NECİP F. BAHADIR | YORUM
Türk siyasetinde herkes koltuğuna yapışmıyor. Arkasına bakmadan bırakıp gidenler de var. Ama istisna… Çoğunluk elden ayaktan düşene kadar koltuğunu bırakmayanlarda. Bu yazıda siyaseti de koltuğu da zirvede bırakan iki isme dikkat çekeceğim. Biri sağdan, diğeri soldan. Yaşları ve pozisyonları yerindeydi, yani isteseler gitmeyebilirlerdi ama onlar koltuklarıyla vedalaşmayı yeğlediler.
İlki Anadolu’nun bağrından çıkan Osman Bölükbaşı…
Babasının itirazına rağmen aktif politikaya Demokrat Parti saflarından girdi. Türkiye’nin en tartışmalı seçimi 1946’da Yozgat’tan milletvekili adayı oldu. 100 bine yakın oy aldı, açık oy gizli tasnifli seçimde sandık hilesi nedeniyle seçilemedi. Sert itirazı sonucu tutuklandı, Sorgun Hapishanesi’ne kondu. Bu onun ilk seçimi ve ilk hapsiydi. Arkası gelecekti…
Demokrat Parti’nin politikalarına tepki gösterdi, müfettişlik görevinden ve partiden istifa etti. Bir grup arkadaşıyla 1948 yılında Millet Partisi’ni kurdu. İnönü’ye suikast gibi uyduruk bir soruşturmanın sonunda tutuklandı. Didik didik aranan evinden polislerin arasında çıkarken 21 günlük oğluna, “Oğlum Deniz, baban gidiyor, belki geri gelmez. Bu memleketin pisliğini az su temizlemez diye adını ‘Deniz’ koymuştum. Şayet gelmezsem bu pisliği sen temizle oğlum.” vasiyetini yaptı.
Adnan Menderes’in öfkesinin hedefi oluyor
Oğlu ‘Deniz’ büyüyünce önce diplomat daha sonra MHP’den milletvekili oldu. Türkiye çok partili döneme geçerken hapishaneden çıktı seçimlerde tekrar aday oldu. Partisi yüzde 3’ün üzerinde oy aldı. Meclis’e sadece Kırşehir milletvekili olarak Osman Bölükbaşı girdi. Parti iki gruba ayrıldı, inkılapçılar ve muhafazakârlar diye. Bu tartışmaların sonucunda dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle parti kapatıldı. Bunun üzerine Bölükbaşı, Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kurdu. İlk seçimde Kırşehir’den 5 milletvekili çıkardı.
Osman Bölükbaşı, Adnan Menderes’in de hedefi olmaktan kurtulamamıştı…
Bölükbaşı’nın Meclis’te yaptığı muhalefet ve konuşmaları Adnan Menderes’i çok kızdırdı. Demokrat Parti iktidarı, öfkesini Kırşehir’den çıkardı; ilçe statüsüne düşürdü ve Nevşehir’e bağladı. Bu karar Bölükbaşı’nı çileden çıkardı. Menderes’e çok sert yüklendi. Bedeli hapis oldu. Muktedirler her devirde muhaliflerini susturmak için hapishaneye göndermeye bayılır. Firavun’un bile Hazreti Musa’ya ilk tehdidi “Seni hapse atarım!” olmuştur.
1957 seçimlerine hapishaneden katıldı. Aday olduğu Kırşehir’de oyların üçte ikisini aldı. Milletvekili seçilmesi hapishanede bayram havası estirdi. Yüzlerce mahkumun önünde bayrağa ve Kur’an’a el basarak yemin etti. Hapishaneden çıkarken İsmet Paşa karşılamaya geldi, “Osman, çocuğunun doğumunu bile göremedin.” dedi, Bölükbaşı cevabı yapıştırdı: “Ben sizin zamanınızda dünyaya gelen çocuğumun doğumu sırasında da hapisteydim.”
Osman Bölükbaşı, MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’le birlikte görülüyor.
‘Erciyes Dağı kadar derdim var’ dedi ve siyaseti bıraktı
27 Mayıs darbesi sonrası kurulan koalisyona partisi ortak olarak katıldı ama o bakanlık koltuğuna oturmadı. 23 yıl Meclis’te milletvekili yaptıktan sonra 1973’te henüz 62 yaşındayken “Erciyes Dağı kadar derdim var.” diyerek aktif siyaseti bıraktı. Kurucusu olduğu 3 partinin genel başkanıydı. Önünde daha uzun yıllar vardı. Yaşı müsait, siyasetteki ağırlığı fazlaydı. Bölükbaşı Türk siyasetinin en ateşli hatiplerinden biri olarak bilinir. Kürsülerin efendisi, mikrofonların sultanıdır.
Miting ve kürsü konuşmalarında uzunluk rekoru onundur. Düzce mitinginde 8 saat 35 dakika konuşmasıyla ünlüdür. Meclis kürsüsünde ise aralıksız 5 saat Genel Kurul’a hitap ettiği zabıtlara girmiştir. Toplantıları sırf onun konuşmasını dinlemek için gelenlerin çokluğuyla meşhurdur. O karşısındaki kitleleri coştururken, “Beni dinliyorsunuz ama oyunuzu başka partiye veriyorsunuz.” diye sitem eder.
Osman Bölümbaşı, Anıtkabir ziyaretinde…
İsteseydi aktif siyasete milletvekili ve genel başkan olarak devam edebilirdi. Ama o “Yeter, benden bu kadar!” demesini bildi. Siyasetten öylesine koptu ki bir daha ne Meclis’e uğradı ne de siyasetin mekanlarına. Münzevi bir hayatı tercih etti. Gözden ırak kaldı. Gazete ve televizyonların röportaj ve haber tekliflerini elinin tersiyle itti. Oğlu Deniz Bölükbaşı, “Babam unutmak ve unutulmak istedi.” dedi.
Siyasette kendisini en çok üzen şeyi de söyledi. Bir hitabet ustasından beklenecek bir cümle: “Ne zaman konuşmaya başlasam İsmet Paşa kulaklığını çıkarıp masaya koyardı.”
Bir hatibe en çok dokunan hareketi İsmet Paşa’nın doğru tespit etmiş…
İsmet İnönü, Alparslan Türkeş ve Osman Bölükbaşı…
Benden önce 40 bin kişi nikahından geçmiş!
Siyasete neden erken veda ettiğini soranlara verdiği cevap şu oldu Bölükbaşı’nın: “Yüzünde göz izi yok sanarak siyaset denilen Leyla’ya gönül verdim. Sonradan anladım ki benden önce 40 bin kişinin nikahından geçmiş. Ve sonunda şunu anladım; ‘Kulluk giran geldi, dünyada kula / Hürriyet aşkıyla düştük bu yola / Sonunda Leyla’mız gitti bir pula / Bize inkısarı hicranı kaldı.”
2002 yılının Şubat ayında dünyadan göçtü Osman Bölükbaşı. Ve arkasında zengin bir siyaset mirası bıraktı. Bir vecizeye dönüşen sözleri ve Meclis konuşmaları siyasetçilere derslerle dolu. Israrlara rağmen hatıralarını yazmadı. Oğlu el yazısı notlarından yararlanarak babasını ‘Türk siyasetinde Anadolu Fırtınası: Osman Bölükbaşı’ adıyla kitaplaştırdı.
Siyaset dünyasından koltuğunu bırakıp giden ve bir daha ardına bakmayan Osman Bölükbaşı diye bir adam geçti.
Erdal İnönü, ailesiyle birlikte görünüyor…
Tam Norveç’e başbakan olacak adam; Erdal İnönü…
Diğer isim daha yakın tarihten… İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü. Aktif politikaya 12 Eylül’ün ağır şartlarında girdi. Asık suratlı, sert üsluplu Türk siyasetine Bölükbaşı gibi farklı renk getirdi. Esprili konuşmaları, hoş sohbeti ve gülen yüzüyle sıra dışı bir liderdi. Mücadele ve kavgasını yumrukla değil gülerek yaptı. 1993’te koalisyon ortağı Demirel Köşk’e çıkınca, “Ben de siyasetten ayrılıyorum.” dedi.
Kararından vazgeçirme ve geri döndürme çabaları sonuç vermedi. Tüm ısrarlara rağmen aktif politikaya bir daha dönmedi. Hiziplerin, parti içi grupların çatışmasına sahne olan sol siyasette birleştirici bir isimdi. 1989 yerel seçimlerinde aralarında İstanbul ve Ankara gibi şehirlerin olduğu birçok ili kazandı. Solun yerel düzeyde en başarılı olduğu seçim onun liderliğindeki bu seçimdi. Bu başarı grafiğine ve iktidar ortağı olmasına rağmen koltuğu bırakmasını bildi. Çok sevdiği akademik hayata döndü. Ve bir daha siyaset sahnesinde görülmedi.
Erdal İnönü, babası İsmet İnönü’yle birlikte…
Esprileri kaldı yadigâr. Birkaçını hatırlatmak isterim. SHP genel başkanı olduğu dönemde partili arkadaşlarıyla bir restorana gider. Garsonun, “Ne yemek istersiniz sorusuna?”, “Teşekkürler biz birbirimizi yiyeceğiz.” cevabını verir. Aslında bu espri bir politik gerçekliktir. Çünkü İnönü hizip kavgalarından çok çekmiştir. Kanaatimce siyaseti bırakmasında özellikle Deniz Baykal’ın başında olduğu bitmek tükenmek bilmeyen parti içi kavgalar etkili olmuştur.
Bir başka esprisi evden… Eşi Sevinç Hanım, “Erdal koş, fare var.” diye çığlık çığlığa seslenir. Erdal İnönü istifini bozmadan sakin bir üslupla, “Ne yapayım Sevinç, ben kedi miyim…?” der. İnönü’ye politikadan koptuktan sonra gazeteci siyasete neden girdiğini sorar, aldığı cevap tarihe geçecek türden: “Ülkemi benden daha kötüleri yönetmesin diye.”
Mutedil üslubu ve davranışları nedeniyle onun için “Tam Norveç’e başbakan olacak adam!” denir.
Namaz kılmam gerekiyor ama bilmiyorum!
Siyasetteki sağ – sol kutuplaşması nedeniyle uzak mahalle Erdal İnönü ismine soğuk bakar. Din ve tarihle ilişkisini problemleri görür. Bu satırların yazarı da buna dahil. Ama sonradan bizzat kaynaklarından öğrendiği iki olay bakışını değiştirir. İnönü kan kanseri hastalığına yakalanır. Tedavi için ABD’nin Houston kentine gider. Tıp çaresiz kalır, artık ömrünün son demleridir. İnönü civarda Müslüman din adamı olup olmadığını sorar. Bir ilahiyatçıyla irtibat kurulur. Son zamanlarını onunla geçirir. Kur’an okutur. Ölüm ve ahirete ilişkin sorular sorar. Son nefesini bu iklimde verir.
Erdal İnönü, Turgut Özal’la birlikte görünüyor…
Aktif siyasetteyken Demirel’le birlikte Şanlıurfa’ya gider. Günlerden Cuma’dır. Demirel camiye gider, İnönü dışarıda kalır. Parti örgütü, “Efendim siz de camiye gitmezseniz buradan parti biter.” der. Bunun üzerine Demirel’in yanına gider ve “Örgüt benim de namaz kılmamı istiyor. Ama bilmiyorum.” der. Demirel de “Ben ne yaparsam sen de aynısını yap.” diyerek çözümü bulur.
Ne diyelim bu da bir şey. Ben cuma günü camiye gitmemek için Konya’nın girişinde bekleyen siyasi lider biliyorum. Hikayesini bizzat kendisinden dinlemiştim.
Erdal İnönü 1996 yılında rektörlüğünü yaptığı ODTÜ’de bir öğrenci sohbetine katılır. İbrahim Özdemir o toplantıda bulunanlardan. Özdemir, orada yaşanan ilginç anekdotları yıllar önce Karar gazetesinde yazdı. Oradan özetleyerek aktarıyorum…
Bir öğrenci konuşmasının ortasında İnönü’ye “Hocam bir dakika, metafizikten bahsederken sanki tanrı varmış gibi bir imada bulundunuz. Yoksa yanlış mı anladım!” diye itiraz eder. İnönü gülümseyerek, “Evet, doğru anlamışsın. Ne var bunda!” der. Öğrenci itham ederek, “Size yakıştıramadım. Bir bilim adamı olarak olmayan bir şeyi nasıl ima edersiniz. Dahası sosyal demokratların lideri olarak nasıl böyle bilim dışı bir şeye inanabilirsiniz. Hele hele İsmet İnönü’nün oğlu olarak!” diye karşılık verir.
Erdal İnönü, fizik profesörüydü… ODTÜ’de dersler veriyordu.
Yok olmayacağımı düşünmek bana huzur veriyor!
İnönü’nün cevabı aynen şöyle olur: “Arkadaşım! Ben de sizin gibi gençken ve yanımda da böyle güzel bir hanım varken bu soruları takmıyordum. Ancak şimdi öyle değil. Yaşlandık. Akşam yatağa girerken sabaha çıkıp çıkmayacağımdan emin değilim. Sevgili eşim Sevinç’e çaktırmadan bakıyorum. Yarın tekrar görüşebilecek miyiz? Hangimiz önce gidecek? Dahası öldükten sonra ne olacak. Toprağın altında çürüyüp gidecek miyim. Ama ben yok olmak istemiyorum. Tanrı yoksa da olmasını istiyorum. Yok olmayacağımı düşünmek bana huzur veriyor.”
Erdal İnönü, Meclis Grubu’nda Deniz Baykal’la birlikte görülüyor…
Ardından Amerika’da eğitim gördüğü dönemde ‘Tanrı inancını yaşlılık psikolojisi’ ile açıklayan ateist bir hocasından söz eder. Yıllar sonra bir otelde o hocasıyla karşılaşır, hocası Tanrı’nın varlığıyla ilgili yazdığı bir kitabı İnönü’ye verir. İnönü gülümseyerek, “Tanrı hakkında kitap yazdığınıza göre yaşlandınız demek. Bize derste söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?” diye takılır. Hocanın cevabı şu olur: “O zaman çok iddialı ve mağrur konuşmuşum. Genelde bilimin özelde kimyanın her şeyi çözeceğini sanmıştım. Bu yaşa gelince tüm edindiğim bilgi, birikim ve tecrübelerimden sonra geriye bakınca yanıldığımı daha iyi anlıyorum. Bilimin ve bilgimizin sınırları konusunda daha mütevazi olmamız gerekiyor.”
Bu anlattıkları o öğrenciyi ve onun gibi düşünenleri ne denli tatmin etti bilinmez. Bu sözleri Erdal İnönü’nün ağzından dinlemeleri herhalde etkili olmuştur.
Tekrar konuya dönersek Erdal İnönü de Osman Bölükbaşı gibi gücünün doruğunda koltuğunu bırakmış, aktif siyasete “Yeter, paydos!” diyebilmiştir. Daha sonraki yıllarda soldan gelen ‘geri dönme çağrılarına’ da olumsuz yanıt vermiştir.
İşte Türk siyasetinde finali zirvedeyken yapan iki siyasetçi… Bana da haklarını teslim etmek düştü…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***