Abdullah EZİK
Elçin Poyrazlar, yeni polisiye romanı Çıplak Kalp’te siyaset ile edebiyat arasında yeni bağlar örmeye devam ederken bir toplumu çürüten temel değerlere de farklı noktalardan ışık tutuyor. Komiser Suat Zamir’in hikâyelerine yine güncel bir perspektiften yaklaşmaya özen gösteren Poyrazlar, mafya-devlet ilişkileri, siyasetin gündelik yaşama etkisi, polis teşkilatı ve daha birçok sorun üzerinde duruyor.
Elçin Poyrazlar ile siyaset-edebiyat ilişkisi üzerinden yeni romanı Çıplak Kalp’i konuştuk.
Edebiyat ile güncel siyaset ve politika arasındaki ilişki birçok açıdan üzerine düşünmeye değer bir konu. Siz de edebiyatınızda bu konuya özellikle alan açan bir yazarsınız. Sizin için edebiyat ile politika ve siyaseti iç içe geçiren temel dinamikler nelerdir?
Sanat politiktir. Hatta daha da ileri gideyim; sanatın apolitik olma lüksü yoktur. Mevcut düzene ve toplumun ikiyüzlülüğüne bir isyan, eleştiri, yergi olarak ortaya estetik bir eser konursa o sanattır. Bunun dışındakiler dalkavukluğa girer.
Ben edebiyatın değmesi gereken konulardan birinin politika olduğunu düşünüyorum. Post-modern edebiyatta erkek bireyin hezeyanlarını, çelişkilerini, krizlerini fazlasıyla okuduk. Ben bir okur olarak da bugün yaşayan toplumun siyaset ve iktidar üstünden deneyimini, sıkışmışlığını ve çıkış arayışını okumak istiyorum. Bir yazar olarak ise bunu suç üzerinden kuruyorum. Adalet nedir, vicdan nedir, bir suça bir toplum nasıl yanıt verir ve biz, iktidarı elinde tutmayanlar cezasızlık kültüründe ne yapabilir? Benim romanlarımın temelini bu sorular oluşturuyor.
Güncel siyaset ve politika ile birlikte toplumsal olayların da edebiyata yansıması sizin yazınınız özelinde başat bir durum. Toplumun geçirdiği dönüşüm, bugünün sorunları, güncellik sizin metinlerinizde kendisine nasıl bir karşılık bulur?
Türkiye’nin son yirmi yılı hem toplumu hem de sistemi dönüştürme açısından çok ciddi bir etkiye sahip oldu. Bugün kadınlar “müstehcenlik” ya da ahlaki değerleri zedeledikleri gerekçesiyle gözaltına alınabiliyor, kadınları öldüren erkekler birkaç yıllık hapis cezasıyla kurtulabiliyor, reşit olmayan kızlar şüpheli bir biçimde balkondan düşüp ölüyor ve ufacık kız çocuklarının dedeleri yaşında adamlarla evlendirilmesi hakkında rahatça konuşulabiliyor.
Yani suç tanımı ve kavramı değiştiriliyor. Hukuki tanımlamalar ve sınırlar, ideolojik nedenlerle gevşiyor, bulanıklaşıyor. Farklı bir suç tanımı ve hukuk yapısı yerleştiriliyor. Bunların hepsi hepimizin gözü önünde oluyor. Ne yazık ki Türkiye suç edebiyatı yazarlarına fazlasıyla malzeme veriyor.
Çıplak Kalp de sözünü ettiğimiz konulara paralel bir şekilde güncel olan ile yakından ilgilenen bir polisiye roman. Bu roman özelinde edebiyat ile günümüz, toplumsal meseleler arasında ne tür bağlar kurdunuz?
Türkiye’de benzeri görülmemiş bir suç dalgası var. Bir uçta tarikatların devletle iç içe geçmişliği, diğer uçta aşırı varlıklı ve güçlü holdingler, üçüncü uçta ise siyasetin yer aldığı üçgen bir yapı bu. Çıplak Kalp tam da bugünün Türkiye’sinde hurafelerle, boş inançlarla suları bulandırmak isteyen bir suç ağının faaliyetlerini anlatan bir roman. Kurbanlar ise pek değişmiyor; çocuklar, kadınlar, adaletin peşinde koşan dürüst polisler…Romanın kahramanı Komiser Suat Zamir tehditlere ve engelleme çabalarına karşın gerçeğin peşine düşüyor.
Roman temelinde iki katmanlı bir yapı üzerinden hareket ediyor. İlkinde Samet’in, ikincisinde ise müteahhit Cüneyt Canipoğlu’nun hikâyesi var. Çıplak Kalp’i meydana getiren bu temel ve sarmal örgüyü nasıl şekillendirdiniz?
Ben genelde romanlarımı tersten kuruyorum. Yani sonunu bilerek oradan geriye giderek yazıyorum metni. Olay örgüsüyse birbirine kenetlenmiş ilerliyor. Bir tarafta çoktan feda edilmiş, kimsesiz yoksul bir çocuk, diğer tarafta ülkenin en zengin erkeklerinden birinin ortadan kaybolması fikri bana tezat yaratma anlamında cazip geldi. Bazen en dokunulmaz, en imtiyazlı, en güçlü kişiler, kenarda kalmış küçücük insanlar tarafından alt edilebilir. Evet, hayat adil değil. Ama bu caniler için de geçerli.
İktidar meselesi, romanın merkezinde yer alan en temel sorunsallardan biri olarak değerlendirilebilir. Samet ve Cüneyt Canioğlu’nun hikâyesinde de iktidar ve iktidarı temsil eden kişilerin önemli bir görünümü/temsili var. Bir sorunsal olarak iktidar, Çıplak Kalp’te kendisine nasıl bir karşılık bulur? İktidar meselesine siz hangi perspektiften yaklaşıyorsunuz?
İktidar meselesi benim çok kurcaladığım bir konu. Bu sadece siyasi anlamda bir iktidar değil. Kadın-erkek arasında, evlilikte, aile içinde, sınıflar arasında yani tüm toplum ilişkilerini şekillendiren, hüküm kurma meselesi de aynı zamanda. Cinayet ise bunun en vahşi ve en radikal türü. Birinin canına kast etme ve Tanrı’yı oynama cinneti. Suç edebiyatında kıskançlık, güç, para, intikam, hırs, cinnet, hayatta kalma, aşk gibi cinayet nedenleri sıklıkla kullanılır. Peki ya siyasi iktidarın devamı için işlenen cinayetler? Sadece bir kişiye değil, bir toplumun varlığına ve geleceğine yapılan saldırılar? Ben adaletin ve vicdanın sınırlarının sorgulanması gereken o gri alanda kalem oynatmayı seviyorum.
Samet’in hikâyesi, son yıllarda Türkiye’de sıkça tartışılan bir meseleye ışık tutması bakımından ayrıksı bir yerde duruyor. Cemaat(ler), gerek iktidar ile ilişkileri gerekse bir yapılanma olarak büründükleri kimliklerle bugünün önemli meselelerinden birini meydana getiriyor. Cemaat yapılanmaları ve bu gibi sorunlar romana nasıl sızdı, nasıl bir alan açtı?
Bugün ana akım medyada tarikatları anlattığı için kurmaca bir dizi cezalar alıyor ve kara listeye girebiliyor. Tarikatların siyasi gücünü sadece bu bile anlatmaya yeter. Yani onların içine ışık tutabilecek her türlü girişim bir savaş nedeni olarak görülüyor. Siyasi tarikatların kuralları ve değerlerinin geçerli kabul edildiği bir dönemden geçiyoruz. İdeolojik dönüşüm hedefinin ortaya serildiği bir dönem bu. Ancak bu dönem dizilerle, romanlarla, mizahla, makaleler ve haberlerle kayıtlara geçecek. Gerçekleri bastıramazsınız, onlar mutlaka bir çıkış yolu bulur.
İktidar söz konusu olduğunda bir de işin elbette maddi boyutu var. İktidar üzerinden para devşiren birçok farklı sınıf söz konusu. Cüneyt Canipoğlu da bu noktada söz konusu bu sınıfa mensup karakterlerden biri. Canipoğlu, iktidar yapılanması ve bu yapılanmanın zaaflarına dair neler söyler? Onun üstlendiği temsil, günümüz Türkiyesi’ne dair nasıl bir profil çıkarır ortaya?
Her iktidar kendi zengin zümresini yaratır. Çünkü iktidarı sürdürmek için o zenginler ve şirketleri üstünden nakit akışı ihtiyacı içindedir. Bunlar genellikle hanedan gibi işler, siyasi sermaye aynı yerden beslenir. Dünyaya bakın, Rusya’daki oligarklar, Türki Cumhuriyet’lerindeki zenginler ve hükümetler, Arap krallıklarındaki aile holdingleri…
Canipoğlu buna benzer sistemin buradaki temsilcisi. Bir tarafta delirten aşırı zenginlik, diğer tarafta bir parmak şıklatmayla diz üstüne çöken bir zavallılık…Bu bile kendi başına yaman bir çaresizlik.
Son olarak Komiser Suat Zamir, Selim ve Beren gibi karakterler, onların deneyimleri üzerinden romana dâhil olan “emniyet” meselesine değinmek istiyorum. Emniyet sisteminin kendi içerisinde ne derece çetrefilli ve sancılı bir yapı olduğu gerek romanda işlenen soruşturmalar gerekse polislere yönelik baskı politikası üzerinden okunabilir. Bu noktada bir sistem olarak emniyet yapılanması ve bu sistemdeki bozukluklar üzerine ne söylenebilir? Bir polisiye yazarı için, bir sistem olarak emniyetin karşılığı/anlamı nedir?
Romandaki emniyet siyasetin doğrudan kontrol alanı olan bir yapı. Komiser Suat Zamir ise bu yapıda bir kadın polis olarak adaleti sağlamaya çalışıyor ancak sürülüyor, tehditler alıyor, sindiriliyor. Kusurlarına va büyük hatalarına rağmen tek bir kişinin hayatını kurtarmak için bile olsa rütbesini ve silahını iyi amaçlar için kullanmak isteyen bir polis Suat Zamir. Bu da onu otomatik olarak sistem dışına itiyor. Emirlerin edepten üstün olmadığına, birkaç iyi polisin adaletsizliğe karşı pek çok şeyi değiştirebileceğine inanıyor. Bana bunun romantik bir nosyon olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama edebiyat da tam böyle bir şey işte. Ancak hayal kurarak hayatı yeniden inşa edebiliriz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***