Abdullah EZİK
Yakın dönemde kaleme aldığı ‘Edebiyatın Kadıköyü’, ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybolanlar’ gibi edebiyat tarihine farklı bir perspektifle yaklaşan metinleriyle dikkat çeken Taner Ay’ın yeni romanı ‘Yaralı Gönül’ yayımlandı. Birkaç farklı düzlemden akan, içerisinde birçok hikâye ve karakterin yer aldığı roman gerek okura sunduğu tarihi panorama gerekse dünden bugüne devam eden birçok tartışmaya dair sunduğu bakış ile dikkat çekiyor.
Yaralı Gönül, öncelikle duyumsal ve duygusal bir roman olarak değerlendirilebilir. Duyumsaldır, çünkü yazarın zihnindeki bütün düşünceler metne yerleştirilmiş yan hikâye ve örüntülerle okura aktarılır. Öte taraftan metin aynı zamanda duygusaldır, çünkü anlattığı hikâyenin ağırlığı bir noktada onunla buluşanı da etkisi altına alır. Bu noktada yazarın bütün bir hikâyeyi duyumsallıkla duygusallık arasında bir yere yerleştirdiği ve bu dengeyi hemen her zaman gözettiği ifade edilebilir.
Ana örgüsü boyunca İsmail Safa, Mazhar, Feyruz, Diruhi ve Suat Hanım gibi birçok farklı karakterin hayat hikâyesi üzerinden gelişen Yaralı Gönül, merkezinde bir dönem ruhunun yattığı metinlerdendir. Her şey, on dokuzuncu yüzyılın ne derece kan, vahşet, intikam, öfke ve karanlıkla dolu olduğu gerçeği üzerine kuruludur. Tek bir noktaya sıkışıp kalmayan, metnin coğrafyasını ve karakter örgüsünü sürekli genişleten romanın bir çağ panoraması olduğu ifade edilebilir.
Çanakkale’den Fransız Guyanası’na, İstanbul’dan Paris’e, Beyrut’tan Urfa’ya oldukça geniş bir coğrafi çizgide gelişen olaylar, dünyanın ne derece sancılı bir süreçten geçtiğini de açıkça ortaya koyar. Birinci Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı, ardından Türkiye’de ve dünyada meydana gelen türlü felaket, doğrudan veya dolaylı şekilde hikâyeye yansır. Bu bağlamda hikâyeyi tek bir merkez üzerinden giderek farklı yönlere genişleyecek şekilde geliştiren, çağa ve dünyaya dair farklı panoramalar çizmekten de geri durmaz.
İsmail Safa, Yaralı Gönül’ün merkezinde yer alan ve diğer tüm karakterleri birbirine bağlayan başat figür olarak değerlendirilebilir. Mazhar’ı, Suat Hanım, Feyruz ve Diruhi’yi birbirlerine bağlayan hep İsmail Safa’dır. Çanakkale Savaşı ile perdelerini açan roman, hızla İsmail Safa ve Diruhi üzerinden başka yönlere doğru genişler. Tehcir, tehcir döneminde yaşanan felaketler, ardından Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş ve zamanla değişen/dönüşen siyasal ve toplumsal yapı. Tüm bunlar İsmail Safa ve çevresindeki karakterler üzerinden irdelenirken romanın kendi içerisinde bir toplumsal hikâyeye ev sahipliği yaptığı da ortaya çıkar.
Çanakkale Savaşı sırasında yaralı askerler, yerde yatan hareketsiz bedenler, kan ve şarapnollerle başlayan romanda İsmail Safa, büyük bir travmanın içerisindedir. Hiç alışık olmadığı bu ortam onu derinden etkiler. Kucağında ölen arkadaşları, tanık olduğu vahşet, hafızasına kazınan tablolar onu hızla hasta eder. İsmail Safa fiziksel olarak oldukça zor bir ortamda bulunmakla beraber kendi düşsel dünyasında da bir hatırlama süreci içerisindedir.
Kendi geçmişini, ailesini, kardeşini ve daha birçok meseleyi zaman içerisinde düşünüp tartmaya başlayan İsmail Safa, yaşamını ne derece büyük travmalar üzerine kurduğunu fark eder. Hayatındaki her bir kadın onun için farklı bir meselenin göstergesi olmuş, başka türden bir yaşantıya işaret etmiştir. Feyruz ile geçen özgür günler; Diruhi ile geçen ve suçluluk duygusuyla dolu elemli yıllar ve Suat Hanım ile geçen son demler İsmail Safa’nın hayatının kısa bir özeti olarak kabul edilebilir.
Ermeni tehciri sırasında yerinden yurdundan edilen Diruhi, önce nişanlısını, ardından ailesini, daha sonra ise kendi özgürlüğünü kaybeder. Onun bütün bir yaşamı kayıplar üzerine kuruludur. Romanın birçok anlamda en sarsıcı ve keskin hikâyesi de Diruhi’ninkidir. Önce Mazhar ile nişanlanan, daha sonra onun erkek kardeşi İsmail Safa ile birbirine bağlayan, ardından tehcir ile başka topraklara sürüklenen ve ailesini, özgürlüğünü, kendi varlığını kaybeden Diruhi, yaşamının sonunda ancak bir cariye olarak kendisinden geriye kalanı sürdürür. Yaşamı kayıplar, yas ve öfke ile doludur. Bu yönüyle onun Türkiye’nin yakın geçmişindeki bütün yok sayılmışlıkları, ezilenleri, sindirilenleri sembolize ettiği ifade edilebilir. Benzer şekilde hep erkekler dünyasında bir köşeden diğerine sürüklendiği fark edildiğinde hiçbir zaman tam anlamıyla özgürlüğünü elde edemediği, ataerkil yapıda yitip gittiği söylenebilir.
İsmail Safa ile kardeşi Mazhar arasındaki gerilim ise romanı farklı ve daha şahsi bir noktaya çeker. İsmail Safa, erkek kardeşi Mazhar’ın nişanlısı ile beraber olur ve kardeşine ihanet eder. Birtakım fırka görevleriyle meşgul olan Mazhar’ın yokluğunda bu duruma sessiz kalan aile ise sessiz sedasız bir şekilde bu ilişkiyi kabullenir, onaylar. Daha sonra nişanlısının erkek kardeşiyle beraber olduğunu öğrenen Mazhar için farklı türden bir hayat başlar. Çatışma sırasında düşman askerleri tarafından esir alınan, ardından on beş yıl kürek cezasıyla Fransız Guyanası’na sürgüne gönderilen Mazhar, hayatının en güzel yıllarını bu süreçte kaybeder. Fransız Guyanası’ndan kurtulup yurduna geri döndüğünde ondan geriye sadece nefes alan bir ceset kalır. Mazhar, kendi trajedisini içerisinde taşır.
Romanın son bölümünde kendisine daha geniş bir alan bulan Suat Hanım ise bütün bir ağı inşa etmesi ve hikâyeyi tamamlaması ile ön plana çıkar. İsmail Safa’nın ölümünün ardından gün yüzüne çıkan günlüğü ve notları, Suat Hanım’a izi sürülmesi gereken birtakım meseleler olduğunu gösterir. Ardından derin bir arayış sürecine giren Suat Hanım, bildiğinden çok farklı bir İsmail Safa portresi ile karşılaşır. O sessiz sedasız, kibar, entelektüel İsmail Safa portresinin öte tarafında oldukça karanlık bir geçmişe sahip, trajik bir hayat yatmaktadır. Bu keşif, Suat Hanım’ı farklı şeyler düşünmeye yönlendirirken geçmişin hayaletlerinin bugüne nasıl sirayet ettiğini da açıkça ortaya koyar.
Son raddede İsmail Safa, yaptıkları, düşündükleri, göze aldıklarıyla oldukça çarpıcı bir figürdür. Aşkı için karşısına aldıkları, yaptıkları, mücadelesi onu farklı bir yere konumlandırır. Feyruz, Diruhi ve Suat Hanım, onun yaşamının farklı evrelerini ortaya koyar. İlk gençlik ve Feyruz ile geçen günlerin hemen ardından gelen deli dolu yıllar Diruhi ile vücut bulur, Suat Hanım ile kemale ve nihayete erer. Ancak tüm bu süreç boyunca hep kaybolan, yiten, silikleşen kadınlar söz konusu olur. İsmail Safa, hayatındaki kadınları hep zihninde bir imge gibi taşır. Onlar hayatından geçip gider, belleğinde yaşamaya, vücut ve anlam bulmaya devam eder. Edebiyete kadar.
Taner Ay’ın yeni romanı Yaralı Gönül, gerek on dokuzuncu yüzyıl ve yüzyıl Türkiyesi’ne dair sunduğu panorama, gerekse geliştirdiği karakterlerle dikkat çeken bir roman. İsmail Safa üzerinden aşka, ihanete, entelektüel zihne dair farklı bir portre geliştirmeye çalışan yazar, bunu yaparken birey ile toplumun hikâyesini ortak bir paydada buluşturmaktan da geri durmaz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***