YÜKSEL DURGUT | YORUM
Sovyetler 1944 yılının yaz aylarında Polonya / Majdanek’deki toplama ve imha kampını Nazilerden kurtardığında, dünya Yahudi Soykırımı’nın dehşetini gerçek manada ilk kez öğrenmiş oldu. Ancak yüzbinlerce insanın katledilmesine rağmen ilk başlarda bütün dünya yaşananlara kuşkuyla yaklaşmıştı.
Rus birlikleri bir kilisenin yanındaki barakadan gelen ağır kokuyu fark etmiş ve içeri girdiklerinde köylülerin çürümüş cesetleriyle karşılaşmışlardı. Medya, Polonya’daki Maidenek’te bulunan ve 200 bin kişinin küllerinin hala krematoryumda yığılı olduğu bir Nazi ölüm kampı hakkında haberler yayınladığında, BBC de dahil olmak üzere bazı Batı medyası bu haberlerin bir Sovyet propagandası olduğundan şüphelenerek yayınlamayı kabul etmemişti. New York Herald Tribune bu yaşanan olay sonrası şunu yazmıştı: “Belki de bu dehşet haberinin teyit edilmesini beklemek gerekir. Nazi vahşeti hakkında bize anlatılanların yanında bu örnek akla mantığa sığmıyor…”
İsrail’in son birkaç aydır Gazze’de işlediği savaş suçlarının ardı arkası kesilmiyor. Erkeklerin, kadınların ve çocukların vahşice katledilmiş bedenlerini ve onların yasını tutan yıkılmış hayatları televizyon ekranlarından izliyoruz. Okulların, hastanelerin, mülteci kamplarının, camilerin ve kiliselerin İsrail hava saldırılarıyla bombalandığını takip ediyoruz. Kuşatma altında, yiyecek ya da su bulunmayan, ilaç ya da yakıta izin verilmeyen bir toprak parçası görüyoruz. Şimdilerde Orta Doğu’da, Gazze halkına yönelik bir soykırım ya da en azından etnik temizlik olarak tarif edilebilecek bir olay yaşanıyor.
Kitlesel olarak bir halkın başka bir halkı yok edeceği fikri gerçekten kabul edilemez. Akla gelen soru şu: “Binlerce kişiye, hatta bebeklere bile bu şekilde saldırmak insanlıkla nasıl bağdaşabilir?”
Hemen içgüdüsel olarak bu suçu işleyenlerin yalnızca ‘kötü’ ya da ‘deli’ olduklarını düşünebiliriz. Ancak sizin-benim gibi sıradan insanların bu şiddete ortak olduğunu, bunu teşvik ettiğini ve zevk aldıklarını aşağıda bazı örnekleriyle açıklayacağım. Nazi Almanya’sında da, Ruanda da durum bundan ibaretti. Filistin’de de şimdilerde yaşanan budur. Peki bunu nasıl başarıyorlar?
Bu sorunun cevabı yeterince basit. Yalnızca doğru sözcükleri bulmanız gerekiyor. Hem faillerin hem de tanık olanların bu olaylar karşısında şöyle düşünmesini sağlayan cümleleri sürekli olarak medya üzerinden yaymanız gerekiyor:
“Bu iyi bir şey!” “Bu kabul edilebilir!” “Kurbanlar bunu hak ediyor!”
Öldürmeyi ve yakıp yıkmayı böylesine büyük boyutlarda olağanlaştırmanın ilk adımı, toplumu kurbanlara karşı kışkırtmak ve şiddet canavarını harekete geçiren nefreti körüklemek. İsrail’de şimdilerde geçmişte Hitler’in Almanya’sının yaptığını bire bir kopyalıyor.
İlk olarak, mağdurlar bir topluluk olarak korku ve nefretin sembolü haline getiriliyor. Siyasilerin propaganda yardımıyla bu kişileri insan olmayan canlılara, yani yaşamalarına izin verildiği takdirde toplumu yok edecek haşarat, vahşiler ve canavarlara dönüştürmesi sağlanıyor. “Bu insanlar gerçekte diğerleri gibi insan değiller.” “İnsandan daha aşağıdırlar, insanlık için tehlikelidirler ve bu nedenle onları köleleştirmek, onlara işkence etmek, hatta öldürmek meşrudur.”
Bu tür klişe yargılar, sömürgeleştirilen halkın azınlık olduğuna dair oryantalist bakış açısıyla birlikte sömürgeci düzenin neden olduğu şiddetin temeli oluşturuluyor.
Amerika’nın kendi topraklarındaki, vahşi Kızılderililer, köleleştirilmiş Afrikalılar, barbar Araplar ve Hintliler olarak gördüğü insanların medenileştirmesi fikri, katliamları, köleliği ve bitmek bilmeyen sefaleti meşrulaştırmaya hizmet ettiği bir gerçektir. Bu gerçek şimdilerde üçüncü dünya ülkelerindeki Batı’nın müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Üçüncü Nazi Almanya’sında da, ari olmayan ırklara (Yahudiler, Romanlar, Slavlar) Untermenschen (insan altı) etiketi yapıştırılırken gayriinsanileştirme taktikleri kullanıldı. Şüphesiz, Avrupa Yahudi toplumu, kıtada önceden var olan antisemitizm tarafından desteklenen bu nefretin merkezinde yer almaktaydı.
Naziler, dünyayı ele geçirmek için sürekli entrikalar çeviren, ahlaksız ve yozlaşmış olarak gördükleri Yahudileri zararlı ve insan ırkından aşağı varlıklar olarak karaladı. Usta bir propagandacı, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış Alman politikacı ve Nazi Almanya’sının ikinci şansölyesi. Adolf Hitler’in en yakın arkadaşı Joseph Goebbels, Alman toplumunu ‘Yahudilerin yok edilmesine’ hazır hale getirmek için karikatürlere, kitaplara ve filmlere başvurmuştur.
Goebbels’in ısrarıyla hazırlanan bir belgesel olan Der Ewige Jude (Ebedi Yahudi), Avrupalı Yahudilerin ötekileştirilmesi üzerine kurgulanmıştı. Filmin bir sahnesinde Yahudiler kıtaya hastalık yayan ve tüm doğal kaynakları tüketen farelere benzetilmişti.
İnsanların haşerelere benzetilmesi soykırım faillerinin sıkça başvurduğu bir yöntem. Naziler Yahudileri farelere ve yılanlara benzetmiş ve bu hayvanları abartılı Yahudi özellikleriyle gösteren çok sayıda karikatür çizdirmişlerdir.
Ruanda’da, 1994’teki soykırım sırasında Tutsilere karşı ırkçı nefretin körüklenmesinde hayati rol oynayan meşhur Radio Télévision Libre des Mille Collines, Hutuları sık sık ‘hamamböceklerini öldürmeye’ çağıran yayınlar yapmıştır. Böcek benzetmelerinin ardında yatan fikir açıkça: “Toplumu böyle bir istilaya uğratmışsanız, onları yok etmekten başka çare var mıdır?” sorusunun cevabını aratmaktır.
Nefret, doğası gereği korkuyla bağlantılıdır. Naziler, Yahudilerin sinsice toplumu ele geçireceği korkusunu körüklemiştir. Ruanda soykırımını gerçekleştiren isimler ve medya binlerce Hutu’yu Tutsilerin ülkeyi ele geçirmeye ve kendilerini öldürmeye geldiğine ikna etmiştir. Tutsilere karşı yapılan katliam niteliğindeki saldırılar bu korkuyla harekete geçirilmiştir.
Tarihte marjinal grupların insanlık dışı muameleye tabi tutularak kendilerine yönelik haksızlıkların meşrulaştırılması konusunda herhangi bir kısıtlama yaşanmadı. İsrail tarihinde de Filistinlilerin ve Arapların insanlıktan çıkarılıp karikatürize edilmesinin pek çok örneği var.
Bugün, Gazze’deki yıkımı alkışlayan İsraillilerin Telegram kanallarında Filistinlilerden ‘hamamböcekleri’, ‘mikroplar’ ve ‘domuzlar’ olarak bahsediliyor. Ancak bu ifadeler sadece gücü elinde bulunduranların siyasilerin yanında olduklarını göstermek için kullanılıyor.
Hamas’ın İsrail’e saldırısından iki gün sonra Gazze’nin tamamen kuşatılacağını açıklayan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Filistinlilere bakışını açıkça şu şekilde ortaya koyuyor: “Elektrik yok, yiyecek yok, su yok, yakıt yok, her şey kapatılacak. Biz insan görünümlü hayvanlara karşı savaşıyoruz ve buna göre hareket edeceğiz.”
Yukarıdaki açıklama bile daha önce yapılan kıyaslamalara bir göndermedir. Dönemin IDF Genelkurmay Başkanı Raphael Eitan 1983 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demişti; “Biz bu topraklara yerleştiğimizde, Arapların bu konuda yapabilecekleri tek şey şişedeki uyutulmuş hamamböcekleri gibi oradan oraya kaçışmak olacaktır.”
Kökleri korkuya dayanan nefret şablonları topluma aşılandığında, insanlık dışı muameleler şaşırtıcı gelmiyor. Her yıl düzenlenen Kudüs bayrağı yürüyüşünde sağcı İsraillilerin şu şekilde haykırması da sürpriz olmuyor: “İyi bir Arap, ölü bir Arap’tır.”
Çocukların aşağıdaki şarkıyı söylemesinin de sürpriz olmadığı gibi:
“Bütün dünya Araplardan nefret ediyor,
Ve önemlisi de onları teker teker öldürmek! …..”
Gazze halkına yönelik devam eden katliamlarda binlerce Filistinlinin ölümünün İsrailli TikTok’çular tarafından alaycı caps’lere dönüştürülmesi, Batı Şeria’daki Filistinlilerin İsrail askerleri ve yerleşimciler tarafından toplanıp aşağılanması ve bunun da bir alay konusu haline getirilmesi de aynı şekilde şaşırtıcı gelmiyor.
Irkçı duygular toplumda bu denli derinlemesine etkiler bıraktığında, sıradan bir vatandaşı dahi kolayca ‘ötekinin ortadan kaldırılması’ gerektiğine ikna etmek mümkün. Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırı, İsrail hükümetindeki şahin kanadın Gazze’de sürmekte olan yıkımı meşrulaştırmasını sağladı.
Bu savaşta Gazzelileri iki taraftan biri olarak görmek kolaylaştı. İsrail Savaş Kabinesi Bakanı Benny Gantz’ın, Gazze’de olup biten her şeyin Hamas’ın eylemleriyle bağlantılı olduğunu ve geri kalanların sadece ayrıntı olduğunu söylediği gibi.
Bu savaşı İncil’deki bir çatışma olarak tasvir eden Netanyahu, İsrail’in ‘ışığın evlatları’ olduğu gerçeğinden hareketle Hamas’ı da ‘karanlığın çocukları’ olarak nitelendiriyor ve ekliyor: “İyilik tüm dünyayı ve bizi tehdit eden aşırı kötülüğü yenecektir.”
“Hamas’ın saldırısından sorumlu olan tüm halktır. Sivillerin farkında olmadığı, bu işe karışmadığı yönündeki açıklamalar kesinlikle doğru değil. Ayaklanabilirlerdi, bu zalim rejime karşı savaşabilirlerdi”diyen İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, hükümetinin Gazze Şeridi’ne yönelik amansız bombardıman ve kuşatmasını meşru gösteren yukarıdaki açıklamayı yaptı.
Bu açıklamalar, İsrailli politikacıların tüm Filistinlileri düşman olarak gösterdikleri ilk açıklamalar değil. Eski milletvekillilerinden Ayelet Shaked 2014 yılında silinen bir Facebook paylaşımında “Tüm Filistin halkının düşman olduğunu anlamanın nesi bu kadar korkunç?” diye yazarak her teröristin arkasında onlarca sivilin olduğunu, dolayısıyla bu insanların da düşman sayılması gerektiğini savunmuştu.
İsrailli milletvekillerinin “Gazze yok edilmeli” şeklinde demeçler vermesi ya da “1948’deki Büyük Felaket (Nakba)’i gölgede bırakacak bir Nakba çağrısında bulunmaları manidardır.
Radikal Otzma Yehudit partisinden bir bakan İsrail’in Gazze savaşındaki seçeneklerinden birinin Gazze Şeridi’ne nükleer bomba atmak olduğunu söylüyor. “Filistin bayrağı sallayan hiç kimse yeryüzünde yaşamayı hak etmiyor” açıklaması da düşündürücüdür. İsrail, Gazze’deki her insanı birer piyon haline getirerek kendi ölümlerinden sorumlu tutuyor. “Neden Hamas tarafından kullanılarak bu duruma düşürülmelerine izin verdiler?” diye soruyorlar.
Netanyahu’nun halkına “Amalek’in (İncil’de eski İsrail’in düşmanlarına yapılan bir atıftır) size ne yaptığını hatırlayın” demesi düşündürücüdür ve İsrailoğullarına “Gidin, Amaleklilere saldırın ve sahip oldukları her şeyi yok edin” emri verilmiştir. Onları bağışlamayın; erkekleri ve kadınları, çocukları ve bebekleri, sığırları ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün.”
Amalek, İbranice Kutsal Kitap’ta İsrailoğullarının sadık düşmanı olarak tanımlanan bir ulustur. “Amalek” adı ulusun kurucusu olan Esav’ın torununa, onun soyundan gelenlere ve o topraklarda yaşayanlara verilir.
Naziler sürdürdükleri katliamı örtbas etmede de çok ustaca davranıyorlardı. Kayıt altına alınan bir telsiz görüşmesinde, “özel tedavi için malzeme getirmek” terimini kullanıyorlardı. Halbuki taşıdıkları malzeme Nazi ölüm kampı Auschwitz’deki gaz odalarına götürdükleri varillerdi. Ne de olsa Endlösung der Judenfrage – ‘Yahudi Sorununa Nihai Çözüm’ terimini ortaya atanlar da onlardı. Biz bu terimi 6 milyon Avrupalı Yahudi’nin toplu katliamı olan Holokost (Yahudi Soykırımı) olarak biliyoruz.
Holokost kurbanlarının büyük çoğunluğunun öldürülme yöntemi acımasız şekilde mekaniğe dayalıydı. Yakın mesafeden öldürmek yerine gaz odaları kullanıldı. Toplu katliamlar, sinir krizleri geçirmeye devam eden Nazi birlikleri için oldukça korkutucu hale gelmişti. Ruanda soykırımında palalar yaygın olarak kullanılan bir silahtı. Ancak katiller kurbanları öldürürken arkalarını dönmelerini istiyorlardı.
“Filistinliler diye bir şey yoktur.” diyen İsrail’in ilk kadın eski başbakanı Golda Meir gibi İsraillilerin İsrail tarihi boyunca yaptıkları da tam olarak budur.
“Toprağı olmayan bir halk için, halkı olmayan bir toprak!” Fransız filozof Gilles Deleuze’e göre bu başından sonuna kadar bir İsrail projesi; “Bu proje, Filistin halkı sadece var olmamalıymış gibi değil, hiç var olmamış gibi davranmayı” içeriyordu.
Filistinli-Amerikalı yazar Hala Alyan’ın New York Times’taki bir makalesinde işaret ettiği gibi: “Eğer katledilenler hatalıysa, yıllarca, sessiz ve etkili bir şekilde insanlıktan çıkarılmışlarsa, bu bir katliam değildir. Eğer hiç kimse sivil değilse, kimse kurban olamaz.”
Ruanda’dan Bernard Munyagishari, Jean Uwinkindi ve Jean-Paul Akayesu, eski Yugoslavya’dan Radovan Karadzic, Ratko Mladic ve Radislav Krstic soykırım nedeniyle mahkum edilmişlerdir. Gazze’nin kan gölü olmasına sebep olanlardan da elbette hesap sormak için yasal nedenler vardır.
Filistinliler, çektikleri tüm acıları yıllardır tüm dünyaya duyurmaya çalışıyor. Böylece dünya belki de Filistinlileri yeniden insan olarak görecek ve yaşamayı hak ettiklerini düşünerek nihai tek çözümün “soykırım” olmadığını anlayacaklardır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***