(Serbest Görüş) – Hüsnü Yusuf Turabiç
Hafta sonları kitap, sinema, spor gibi gündem dışı yazılar yazacağıma söz vermiştim. Hayat siyasetten, politikadan, ciddiyetten ibaret değil çünkü. Yaşam çok renkli… Rengin her tonuna ihtiyaç var. Kitabı önümüzdeki günlere bırakıyorum.
Bende etki bırakan, yıllarca unutamadığım yazılar vardır. Yakın zamanda yitirdiğimiz usta kalem Engin Ardıç’ın ‘İstanbul Çarpar’ yazısını okuyalı 15 yılı geçti. Bekir Coşkun’un bir yazısına karşılık İstanbul – Ankara kıyaslaması yapar Ardıç.
Şöyle bir paragrafı var mesela: ‘Evet, burada rejim deyince zayıflama, cumhuriyet deyince sucuk, iktidar deyince de söylemesi hiç de sandığın gibi ayıp değil çük akla gelir… (Okuyunca yüzünü yıka memura yakışmaz.)… Ankara’nın taşına bak, senin neyine İstanbul? Çünkü bu kafayla seçimlerde de
hep gözlerinin yaşına bakacaksın’.
Ardıç’ın cevabı sadece Bekir Coşkun’a değil, Ankara üzerinden bir zihniyet eleştirisidir. Ama somut, anlaşılabilir ve harika bir üslupla.
Ahmet Altan üstadın ‘Ey Kavmim…’ yazısını nasıl unutabilirim ki… Bir gazete köşesinde 25 yıl önce yazdı. Ama etkisi gazetenin 24 saatlik ömrü ile sınırlı kalmadı. Hala anımsanır. Keşke o isimle siyasi yazılarını topladığı bir kitap neşretseydi.
Birkaç yıl önce mücbir sebeplerden dolayı spor sahasında haftada bir karşılaşırdık. İlk görüşmemizde o yazıyı hatırlattım. ‘Nasıl, hangi ruh haliyle yazdın?’ diye sordum. Sıradan bir yazı der gibi genel bir cevap verdi. Bir anne nasıl çocukları arasında ayrım yapmaz, yapamaz ise yazarlar da yazıları arasında ayrım yapmaktan kaçınıyor galiba. Ama gene de bazı yazılar özeldir. Yıllar geçse de yeni yazılmış gibi okunur.
Gazete yazısıdır ama eskimez, güncelliğini korur. ‘Ey Kavmim…’ diyor Ahmet Altan o yazısında ve kendi toplumuna sesleniyor: ‘Sen ki peygamberlerini dinlemedin, beni hiç dinlemezsin’.
Şu paragraf nasıl unutulabilir: ‘Ey Kavmim… Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın. Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın. Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın. Gündüzleri Maria Magdelana’yı ‘fahişe’ diye taşlar geceleri koynuna girmeye çabalarsın. Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı bilirsin. Hazreti Davut için üzülür ama Golyat’ı tutarsın. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Tanrı’ya yakarır ve firavunlara taparsın…’
Toplumun ve bireylerin, yaşanan acılar, trajediler karşısındaki duyarsızlığı, hissizliği ve sessizliği bundan daha iyi anlatılabilir mi? Dindar, muhafazakar kesimin yandaşlık veya partizanlık uğruna vazgeçtiği veya görmezden geldiği değerlerin, kutsalların aşınmasını kalbim acıyarak izlerken bu yazı düşer zihnime sık sık. Ben de ‘Ey Kavmim…’ der acı acı iç çekerim.
‘Bir yazı okudum…’ diye başlarken amacım sözü Hüseyin Çelik’in ‘Müslümanların ahlakla imtihanı’ makalesine getirmekti. Çelik bir akademisyen ve aydın. Siyasi kimliği de var. AK Parti’nin kurucularından, yıllarca bakanlık yaptı. Ama bugün iktidarın politikalarına özellikle de ‘adalet’ anlayışına esaslı eleştiriler getiren bir isim.
Susmayan, yaşanan olumsuzluklar karşısında olup biteni köşesinde sessizce izleyen, aman zararı bana dokunmasın diye kuytuda gizlenen biri değil. ‘Dilsiz şeytan olmamak için’ konuşan, yazan biri. Bir internet sitesine yazdığı söz konusu bu yazı da böyle bir yazı.
Çok can alıcı noktadan giriyor meseleye. Ve ciddi öz eleştiri yapıyor. Lafın gelişi, dostlar alışverişte görsün kabilinden değil, gerçek, hakiki, samimi bir iç muhasebe. Yıllarca unutamayacağım, hafızama kaydettiğim yazılar arasına girdi.
O makaleden çarpıcı birkaç cümle şöyle: ‘Eskiden dinci ifadesi bana tabanı olmayan, Müslümanları karalamaya yönelik çok itici bir ifade olarak geliyordu. Ancak şimdi vardığım noktada, ne yazık ki ‘dinci’ olarak nitelenebilecek ciddi bir kitlenin varlığını esefle müşahede ediyorum. ‘Dindar’ insan kendi dini için gerekirse rahatlıkla dünyasını feda eder; Dinci ise kendi dünyası için dinini feda etmekten çekinmez. Politikacı ise İslamiyet’i siyasi propagandasının malzemesi yapar, tüccarsa dinini kazancının metaı haline getirir, bürokratsa dinini yükselmenin basamakları haline getirir… İslam Devletleri’nin başlarındaki yöneticilerin çoğu İslam dinini, kendi dünyevi saltanatlarını pekiştirmek için kullanmaktan çekinmiyorlar. Bu durum ne yazık ki Emeviler’den beri sürüp gelen bir ahlaksızlıktır. Tarifeli uçakla giden Merkel mi daha ahlaklı yoksa gittiği ülkeye tahtını taşıyacak kadar görgüsüz Suudi kralları mı?’.
Haksız mı Çelik? Sağımıza solumuza baktığımızda bu cümlelerin ete kemiği bürünmüş halini görmüyor muyuz?
Ey okur… Sen de görmüyor musun; ekranlarda, gazete sayfalarında, sokakta ‘kibir’ olarak yürüyenleri, ‘yolsuz’ olarak çalım atanları, ‘sahtekar’ olarak boy gösterenleri, Allah’a Ahirete inanan ama Hesap Günü’nden korkmayan, bütün çirkinlerine, vicdansızlıklarına rağmen yüzleri kızarmayan, kuldan utanmayan kara vicdanlı tipleri… Sen de görmüyor musun?
Hak yemek, sol elle yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede derken haksız mı İsmet Özel. Değil elbette. Sağ elle yemeye gösterilen özen hak, hukuk, adalete duyarsız kaldı. Din bir iki sembol davranışın ötesine geçmedi. Kalbe, vicdana nüfuz etmedi. Şekille sınırlı kaldı.
Bir fıkra olarak anlatılır ama gerçek bir hikaye olma ihtimali de çok yüksek. Hacı amca bankaya gider. Veznedeki işlemini yaparken bir yandan da bayan memurun sol elle çay içtiğini fark eder. Memuru uyarır, yumuşak ve sevecen sesle: ‘Kızım sol elle çay içilmez, yemek yenmez’ der. Memurun cevabı bir cümleden çok ötedir. Şöyle der; ‘Hacı amca sağ elle senin faizini hesaplıyorum’.
Manzara bu. Ülkemin ibretlik tablosu bu, ne yazık ki… Yusuf Ziya Cömert aylar önce Karar’da yazmıştı: ‘Yüzlerimiz? Aynaya baksak kendimizi tanır mıyız? Birçoğumuz mutluyuz yeni yüzlerimizle. Neydi o eski yüzlerimiz! Kar yağarken kirleniyordu, şimdi çamur yağsa kirlenmiyor’. Ne güzel ifade etmiş Cömert, kirlenmediğini sanan zavallıları.
Çelik yazısının sonunda soruyor: ‘Müslümanlar olarak kaybettiğimiz güveni geri kazanabilir miyiz? Emin değilim. Bir Kızılderili atasözü der ki: ‘Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene kolay kolay geri dönmez’. Yine de Allah’tan ümit kesilmez.’
Evet, bu dünya ‘imtihan dünyası’. İnsan sürekli sınanmakta. Her an sınav… İmtihan içinde imtihan.
Türkiye’nin muhafazakar insanları, dindar kitleleri olarak ‘ahlak imtihanımızı’ kaybettik. Nokta.
İnanmayan aynaya baksın…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***