanız da başaramazsınız.”
Nefret yıkıcıdır, kazandırmaz!
Devletin zirvelerine çıkınca kendisine en kötü muameleleri yapanlardan intikam almayı düşündü mü? Bir zamanlar mücadele ettiği askerlerle el sıkışacak mı? Bu sorulur sorulur ve tartışılır Uruguay’da. Mujica komutanlarla el sıkışmaktan çekinmez. Geçmişle muhasebesini şöyle yapar: “Bize o zulümleri yapanlara karşı dahi nefretle hareket etmiyorum. Nefret yıkıcıdır, kazandırmaz. Bu bir demogoji, birilerine hoş görünme yolu veya davadan dönme olarak yorumlanmamalıdır. Bir ilke meselesidir. Onca yıl hapiste bulunmasaydım belki de şu anda böyle olmayabilirdim. Mezarım kazılmıştı çoktan. Bazı solcu arkadaşlar bunu anlamakta zorluk çekiyor ve beni bu yüzden affetmiyorlar. Tüm hayatın boyunca bu kızgınlıkla yaşamak korkunç bir şey olsa gerek. Acıyorum böylelerine. Hayatın devam ettiğini ve yeni kuşakların geldiğini görmüyorlar. Bu zehirle yaşamak boşa yaşamaktır. Hayat gelecektir; geçmiş değil. Bu geçmişin yaşanmadığı anlamına gelmez. Geçmiş vardır ama belirleyici olan gelecektir. Sana unutabilme yeteneğini verecek olan da budur. Aslında unutmak doğru bir şey değil. Hiçbir şeyi unutmuyorsun. Ben tüm bu yaşadıklarını nasıl unutabilirim ki? Mesele üstesinden gelmektir.”
Mujica, Urugay’ın demokrasiye döndüğü 1985 yılında serbest bırakıldı. Önce senatör, sonra devlet başkanı seçildi. Mal varlığını 1,800 dolar olarak açıkladı. Sade yaşamından taviz vermedi. Devir teslim töreninde sembolik anlamı olan ‘kuşak’ takmak istemedi. Hükümeti parti binasında kurdu, lüks ve havalı yerlerden özellikle kaçındı: “Ben siyasete para kazanmak için girmedim, beni para ilgilendirmiyor. Para peşinde koşan solcuları görünce çok sinirleniyorum. Asıl fakir paralarının arkasında ona mahkum yaşayanlardır.”
İlk işi gereksiz harcamaları kesmek oldu
Başkan olur olmaz ilk olarak devlet kaynaklarının gereksiz harcamalarına el attı. Başkanlığa ait yatı demirlediği yerden götürmelerini istedi. “Gözüm görmesin bir daha!” dedi. ‘Devleti göçerme faaliyeti’ olarak niteliği yurtdışı harcamalarına kısıtlama getirdi. Saray’a taşınmadı. Barakayı andıran evinde yaşadı. Bunu soran gazeteciye, “Evimi dünyalara değişmem. Sarayları değil bir çadırda, bir kulübede doğanın ıssızlığında yaşamaya bayılıyorum. En yoksul devlet başkanı olarak anılıyorum ama kendimi yoksul hissetmiyorum. Çok fazla mülke sahip değilseniz kendinizi hayatınız boyunca köle gibi çalışmak zorunda hissetmezsiniz. Ve böylece kendiniz için çok daha fazla zamanınız olur. Garip yaşlı bir adam gibi görünebilirim ama bu bir özgür seçim…”
Resmi arabayı zorunlu hallerde çok az kullandı. Orada da farkını gösterdi: “Arabanın kapısını açmalarına izin vermiyorum ve arkada hiç oturmuyorum. Ben arabayla tanınmadan gitmek istiyorum. Ortalığı velveleye vermek istemiyorum. Başkanların etrafındaki tüm bu zırvalıkların canı cehenneme. Bana göre değil bunlar.”
Yolda otostop yapanları arabasına aldı. Maaşının büyük bölümünü, yüzde 90’lık kısmını fakirlere bağışladı. Kendine yetecek kadarını tuttu. Mujica kendisini ‘iflah olmaz bir kural tanımaz’ olarak tanımlar: “Ben doğuştan bir kural tanımazım. Devlet başkanlarıyla bir araya geldiğimde hangi açıdan bakılırsa bakılsın, kendimi onlarla uyum içinde görmüyorum. Bana bir değişik bakıyorlar. Onların dünyasına ait olmadığımı biliyorlar. Hiçbir zaman da olmam zaten. Hepsi makama tapıyor. Ben değişmez olmaz bir istisnayım.”
Kazanacağına inanmalısın!
Gençlere, siyasetçilere tavsiyesi de dikkat çekici Mujica’nın: “Daha kavgaya girişmeden yere serileceklerini düşünenler beni hasta ediyor. Elbette sadece kazanmak için savaşmıyorsun çocuğum. Ama kazanacağına inanmalısın. Böylelikle ancak hayatına anlam katabilir, böylece yol alabilirsin. Yenilebilirsin. Hayat gibi çetrefilli düşmanı kim alt etmiş ki? Hayat macerana anlam kazandırmalısın.”
“Eğer birgün benim heykelim dikilecekse…” der Mujica ve ekler: “Bu Urugay siyasi tarihinde her düşündüğünü olduğu gibi söyleyen yegane kişi olduğum için olmalı. Benim bir geri vitesim de vardır. Hiçbir zaman bağnaz bir yapıda olmadım. Tutkuluyumdur ama fanatik biri değilim.”
Bugün artık hayatının son demlerini yaşıyor. Ölüm hakkındaki düşüncesi sorulduğunda Mujica “Ölümü içselleştirmeyen insanlar var, mutsuz ölüyorlar. Öleceğimi hissettiğim zaman yatağıma gidecek, sakince uykuya dalacağım.” cevabını verdi.
Dünyaya kök salmak, mal biriktirmek gibi bir alışkanlıklarınız yoksa terk-i diyar etmek kolay oluyor. Bu çağda saraysız bir başkan, fakir ve sade mütevazi bir hayat, dünya malına önem vermeyen bir lider, bütün gününü toprakta geçiren bir ihtiyar…
Evet, kibirden uzak, derviş sessizliğinde yaşayan siyasetçiler de var. Ama çok uzaklarda… Taaa Uruguay’da… Galatasaraylı Muslera’nın ülkesinde…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***