YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Türkiye’de devlet mimarisinin çöküşü 17 Aralık 2013 tarihinde başladı. 10 yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Anayasal güvence altındaki güçler ayrılığı (erkler ayrılığı veya kuvvetler ayrılığı) ilkesi, 17 Aralık soruşturmalarını durdurmak için hükümet müdahalesiyle akamete uğratıldı. Hükümet (yürütme organı) hukuki sürece (yargı organı) müdahale ederek yetki ihlali yaptı.
Tam on yıldır bu konuyu sayısız kez gündeme taşıdım.
Şimdi bu sürecin ülkeyi getirdiği nokta, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını tanımaması ve tanımadığı AYM (ihlal) kararını veren yüksek yargıçlar hakkında suç duyurusunda bulunması. Bakın, bu alenen Türkiye’nin “Ben devlet değilim!” diye bağırmasıdır. Türkiye, anayasasız yönetiliyor. 17 Aralık 2013’te bir sivil darbe yapıldı. Bu sivil darbe, bir kanserli hücre gibi çoğaldı, metastazlarla vücudun diğer bölgelerine yayıldı. Artık devleti ele geçiren çete, yaptıklarını gizlemek gereği de hissetmiyor. Gemi ağıza almış, dört nala tam otoriter rejime doğru koşuyorlar.
Burada Anayasa Mahkemesi’nin en üst yargı mercii oluşundan, Anayasa’dan, alt mahkeme üst mahkeme ayrımından falan bahsetmeyeceğim. Çünkü bunları anlatmak anlamsız. Türkiye’de sorun, insanların bunları bilmemesi değil. Bu ilkelerin dayandığı prensipleri politik kültürlerinde içselleştirmemiş oluşudur. Kültürel olarak güçler ayrılığı ilkesinin varlığından rahatsızlar. Çünkü bu ilkenin esası, iktidarın yetkilerinin kısıtlanması ve anayasal olarak kontrol altına alınmasıdır.
Gücü sınırsız iktidar, hukuksuzluğu beraberinde getirir. Toplumu da, toplum en kapsamlı ve hayati organizasyonu olan devleti de çürütür ve yok eder. Bugün Türkiye’de yönetimi sivil darbeyle gasp etmiş olan güç ittifakı, son derece stratejik ve kendileri açısından mantıklı olarak önce yargıyı ele geçirdiler. Bu, ileride darbeler tarihi okutulurken “en sofistike darbe” olarak nitelenecek rafine bir operasyondu.
İslamcı hırsızlarla Avrasyacı faşistler, ittifak içerisinde, yüzüncü yılı tamamlanmadan Türkiye Cumhuriyeti’ni bitirdiler. Fakat bu durumu izleyen Türkiye entelijansiyası tanıyı koyamadı veya koymak istemedi. Sanki daha önce yüksek yargıdaki hakimlerin görevden alınmalarına, yargılanmalarına, hukuksuzca hapse tıkılmalarına tanık olunmadı. Türkiye entelijansiyası bugün yargının ortadan kalktığının ayırdına varmış olacak, konuyu gündeme taşımaya başladı. “Vay efendim nasıl olur da Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda bulunulur!” da falan da filan!
Entelijensiyadan entelijensiya olup olmadığı tartışma konusudur, evet. Fakat bu kitlenin kendi içerisinde kamplara bölündüğü tartışma konusu değil. Bu kutuplaşma, olaylara kendi çıkarları perspektifinden bakma ve ilkeleri eğip bükme anlamına geliyor. Ciddi zaafiyettir. Adeta kolektif intihardır. Müşahade edilen süreç özetle budur.
Bu süreçte herkes kendi ötekisinin yok edilmesine odaklanıyor. Anayasal hakları, temel özgürlükleri ve insan haklarını, sadece kendi grubu (klan veya mahallesi) için istiyor. Diğer olarak adledttiği diğer gruplar umurlarında bile değil. İlkeler bu ortamın yol açtığı erozyonda yok olup gidiyor. Bu karmaşa ve keşmekeş içerisinde bir devlet düzeninin olması mümkün değildir. Bakın tekrar ve daha açık yazıyorum, lütfen anlayın artık: Türkiye, hukuk devletini geçtim, kanun devleti olmanın asgari koşullarını bile artık yerine getirmiyor.
1940’ların, 1950’lerin ya da 1960’ların siyasi ortamında bile Türkiye bir hukuk devleti olmasa da en azından kanun devleti oldu. Bu dönemlerde yapılan haksızlıklar hukuksal kılıfına uydurulmaz durumundaydı. Keyfi uygulamalara karşın, devlet mimarisinin tamamıyla dışına çıkabilecek bir güç yoğunluğu ancak askeri darbe dönemlerinde oldu. Onlara da açıkça ara rejim diyoruz zaten.
Bugün bir ara rejim dönemindeyiz.
Türkiye ilk kez bir sivil ara rejim dönemindedir. En tehlikeli durum bu değil ama.
Bugün, Türkiye’yi yöneten şahıs ve güç paydaşları (siz bunu suç ortakları diye okuyun!), artık hukuka tabi olma durumunda değil. Hukuk dışında, hukukun kendileri olduğu bir iktidar alanı yarattılar. Bunun ne anlama geldiğini lütfen biraz düşünün. İnsanların bu garabete alışması veya gerçeği görmemek için birtakım anlamsız bahaneler bulması, bu durumu artık “normal” olarak görmeye başlaması salt siyasi değil, aynı zamanda toplumsal (sosyolojik boyutta) bir kanserdir. En tehlikeli olan budur.
Hukukun dışında, rejimin “hukukuna” egemen bir cumhurbaşkanı var. Hiçbir hukuksal güç, Erdoğan’ı hukuka tabi hale getiremez. Erdoğan yanında, hukukun kapsama alanı dışında olan bir yönetici kitle söz konusu. Diğer bir ifadeyle herkesin hukuk karşısında eşit oluşu ve hukukun, hukuku yapanlar da dahil olmak üzere, herkes için bağlayıcı oluşu ilkesi, bugün uygulanmamaktadır. Hukukun üstünde, hukuku kontrol ve manipule eden, hukuku siyasi gayeleri ve şahsi finansal çıkarları için silah ve araç olarak kullanan, hukuku tamamıyla kendilerine bağlamış bir iktidar, bir çete gibi, bir organize suç örgütü gibi, 10 yıldır ülkeyi darmadağın ediyor.
Bugün Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargıçlarının başına gelenlere şaşıranlara ben çok şaşırıyorum açıkçası!
Uyanma ve gerçekleri görme vakti gelmedi mi?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***