AHMET KURUCAN | YORUM
Hocaefendi’nin sonraları “Sonsuz Nur” adıyla kitaplaşan Peygamber Efendimiz’i (sas) anlattığı vaaz serisinin bana göre sıradışı en önemli özelliklerden biri hem hadis hem de fıkıh usulünü alakadar eden sünnetin teşri yani yasamadaki yerini anlatmasıdır. 13 Ocak 1989 günü başlayan 16 Mart 1990’da son bulan bu vaazlarda Türkiye’deki vaaz geleneğine uymayan bir şey yaptı Hocaefendi bu konuyu ele almakla. Cami adeta İlahiyat Fakültesi, cami cemaati de sanki o fakültede okuyan talebelerdi.
Neden böyle diyorum?
Konunun mahiyeti ve örneğinin olmamasından dolayı. Öyle inanıyorum ki geleneğimiz içinde bu meseleler sadece Fethullah Gülen Hocaefendi değil onlarca yüzlerce hocaefendi tarafından cami kürsülerinde anlatılsaydı, benim sünnetin taksimi ile alakalı anlattığım o bilgilere bu denli bir yabancılık olmaz ve “Bunu da duyduk ya senden!” denilmezdi.
Cevabı ilk yazımda da yazdım, münasebet geldiği için bir kere daha yazayım; böyle düşünen insanları yadırgamıyor, ayıplamıyorum. Aksine yadırgadığım ve ayıpladığım mesleki anlamda dini anlatmayı vazife edinmiş ben ve benim gibi insanların bu konuyu halkımıza anlatmamış olmaları. Kendimi de dahil ediyorum bu kervana. Zira ben de tam 7 yıl Diyanet İşleri Başkanlığının resmi vaizi olarak cami kürsülerinde, salonların kürsülerinde, hapishane koğuşlarında dini anlattım ama bu konuyu anlatmak önümde Hocaefendi gibi bir örnek olmasına rağmen aklıma gelmedi.
Sözü daha fazla uzatmadan, Hocaefendi ne diyor bu konuda ona bakalım…
Sonsuz Nur’un 3 cilt olarak basılan ilk baskısının üçüncü cildi tamamıyla bu konuyu anlatıyor. Hararetle okumanızı tavsiye ederim ya da vaazları dinlemenizi. Bu bir.
İkincisi, İslam ilim tarihi ve geleneği içinde ilk yazımda bahsettiğim 2’li, 4’lü, 5’li, 7’li ve 12’li taksimleri yapan ulemadan farklı bir şey söylemiyor. Hatta onları nazara verip örneklerle zenginleştiriyor.
Üçüncüsü, konuyu sadece hadis ilmininin kalıpları içinde değil fıkhı ve tasavvufu da içine alacak şekilde çok daha geniş bir perspektiften ele alıyor.
Bakın şu değerlendirmelere Hocaefendi’ye ait: “Asr-ı Saadet’te yaşanan hayatın kelimesi kelimesine, milimi milimine günümüze aktarılması ve hiç değiştirilmeksizin aynen uygulanmaya çalışılması, çatışmaya sebep olabileceği gibi dinin ruhuna da uygun olmayabilir. Yapılması gereken, sünnetin temel felsefesinin iyi kavranması ve dinin açık bıraktığı uçlardan hareketle içinde yaşadığımız zaman ve şartlara uygun olarak günümüz problemlerine çözümler bulunmasıdır. Siyere bu gözle bakılacak olursa, Allah Resulü’nün savaş ve barış stratejisinden, irşat ve tebliğ usulünden, idare ve yönetim anlayışından veya fetva ve kazaya dair uygulamalarından günümüz için çok önemli ilke ve prensipler çıkarılabilir.”
Pekala ben ne demiştim geçen yaptığım değerlendirmede. Efendimiz’in (sas) kavli ve fiili söylem ve eylemlerinin aynıyle hayata taşınması ancak ve ancak o hayat şartlarının hakim olduğu zeminde olur. Öyleyse film platformları gibi şehirler inşa edelim ve Müslümanlar olarak orada yaşayalım demiş ve ardından bu mümkün mü sorusunu sormuştum. Hocaefendi ne diyor; “Asr-ı Saadet’te yaşanan hayatın kelimesi kelimesine, milimi milimine günümüze aktarılması ve hiç değiştirilmeksizin aynen uygulanmaya çalışılması, çatışmaya sebep olabileceği gibi dinin ruhuna da uygun olmayabilir.”
Bu iki değerlendirme arasında bir fark görüyor musunuz?
Devam edeyim: “Elimizde âlemşumul değerlerin bulunduğunda şüphe yoktur. Fakat önemli olan, bunları mevcut konjonktüre uygun olarak yorumlayabilmektir. Bugün yaşamak istediğimiz hayat, farklı bir çizgide de olsa geçmişte yaşanmış olabilir. Ama o günkü çizgiyle bugünkü çizgiyi çok iyi belirlemez ve bunlar arasındaki farkları göz ardı ederseniz, arzu ettiğiniz şeyleri gerçekleştiremezsiniz. Format farklılığına ihtiyaç olduğunu, önümüzde duran bir kısım hazır çözümlerin yeniden ele alınması gerektiğini unutmamalıyız.”
Daha ne desin?
İhya, tecdid, ıslah, içtihad adına ne derseniz deyin iman, ibadet ve ahlak gibi sabitler değil ama normatif alanda elimizde var olan en geniş anlamıyla geleneğin yeniden yorumlanması gerektiğini nazara vermiyor mu? 85 yaşına geldiği şu zaman dilimine kadar da şahsi giyim-kuşam, yeme-içmeden sosyo-kültürel ve ekonomik hayatımızı ilgilendiren bir çok meselede yaptığı tercih, içtihat ve verdiği hükümlerle bunu hayata taşımadı mı? Zaten ortodoksi ve tutucu bir yaklaşım sergileseydi acaba fikri öncülüğünü yapmış olduğu Hizmet bugünleri görür müydü?
Yalnız Hocaefendi bu kapıyı araladıktan sonra şu vurguyu yapmayı da ihmal etmiyor. Diyor ki: “Bununla birlikte, tevarüs ettiğimiz değerleri ve temel disiplinleri mevcut şartlara ve konjonktüre göre yorumlamanın kolay bir iş olmadığını, bu konuda çok büyük hatalar yapıldığını da unutmamak gerekir. Özellikle şahsî inisiyatiflerle problemlerin halledilmeye çalışıldığı ve indî mülahazaların öne çıktığı yerlerde yanılmalar çok olur. Muhtemel yanılmaları en aza indirmenin yolu ise bu işin bir heyetin mütalaa ve müzakeresine havale edilmesidir. Zira tedavül-ü efkarla hakikatler tebellur eder, yani fikir alış-verişi sayesinde hakikatler ortaya çıkar.”
Yeter diye düşünüyorum. Üç yazı boyunca bir hususa açıklık kazandırmaya çalıştım. Erken dönemlerden günümüze bazı ulema, Bediüzzaman ve Hocaefendi’nin konu ile alakalı görüşlerini aktardım. Daha fazla uzatmak istemiyorum.
Son bir nokta: Hocaefendi’den yaptığım alıntılar 13 Aralık 2020 tarihinde “Dinin Müstakim Yorumu Adına Ölçüler” başlığı ile şu adreste yayınlandı. İsteyenler metnin tamamını buradan okuyabilir.
https://www.herkul.org/tag/asr-i-saadet/
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***