BÜLENT KORUCU | PORTRE
“Gregor Samsa, bir sabah yatağından kalkamadığında önce neye uğradığını bilemez. Zamanla bir böceğe dönüştüğünü anlar. Artık normalleri değişmiş ve kokuşmuş yiyeceklerden hoşlanmaya başlamıştır. Eskiden iğrendiği şeyler şimdi keyif objesi haline gelmiştir. ‘Dönüşüm’ bir bilim kurgu romanı değildir; ekonomik gücün toplumsal ilişkileri belirleme ve dönüştürme potansiyelini analiz eder. Kafka, Metamorfoz’u bugünün Türkiyesinde yazsaydı hayal gücüne fazla iş düşmezdi. 85 yaşındaki Sisi Bingöl’e ya da yeni doğum yapmış lohusa kadınlara eziyet etmekten haz alan bir ‘Yeni Türkiye’ var karşımızda. Kabuğunun üstüne sırt üstü yuvarlanmış ve bir türlü ayağa kalkamıyor.”
Metamorfoz Portrelere başladığımda takvim 12 Mart 2019’u gösteriyordu. Açıkçası bu kadar uzun süreceğini ve sayısının böylesine çok olacağını tahmin edememiştim. Yazsam bir bu kadar daha çıkacak gibi görünüyor ama ara verip biraz da İnsan Kalabilenler’i yazmak istiyorum. Umarım liste ilki kadar uzun olur. Kafamda beliren silüetler var.
Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Cemre Birand ikilisinden hangisine öncelik vereceğimi seçmekte zorlandım. Sonunda kadınlara pozitif ayırımcılık yaparak Cemre Birand’da karar kıldım. Bu ifritten dönemin en irkiltici portreleri kadınlardan çıkmıştı; zihnimdeki isimlere baktığımda insan kalabilenlerde de kadınların baskın olacağını söyleyebilirim.
‘Gerçek olamayacak kadar iyi’
Cemre Birand’ı anlatan en iyi başlık bu sanırım. Sosyal medyadaki paylaşımları, onun adına açılmış sahte hesap üzerinden birilerinin yaptığına inanan hâlâ çok sayıda insan var. İtiraf etmeliyim ben de öyle sanmıştım. Öyle ya bir ‘Beyaz Türk’ neden durduk yere şimşekleri üzerine çekip risk alsındı… kimin, ne zaman, hangi absürt suçlamaya muhatap olacağının bilinmediği ortamda; görmeyen, duymayan, konuşmayan maymunlar cehenneminde hatırı sayılır cesaret lazımdı bu duruş için.
Onun ise tezi çok sade ve netti: “Bir bebeği savunmanın nesi yanlış olabilir? Hapisteki bir hastanın hakkını savunurken nasıl yanlış anlaşılabilirim?”
Hepimiz insan olarak doğuyoruz lâkin hiç birimizin insan kalma garantimiz yok. Niyetimiz, çabamız ve hayatımıza anlam katma mücadelemizle başarıyor ya da Gregor Samsa gibi böcekleşmeyi kabulleniyoruz. Normal olan Cemre Birand yaptığı aslında, ancak her şeyin tersyüz edildiği vakitte ona anormal gözüyle bakılıyor.
“Hapishane konusunu halkımız ve sanatçılar hiçbir şekilde gündemine almıyor. Bebekler, hastalar, kadınlar, haksız yere hapiste olan insanlar… Eninde sonunda sadece vicdanımın sesini dinledim. Aktivist değilim fakat bir anneyim ve en başında hapisteki bebeklere karşı müthiş bir acıma hissi geldi içimden. Bir bebeğe ulaştığımda diğerleri de karşıma çıktı. Bu şekilde halkın vicdanı olduğumu hissettim. Bu yaştan sonra sokaklara çıkıp pankart taşıyamayacağıma göre tweetler atarak seslerini duyurmak istedim.”
İnsan kalabilen vicdanlı bir sesin bir de güçlü bir dayanağı vardı: “Eşim Mehmet Ali Birand kanser oldu, ben de annem de kanser geçirdik. O yüzden cezaevindeki kanser hastalarının ailelerinin çığlığını görünce içim parçalanıyor. Buna çözüm bulunmalı artık”.
BİRİSİ ‘SES’ ÇIKARMALIYDI, VİCDANIM BENİ DÜRTTÜ VE YAPTIM!
Cemre Hanım, dördüncü evre pankreas kanseri Cihan Haber Ajansı muhabirlerinden Mevlüt Öztaş’ın tahliyesi için çok çabalamıştı. Hele de koronadan dolayı tahliye edilenleri görünce isyan etmişti: “Bir sürü uğursuzu bıraktınız, Öztaş’ı da bırakın!’
Koca ülkede kendisi ya da aile fertleri kanser atlatmış tek kişi Cemre Birand değil elbette; onu farklı kılan empati yeteneği ve bozulmamış vicdanıydı: “Birisinin ses çıkarması gerektiğini düşündüm, kendimi birdenbire o rolde buldum. Vicdanım beni dürttü ve yaptım.”
Türkiye’de insanları eşleriyle birlikte anmak gibi kötü bir alışkanlık var. Ben o akıma mesafeliyim fakat Mehmet Ali Birand’ı anmadan geçemeyeceğim. “Sen olmasan ben Birand olamazdım’ itirafından da cesaret alarak dile getiriyorum eşini. Bir de yaşadıkları kötü tecrübeyi aktarmak için. Devletin, Kürtlere reva gördüğü zulümlere itiraz etmesi yüzünden andıçlanan Mehmet Ali Beyin yanındaki en büyük destekçisi hiç şüphesiz Cemre Hanımdı. Belki de o tecrübe bugünlerdeki öncü rolün tetikleyicisi oldu.
Onun deyimiyle Memoş’tan söz açılmışken bir kaç kelam daha etmek gerekiyor. Şöyle anlatıyor Memoş’unu: ”Onun eşi olmak zordu. Çünkü fevri bir insandı. Aklına geleni etrafını düşünmeden yapardı, yazardı. Onun için en önemli şey haberdi. Haberin kutsallığına inanırdı. Çok beğeneni vardı, hatta bir dönem Türkiye’nin en yakışıklı erkeği seçildi. Ertesi yıl Turgut Özal seçildi, o zaman biraz daha rahat ettim. İmkân olsa Türkiye’nin en mavi gözlü erkeği bile seçilebilirdi… Her zaman etrafına insan çekebilen birisiydi, bu yüzden çok kıskanırdım.”
O bir eş, bir anne, bir babaanne, bir insan… ve en önemlisi insan kalmayı başaran, eskilerin deyimiyle bir numune-i imtisal!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***