İZMİR – Ege İnsan Hakları Okulu’nun bugün gerçekleşen oturumlarında göçmen düşmanlığının siyasallaşması ile devletin her alanda kurduğu gözetim ve denetim mekanizmalarına değinildi.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Demokrasi ve Dünyada İnsan Hakları için Avrupalı Hukukçular Örgütü (ELDH), İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği (İDA) ve Avrupalı Demokrat Hukukçular Akademisi (AED) tarafından her yıl düzenlenen Ege İnsan Hakları Okulu’nun (İHRAA) 2023 Sonbahar programı ikinci gününde “Bir siyaset biçimi olarak mülteci karşıtlığı” başlıklı oturumla başladı.
Yunan Avukat Spyros Galinos “Sınırlarda geri gönderme endüstrisi” isimli sunumunu yaptı. Mültecilerle ilgili yürüyen mahkame süreçlerinin nihai hale gelene kadar çok fazla zaman aldığını kaydeden Galinos, bu sürede geri itmelerin de devam ettiğini belirtti. Mahkemelere umut bağlamadıklarını da sözlerine ekleyen Galinos, “Göç etmeler kapitalist sistem içinde cerayan ediyor. Kim bu politikaları formüle ediyor, düzenliyor ve uyguluyor. Bunu bulmak için ekonomik ve sosyal ayak izlerini belirlemeye çalışıyoruz. Umuyoruz ki bölgede birlikte olduğumuz için sivil toplum ve siyasilerle birlikte olursak etkili olmak için başarılı oluruz” dedi.
‘FONLAR NEREYE GİTTİ BİLİNMİYOR’
Yunan otoriteleri ile deniz gemileri satan şirketler arasındaki anlaşmaları incelediklerini belirten Galinos, “Bunun dış işleri ile ilintisini araştırmak istedik. NATO’nun da işin içinde olup olmadığı bizi ilgilendiriyordu. Bu anlamda imzalanan 50 bin kontrat vardı. Her birini inceledik. 14 milyar euroluk bir fondan bahsediyoruz. Satılan gemiler, tekneler, arama kurtarma tekneleri oluyor. Ama bunlar geri itme pratiklerinde kullanılıyor. Yunanistan’da bazı gizli fonlarda var. Ve göç konusunda 3 yıl içinde 1.7 milyon euroyu kullanmışlar ve nereye gittiği bilinmiyor. AB ve şirketlerinin bu konudaki ilişkilerinin arttığını görüyoruz. Özel sekterün bu konudaki ilişkisi çap olarak büyüyor. 44 milyon sınır güvenliği için harcanıyor. Avrupa bölgesinde militirazasyon ve güvenlik politikalarını görüyoruz” diye belirtti.
GERİ İTMELER
Geri itmeler yapılırken insan ayırt edilmediğini söyleyen Galinos, “Bu konuda Yunan Deniz Polisi gizli bir şekilde hareket ediyor ve kimliklerini gizlemek için çabalıyorlar. Ancak bu geri itmeler bir takım polislerin, ırkçı hareketlerin sonucu değil, Yunan makamları bu politikaları belirliyor. 3 farklı geri itmeler var. Birincisi sınırdan geri itme, bir botla Yunanistan’a gelenleri Türkiye karasına tekrar itilmeleri. Küçük botlarla gelenler çoğunlukla halatla bağlayıp Türkiye’ye itiyorlar. Aynı zamanda 2020 sonrası gördüğümüz ise denizden itmeler oluryor. Burada da adalara glemeyi başaran mülteciler bazen adaların kıyısından gönderiliyorlar” ifadelerini kullandı.
HER KESİMDE GÖÇMEN KARŞITLIĞI
Ardından konuşan Akademisyen Lülüfer Körükmez de, “Türkiye’de yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve ırkçılık” sunumunu yaptı. Türkiye toplumunda göçmen karşıtlığının politikleşmekte olduğunu ve ulusalcı tabanda vatanseverlik kavramlarının terör ile de birleştirildiğini dile getiren Körükmez, muhalif kesimlerin de ırkçılığın sindiğini tecavüz faili mülteci erkeklerin suçunun genelleştirilerek ırkçı söylemlere dönüştürülmesi üzerinden örneklendirdi. Haftada 2 bin kişinin deport edildiğini belirten Lülüfer polisin izin olmaksızın evlere girip mültecileri Geri Gönderme Merkezlerine (GGM) gönderdiğini, buralarda zorla gönüllü geri gönderme belgeleri imzalattığını ifade etti.
SAVUNMA HAKKININ ALINMASI
Avukatların ise GGM’lere ulaşmasının engellenerek görevini yapmasının, mültecilerin de savunma hakkının elinden alındığını dile getiren Lülüfer, “En önemli şeylerden biri de dayanışmayı kırması. Düşmanlık dayanışmayı örenlerin de problemi. Depremde bir anda dayanışmaya başlandı ama burada da çeşitli şekillerde ırkçılığı gördük. Göçmen karşıtlığında dayanışma suçlulaştırılıyor. 2018’de çıkan yasayla kağıtsız göçmene ev kiralamak gibi edimler göçmen kaçakçılığı suçlamasına dönüşebiliyor. Bu İzmir’de bir şey ifade etmese de Van’da öyle değil. Van’da dayanışmayı engellemeye çalışıyor, mesafeyi açarak dışlama pratiğine dönüyor” dedi.
TAHİR ELÇİ DOSYASI
Günün ikinci oturumu ise “Büyük gözetim ve denetleme aygıtı” başlığıyla yapıldı. Bu oturumda ilk olarak konuşan Avukat Barış Yavuz, “Soruşturma ve kovuşturmada dijitalleşme” sunumunu yaptı. Tahir Elçi cinayeti üzerinden konusunu anlatan Yavuz, “Tahir Elçi dosyasının soruşturmasında herhangi bir fail yok. Ateş edenler var, ancak şüpheli olarak yoklar. Hele ki Diyarbakır’da, bildiğimiz cinayet dosyalarında olay yerinde 10 kişi varsa hepsini alırlar, hatta tutuklarlar. Ama burada hiçbir şüpheli gözaltına alınmadı. Bir yandan da kameralarda polislerin ateş ettiği görülüyordu. Polislerin şüpheli olmama hali devam ediyor. Cinayet sokağında birçok kamera olmasına rağmen cinayete dair görüntü bulunamadı. Bulunan tek görüntü ise yıllardır halen çözülemedi. Bu çözülemese bile ceza kanununda faili belli olmayan öldürmeye dair cezalandırma yöntemi vardır” diye belirtti.
VİDEO MODELLEMESİ
Yaptıkları dijital modellemeyi izleten Yavuz, görüntüler üzerinden şunları anlattı: “Tahir Elçi’nin öldürüldüğü anı yaptığımız videolarla kimlerin vurmuş olabileceğini ya da kimlerin vurmamış olabileceğini net olarak ortaya koyduk. Ama burada hep algı vardır. Kameranın nereyi çekiyorsa algıyı oraya çekersiniz. Ama devlet burada sadece militanlar bakımından dava açtı. Polislere ise ‘olası kasıt’ suçundan dava açıldı. Videoyla ispatlanmasına rağmen dava açtılar. Ben devleti tanıyan bir avukat olarak 3 polis memuru hakkında beraat kararı verilecektir. Tahir Elçi dosyası da 3-5 ayda celse koyup, sürekli erteleyerek, dosyanın kapanması sağlanacaktır.”
Oturum Psikiyatrist Agah Aydın’ın, “Başkasının gözünden yaşamak: Arzunun ve korkunun güçleri” sunumu ile sona erdi.
Program son oturum olan “Deprem ve barınma hakkı sorunu” başlıklı oturum ile sona erecek.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***