YORUM | NEDİM HAZAR
Öncelikle özelikle yazının son kısmındaki agresyon derecesinin yüksekliğinden dolayı naif okurlarımdan özür diliyorum. Ben Türkiye’deki ortalama insan zekasının seviyesini 2002 yılında öğrendim. Epey acı şekilde hem de…
O dönem dil öğrenimi için Amerika’da bulundum birkaç yıl. Yaz aylarında geliyordum Türkiye’ye ve haber merkezinde takılıyordum. Türk futbolunun zirve yaptığı dönemdi.
Derwall ve Piontek’in yetiştirdiği ikinci kuşak çalıştırıcı olan Denizli ve Terim, başarıdan başarıya koşuyordu. Türkiye, yıllar sonra Dünya Kupası finallerine gitmişti. Başta futbol (spor) gazeteleri olmak üzere gazetelerin spor servislerinde muazzam bir heyecan ve hareketlilik vardı.
Zaman gazetesinin spor servisi, spor müdürü de dahil olmak üzere neredeyse tam kadro olarak finallerin yapılacağı Kore ve Japonya’ya gidecekti. Sanırım bu sene içinde yayınlama şansı bulacağım “Boşluğa Sıkışmak” isimli son derece kişisel (neredeyse günlük tadında) isimli kitapta ayrıntılı olarak ele aldığım, benim için önemli bir dönemdi.
Spor müdürümüz beni çağırdı ve iki şey teklif etti.
İlki kupa finalleri boyunca mutat yazı yazmam konusundaydı. 4 yıl G. Saray ve Milli Takım’ı yakından takip etmiş, 2000 yılından itibaren aktif olarak spor yazılarına ara vermiştim ama çok büyük bir sürpriz teklif değildi bu.
Büyük sürprizi sona sakladı spor müdürümüz.
Kendilerinin olmayacağı bir aylık dönemde spor sayfalarına bakıp bakamayacağımı sordu. Allah selamet versin Murat isimli bir sayfa sekreteri ile ben kalacaktım sadece. Bana ilginç gelen bu teklifi kabul ettim ve spor servisine takılmaya başladım.
Başlarda her şey çok güzeldi. Ahmet Turan Alkan’dan Ahmet Selim’e, hatta Nuriye Akman’a bile futbol yazısı yazdırıyorduk o ara dönemde. Bilirsiniz dünya kupası finalleri adeta futbolcu vitrinidir. Futbolcular 4 yıl boyunca bu sahneye çıkmayı bekler ve kendilerini gösterirler.
Dünya Kupası finallerinde parlayan pek çok futbolcu olmuştur. Ve bu dönem özellikle Türk futbol medyası için en çok yalan ve üfürme haberin yazıldığı dönemdir. Bir maçta izleyip beğendiği futbolcuyu “Falanca takıma geliyor” diye palavra haberle tiraj kovalayan gazeteci kılıklı amigo sayısı hiç de az değildi.
Bir sabah spor servisine geldim ve telefon çaldı. Arayan bir okurdu. Normalde okuyucu, özellikle bizim gibi gazetelerde kendini gazetenin asli unsuru olarak gördüğü için biraz katı, hatta acımasızdır. Yaptığınız küçük bir tashih bile hemen reaksiyon görür.
Ancak telefondaki okur bambaşka bir şikayet için aramıştı. Yayınlanmış bir haber için aramıyordu. Sıkıntısı, diğer spor medyasında çarşaf çarşaf yer alan “Zamorano Fener’de” başlıklı haberin neden bizim gazetede olmadığıydı.
Yaşı yetişkin olanlar Ivan Zamorano’yu hatırlayacaktır. Şilili futbolcunun Sevilla, Real Madrid ve Inter gibi dev takımlarda oynadıktan sonra Meksika’ya döneceğine dair haberler okumuştum dünya medyasında. Zamorano o yıl Meksika’nın CF America takımından kendisi ülkesi olan Şili’nin Colo Colo takımına transfer olacaktı.
Zaten emekliliği yaklaşan oyuncunun bu son transferi olacaktı. Ancak gelin görün ki, yaklaşık 5 yıldır Türk futbol medyası her Mayıs/Haziran ayında rutin Zamorano transferi haberleri yapardı. Allah bilir Zamorano’nun yıllarca çıkan bu haberlerden haberi bile yoktu belki!
Yaklaşık yarım saat boyunca okurumuza bu haberin yalan olduğunu, Zamorano’nun değil Fenerbahçe’ye, hiçbir Türk takımına gelemeyeceğini söylüyordum ama nafile. Sonunda dayanamadım; “Yahu kardeşim haber yalan!” diye bağırdım.
Milliyet’ten bir haber!
Bu da Hürriyet!
Okur, son derece sakin bir şekilde aynen şöyle dedi: “Olsun, yalan olsun, yazsanız ne olur yani!”
Allah’tan Eric Hoffer’in kesin inançlılar kitabını okumuştum. Ancak, fanatizmin ulaştığı boyut beni ürpertmişti. Yalan da olsa, inandığı şeyin yayınlanmasını, bili bile palavra sıkmamızı istiyordu okur. Birden diğer futbol medyasının durumunu anladım. Bir talep üzerine o kadar saçma sapan, yalan dolan yazıp duruyorlardı.
Yalan talep ediliyordu çünkü!
Aradan yıllar geçtikçe (grup ayırmadan söylüyorum) başta muhafazakârlar olmak üzere İslamcıların neredeyse tamamının bu halet-i ruhiyeyi artık içselleştirdiğini anlayacaktım. Hatırlarsınız Damat Bey “Uzaya 4 şeritli yol yapacağız, desek inanırlar” demişti bir seferinde. Hemen her küresel hadise sonrasında bunu tekrar tekrar test ettim şahsen.
Hiç şaşmıyordu.
Portakal bıçaklayandan, Dolar ile burun silene, Mercedes lastiği şişleyenden kolayı tuvalete dökene kadar aklın mantığın alamadığı protesto şekillerini görmek artık sıradanlaşmıştı benim.
HAMAS’ı asla derdi Müslümanlar olan bir örgüt olarak görmedim, önce bunu belirteyim. İsrail’in bilinçli olarak terörize etmeye zorladığı Filistin halkı yıllar içinde artık bu tuzağa düşmemeyi öğrenmişti. Netanyahu gibi fanatik dinci siyasetçiler için HAMAS, sürekli iktidar demekti.
Yine açık söyleyeyim, HAMAS’ın son saldırısını bu perspektiften okudum. Evet İsrail acımasız, hatta bir terör devletiydi. Evet başta Amerika olmak üzere Batı özellikle Filistin mevzusunda iki yüzlüydü.
Ancak sonu gelmiş Netanyahu rejimine adeta hayat öpücüğü vermişti HAMAS.
İşin bir de diğer yüzü vardı. Müslüman ülkelerin iki yüzlü liderlerinin durumu İsrail ya da Amerika’daki meslektaşlarında az değildi. Bizzat Erdoğan ailesinin Suriye’deki petrollere çöküp kaçak olarak gemicikler ile İsrail’e sattığı kanıtlandığı halde hiçbir Siyasal İslamcı bunu sorun etmiyordu.
Ancak bir Filistinli çocuğa İsrail polislerinin yaptığı işkence sonrasında anında galeyana geliyorlardı. Oysa Türkiye’de polis işkencede belki de İsrail polisini çoktan geride bırakmıştı. 70/80 yaşındaki Cumartesi Anneleri’ni coplamak gündem bile olmuyordu Siyasal İslamcı kesimde.
15 Temmuz sonrası yapılan işkenceler, hukuksuzluk, hırsızlıkların hiçbirini kimse dillendirmediği gibi, utanmazca bunları savunanlar bile vardı. Ve elbette bu utanmazların utanmadan kalkıp İsrail’e “Katil” (Ki öyledir elhak) diye bağırıyordu.
Kendi gözlerindeki merteği görmüyorlardı bile.
Hapishanede hayatları mahvolan anneler, bebekler bir gün bile gündemlerine girmiyordu.
Ama HAMAS’ın yaptığı alçak bir saldırı sonrasında, İsrail’in aynı alçaklıkla cevap vermesi (ki böyle olacağını artık en aptal insan bile bilir) kanlarına acayip dokunmuştu.
Kola şişesi kırıyor, havalimanlarında kola satılmasını protesto ediyor. Olaylar çıkarıyorlardı. Bunları yapanlar sıradan Siyasal İslamcılar değil, bizzat, yazar, çizer, düşünür geçinen, siyasetçi takımı filandı üstelik.
Gelelim bu yazıyı kaleme alma sebebime…
Biliyorsunuz özellikle son seçimlerden sonra siyasetten ve diğer mevzulardan özellikle kaçınacağımı yazmıştım. Yaklaşık 5 aydır uzağım da Allah’a şükür.
Tarih yazıyor, sanat yazıyor, okurlarımla kendi aramızda geçiniyoruz. Bu demek değildi ki, yazdığım sitenin (TR724) siyasetten uzak duracağıydı.
Tam tersi beni rahatsız edecek kadar fazla siyasi yazı zaten her gün yayınlanıyor, site editörleri yaptıkları Youtube yayınlarında baştan sona siyaset konuşuyorlardı zaten.
Bir hakkı da teslim etmem lazım.
HAMAS/İsrail paslaşması sonrasında yaşanan katliamın analizine dair en kıymetli yorumları yine TR724 yazarlarından okudum. Meselenin iç yüzünü sakin bir kafa ile ele alan, birkaç yayın organından birinde yazdığım için mutluydum aslında.
Gelin görün ki bazı okurlar, Reislerinin peşinden ayrılmayıp, onu hala ölesiye savundukları halde yakamızdan düşmüyorlardı. Neredeyse her yorumumun altında böylesi bir Tayyipçi kafanın saçma sapan yorumunu okumak benim için vaka-yı adiyeden olmuştu.
Cemaate her türlü pisliği, zulmü, işkenceyi kendileri yapıyor, bunları eleştirip, “Allah’tan korkun” demek yerine hala Tayyip’i övmemizi isteyen tuhaf bir Zamoranocu kitle vardı Türk siyasal İslamcıları arasında.
Biliyorsunuz epey bir süredir yönetmen Christopher Nolan ve filmleri hakkında analizler yazmaktayım. Gelip bu yazıların altına da aynı düzeysizlik, sığlık ve aptallıkları döşemeyi insanlık zanneden müsveddelerle doluydu sosyal medya.
Son yazdığım yazının altında aynen şöyle bir mesaj görünce bende şalter attı:
Siyasal İslam bu mide bulandırıcı iki yüzlülüğü İsrail’inkinden de Amerika’nınkinden de daha beterdi oysa.
Çünkü utanmazlığı artık içselleştirmişlerdi.
Bir kere sitedeki yazarları okumadıkları belliydi. Ya da site yazarlarının bu konuda söyledikleriyle kendi düşünceleri çeliştiği için, bile isteye kendi düşüncelerinin yazılmasını istiyorlardı. Öteki utanmazlık ise “Hakkımızdaki iddialar”dan bahsediyordu bu okur kılığındaki zavallı.
Ne iddiası yahu.
Senin Reisin bizzat İsrail ile iş tutmaktadır.
Senin zihniyetin ülkede yaşanan İsrail’den beter ahlaksızlıkları, çakallıkları, zulmü görmezden gelmektedir.
Bir düşün yakamızdan artık.
Bir defolup gidin ya hu!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***