PROF. DR. SALİH HOŞOĞLU | YORUM
Kobani davasında yargılanan Kürt siyasetçi HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, dokuz gün süren tarihi bir savunma yaptı. Savunmasında sol çevrelerden pek duymadığımız bazı hususlar vardı. Bu açıklamalar laik çevrede Cumhuriyet’in kuruluşundan beri tekrarlanan ezberlere aykırı olduğu için birçok yayın organı tarafından hiç görülmedi. Bazı sol ve laikçi çevrelerden ise ciddi tepkiler aldı. Bu yazıda özellikle bu tepkiler üzerinden bir okuma yapmak istiyorum.
Selahattin Demirtaş’ın dikkat çeken bazı ifadeleri:
Medeniyetimizin kökünde İslam medeniyeti vardır, biz siyasal İslamcı değiliz Müslümanız. Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye sosyalistinin bir kısmı bunları bilmez, bilmediği için de topluma ulaşamaz. Bizi var eden bu topraklarda İslam medeniyetidir. 1300 yıldır hepimizi var eden İslam medeniyetidir.
- İslam medeniyeti geri falan değildir. Bazıları 1400 yıllık gericilik diyor. Saçma sapan, tarihten anlamayan bir yaklaşımla kendine hakaret ediyor. Köklü, güçlü bir medeniyettir. Bir zamanlar Şam’da Bağdat’ta astronomi, fizik, kimya, tıp, şehirleşmede çağ atlarken Avrupa mezhep savaşlarıyla, cadı avlarıyla birbirini parçalıyordu, açlıktan ölüyordu. İslam medeniyetinin altın çağlarıydı o zaman.
- Bugün astrolojideki birçok kavram Arapça kökenlidir. Bunları bilmeden, anlamadan İslam medeniyetini birkaç siyasi İslamcıya bakarak söylerseniz hata yaparsanız. Bunları söylerken Kıvılcımlı’yı ve ardıllarını tenzih ederek söylüyorum. Anlayanlar da vardı elbette ama kitleselleşmemenin nedeni İslamı karşısına almasıdır. İslam hepimizin medeniyetinin parçasıdır.
- Komünist de sosyalist de milliyetçi de olsa hepimizin medeniyetinin parçasıdır. 1400 yıl önceki gericilik diye yaftalamak en büyük yanlıştır. 1400 yıl önce Hz. Peygamber adına, İslam adına atılan adımları bugünle kıyaslamayın. Hz. Muhammed’in o günkü kıyaslamaları bugünkü AİHM CEDAW değerindedir. O gün cahiliye yaşanırken bir alternatif sunuyordu Hz. Muhammed. Yoksullar üzerine inşa ediyordu.
- Hz Muhammed dönemin en büyük sosyalistlerindendir. Hz. Muhammed bugün yaşasaydı İstanbul Sözleşmesi’nden, BM sözleşmelerinden daha ileri bir sözleşme yapardı. Söyledikleri devrimciliktir. Yoksulun yanında, emekçinin yanındadır. Serveti yoktur. Arap coğrafyasının önemli kısmını hükümranlığı altına almasına rağmen Muhammediye diye bir devlet kurmamıştır. Bugün dünyanın en lüks saraylarını yapanlar, en büyük ihalelerini alanlar ve yoksul halka en büyük zulmü reva görenler Müslüman mıdır?
Selahattin Demirtaş’ın burada vurguladığı temel problem sadece bazı sosyalistlerin değil neredeyse bütün laik entelijansıyanın içine düştükleri çelişik ve acınası durumu gayet iyi yansıtıyor. Türkiye’deki laik mahallenin önemli bir kısmı kendini “İslam karşıtlığı” ile tarif ediyor ve adeta varlıklarını bunun üzerine bina ediyorlar. İşin daha da vahimi bu karşı olmakla kendilerini tanımladıkları “İslam” hayali ve sadece kendilerinin tanımladıkları, farklı kaynaklardan seçmece yaparak kurguladıkları bir “İslam”.
İslam diyemedikleri için ‘irtica’ dediler!
Maalesef bütün Cumhuriyet tarihi bu temelsiz iddiaların tekrarı ile geçtiği için bu kesimde birer mutlak hakikat gibi kabul görüyor. Cumhuriyet’in kurulma aşamasında iktidarı ele geçiren hakim zümre “kendi tanımladıkları ve geriliğine hükmettikleri bir İslam’ı” kamuoyunda mahkum ederek kendilerini onun karşısında konumlandırdılar. Onlar buna açıkça İslam demediler, onu tarif etmek için “tarikat”, “irtica” gibi adlar icad ettiler. Onlar o günün şartlarında inandıkları toplumu inşa etmek ve iktidarlarını garantiye almak için eskinin tamamını kötüleyerek bir meşruiyet üretmeye çalışıyorlardı.
Ya günümüzdekiler?
Her şeyden önce karşı olmayı “varlıklarının temeli” saydıkları şeyi araştırıp öğrenseler onlarla belki daha sağlıklı iletişim kurabilirdik, kurabiliriz. Demirtaş’ın ifadelerine karşı gösterilen tepkilere bakınca insan hayretler içinde kalıyor ve bu yaklaşımdakilerle ortak zeminlerde buluşmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha görüyor. Laik çevrelerin irrasyonelliğini geçen üç yazıda kısa da olsa gözden geçirmiştik. O nedenle Demirtaş’ın İslam Medeniyetinden olumlu bahsetmesine verilen tepkileri yadırgamamak lazım.
Bu tepkileri kısaca başlıklar halinde gözden geçirelim. Bazıları bir kısım tarihi olaylara göndermeler yapmışlar ve onun üzerinden suçlamalar yöneltmişler. Oysa tarih bir inanç alanı değildir, bir bilim dalıdır. Mesela Osmanlı Devleti döneminde yapılan bazı uygulamaları örnek vererek, “İslamın özgürlüklere karşı olduğunu” iddia etmek en azından cahilliktir, anakronizm yapmaktır. Her inancın farklı dönemlerde ve farklı toplumlarda farklı yorumları mevcuttur. Kaldı ki Osmanlı eşittir İslam değildi.
Altı asırlık Osmanlı döneminde özgürlükler açısından çok farklı uygulamalar görebiliriz. O dönemde yapılan ve İslam’la bağdaşmadığı çok açık olan uygulamalar da olabilir. Tarihte olup bitmiş hadiselerle bir dönemi yargılayacaksak, en azından bunu aynı dönemdeki başka ülkelerle kıyaslayarak yapmalıyız ki bir anlamı olsun. Yoksa şimdiki bakış açımızla ve konjonktürle bundan üç asır öncesini kıyaslayıp hüküm verirsek ancak gülünç oluruz.
Atatürk inkılapları; herşeye çare oluyor!
Bazı yorumcular Demirtaş’ın bu sözleri hapisten çıkmak için söylediğine yordu. Ben de başta bu ihtimali düşünmüştüm ama 2015’teki bir ropörtajında da benzer şeyleri söylediğini okudum. Atatürkçü/Kemalist kesim zaten İslam’a da Kürtlere de atarlı oldukları için İslam’ı ve Şeyh Said’i öven sözlerine daha sert tepki göstermişler. “Ne İslam’ı, nasıl yani, İslam Medeniyeti de mi varmış? Aaa biz onları Atamız zamanında yok etmiştik, pardon yok saymıştık, hala yok olmadılar mı?” modunda tepkiler göstermişler. Tabii ki Türkiye’nin ancak Atatürk inkılaplarına sarılarak kurtulacağını hatırlatmayı da ihmal etmemişler. Hoş değil mi? Ne olduğunu kimsenin bilmediği (daha doğrusu kendi kafasına göre yorumladığı) bir kısım ilkelere atıf yaparak bütün problemleri çözüyorsunuz, her öneriye karşı bu mottonuzu hatırlatıyorsunuz. Medeni dünyaya hoş geldiniz!
Demirtaş’ın açıklamalarından en fazla hayal kırıklığına uğrayan grubu ‘Solcular’ oluşturuyorlar. Özellikle hala proleterya devrimi özlemi çekenler ve ezilen sınıflar için içleri yananlar bu sözlere fena bozulmuşlar. Ne yani; Marks, Lenin ve Stalin duruken başka referans aramak da ne oluyor dercesine bir tepki vermişler: “Bir de İslam geri değildir, gerilik değildir gibi şeyler söylemiş. Zaten bizi geri bırakan din değil mi?”
Sol sloganlar her derde deva olarak sıralanıyor. İşin ironik tarafı Karl Marks ve Lenin bile İslam hakkında bizim marksistlerden daha insaflı şeyler söylemişlerdi. Sol söylemlerle itiraz edenlerin bir kısmı Alevi olduklarını, Demirtaş’ın bu sözlerinin onlar için büyük hayal kırıklığı olduğunu ve Aleviliğin gerçek sosyalizmi içinde barındırdığını eklemiş. Alevilik adına yapılan itirazlarda bazıları Aleviliği İslam karşıtlığı olarak tanımlarken bazıları da gerçek/bozulmamış İslam olarak tanımlamışlar. Eleştirilerin bazıları da Demirtaş’ın “Kürt-İslam Sentezi” seçeneğine yöneldiğini iddia etmiş. Hatta artık merkez sağa yöneldiğini de söyleyenler var. Bu son iki eleştiri daha çok Kürtçü çevrelerden gelmiş.
İslam’ı yok saymak ne kazandıracak?
Benim bütün bu itirazlarda yadırgadığım husus herkesin kendi önyargıları içinde karşısındakini hemen bir yerlere yamama ve mahkum etme gayretine girmesi oldu. Ayrıca bir siyasetçinin makbul olabilmesi için birilerinin çizdiği daireden asla dışarı çıkmaması gerekiyormuş anlaşılan. Oysa bir kişi kendini Müslüman kabul etmeyebilir, inanmayabilir, bu tamamen kendi tercihidir. Ancak bir ülkede demokratik yollarla bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız içinde yaşadığınız toplumu ikna etmeniz gerekiyor ve bunun için de o toplumun dinini ve hassasiyetlerini dikkate almak zorundasınız. Ayrıca sizin bir ideolojinizin olması tarihinizi de değiştirebileceğiniz anlamına gelmez. Siz kabul etmeseniz de içinde doğup büyüdüğünüz toplumun bir tarihi var. Tarihteki olayları veya atalarınızın hayat tarzlarını, inançlarını beğenmiyor ve kabullenmiyor olsanız da bu gerçeklik orada durmaktadır.
Türklerin yaklaşık son 11-12 asırlık geçmişi İslam tarihi içindedir. Bu süre Kürtler için daha uzundur. Araplar için bu süre 14 asırdır. Bu durum bir Türkün, Kürdün, Arabın Hıristiyan olması veya dinsiz olması ile değişmez. O da İslam Medeniyet havzasında doğup büyümüştür ve oraya aittir. Kendisi istediği kadar farklılaşabilir. Bir coğrafyada doğup büyümek utanılacak veya kavga edilecek bir durum da değildir. Zaten utansanız da, kabullenmeseniz de bir şey değişmeyecektir.
Cumhuriyet rejiminin başarısız kimlik değiştirme girişimi
Günümüzde Avrupa’da nüfusun çoğunluğu inançlı Hıristiyan olmasa da Hıristiyan kültür ve medeniyetine dahil oldukları tartışmasızdır. Hiç bir Avrupalı bilim adamı, siyasetçi, aktivist, sanatçı kalkıp Hıristiyan geçmişi bir utanç olarak nitelemez. Bizim tarihimizle kıyaslanamayacak kadar kanlı ve feci uygulamaları irdeler, anlamaya çalışır, ders çıkarır ama onların üzerinden dindar Hıristiyanlara ayar vermeye çalışmaz.
Cumhuriyet dönemindeki başarısız kimlik değiştirme girişimine takılıp kaldığımız için bir kısmımız Müslüman geçmişimizi yok saymaya/yok etmeye çalışıyorken bir kısmımız da son yüz yıllık Cumhuriyet dönemini yok saymaya/silmeye çalışıyor. Oysa hepsi bizim parçamız, bizi oluşturan öğelerdir. Cumhuriyet dönemindeki bazı uygulamaları beğenmiyor ve eleştiriyor olabiliriz ama bu bizim Cumhuriyet döneminin bir parçası olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Ortaokulu bitiren bir çocuğun bile anlayacağı bu konuyu üniversitelerde hoca olmuş kişilerin anlamaması ya da kabul etmemesi Türkiye’deki seviye ve kutuplaşma açısından gerçekten üzücüdür.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***