Abdullah EZİK
Balkan Naci İslimyeli, birçok açıdan yakın dönem Türk sanatının kendisine özgü karakterlerinden birisi olarak ön plana çıktı. 1960’lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde Türk resmi ile ilgilenmiş, birçok kişisel sergisi ile izleyicilerle buluşmuş, doğrudan veya dolaylı olarak birçok farklı projenin içerisinde yer almış, tüm bunlarla beraber farklı disiplinlerle ilgilenmekten de hiçbir zaman vazgeçmemiş bir isim İslimyeli.
Güzel sanatların önemli bir dalı/parçası olarak edebiyat, her zaman farklı disiplinlerden faydalanan, birçok disipline de katkı sunan geniş bir çatı etrafında değerlendirilebilir. Gerek dünyada gerekse Türkiye’de birçok farklı ressam-şairden de bu çerçevede söz edilebilir. William Blake, Zelde Fitzgerald, Henri Michaux, Hermann Hesse, Edgar Degas, Michelangelo, Leonardo Da Vinci, Marcel Duchamp gibi birçok önemli ressam şair de bu çerçevede görülebilir.
Öte taraftan benzer bir durumun Türk ressamlar/şairler için de söz konusu. Tevfik Fikret, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Metin Altıok, Oktay Rifat, Hulki Aktunç, Metin Eloğlu, Arif Dino, Abidin Dino, İlhan Berk, Lâle Müldür, Nâzım Hikmet, Komet gibi geçmişten günümüze, özellikle de Tanzimat’tan bugünlere birçok ressam-şairden söz edilebilir. Bu ekolün, düşüncenin, kesişimin yakın dönem önemli örnekleri arasında da şüphesiz Balkan Naci İslimyeli, Lâle Müldür ve Komet’in özel bir yerde durdukları ifade edilebilir.
Şiirde sanata yaklaşımlarıyla kendilerine özgü, özel ve kişisel bir alan geliştirmeyi başarabilmiş bu isimler, bugün için birçok farklı açıdan değerlendirilmeye de müsaitler.
Yakın dönem Türk sanatının kendisine müstesna karakterlerinden birisi olarak Balkan Naci İslimyeli, gerek resim gerekse çağdaş sanat bağlamında kendisine özgü bir yaklaşım geliştirmeyi başarmış önemli isimlerden birisi. Bugüne kadar “Suya Çizilmiş Şeyler” (Maçka Sanat Galerisi, 1981), “İz” (Atatürk Kültür Merkezi, 1991), “Söz” (Installation, Aksanat, 1994), “Suç” (Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi, 1995), “Suret” (Atatürk Kültür Merkezi, 1998), “Tuz” (Siyah Beyaz Sanat Galerisi, 2001), “Zaman-sız” (P.G. Art Gallery, 2002), “Zifir” (İş Sanat Kibele Art Gallery, 2006), “Kozmos ve Toz” (Ekavart, 2013) gibi birçok farklı kişisel sergi açan İslimyeli’nin hemen her sergisinde, resmi ile şiiri arasında bir ilişki olduğu ifade edilebilir. Resimlerinde şiirinden, şiirinde resminden söz eden, üretim yaptığı hemen her disiplini diğer sanat pratikleri ile bağlayan İslimyeli, bu bağlamda hemen her daim multidisipliner bir yaklaşım geliştirmeye çalışır.
Şiirlerinde yoğun bir şekilde doğaya, insan ilişkilerine, yaşamın açmazlarına ve kişinin kendisi ile, kendi iç dünyası ile çatışmasına yer veren İslimyeli, farklı iklimlerde dolanan bir şiir dünyası inşa etmeyi başardı.
İslimyeli’nin, geçtiğimiz günlerde geçerken…, hiç… ve İstanbul başlıklarıyla bir araya getirilen ve yayımlanan şiirleri, sanatçının nasıl bir dünya görüşü ile üretim yaptığına dair de çeşitli ipuçları barındırıyor. “Anna Karenina”, “Caravaggio’nun Başı”, “Derin Uyku”, “Ekmek ve Ölüm”, “Geçen firavunlara…” “Henüz Olmamış Şeyler” ve “Sıradan Bir Melankoli” gibi şiirlerinde kendi poetikasını belirli noktalarda dile getiren şair/ressam, böylelikle (ana hatlarıyla üretim yaptığı tüm pratiklerde) yönünün neresi olduğuna da işaret ediyor. Sözgelimi bir şiirinde şöyle der İslimyeli:
“karanlıkta çizer ressam,
görünmeyen kesimleri,
hiçbir şeyim yok benim, bir hiçim,
ben geceyi beklerim, İstanbul bekçisiyim..”
Bu dizelerde kendi gündelik yaşamına, üretim pratiğine, hayat ile ilişkisine dair birçok şey söyleyen “ressam”, yine de bildiği yoldan gitmekten, hayata kendi penceresinden bakmaktan hiçbir zaman vazgeçmez.
Balkan Naci İslimyeli’nin şiirlerinde ağırlıklı olarak aşk, ayrılık, özlem, doğa, ölüm, insanın varoluşu gibi evrensel temalara odaklandığı söylenebilir. Oldukça yalın bir üslup ile kaleme alınan bu şiirler, İslimyeli’nin sanat yaşamına paralel bir şekilde geliştiği ve zaman zaman farklı yönlere doğru genişler.
Hudutsuz bir dünya serilidir sanatçının önünde. 1947 doğumlu bir şair olarak İslimyeli, aslında birçok farklı şiir ekolü/okulu ile tanışmış, gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de birçok farklı sanat anlayışının gelişimine yaşamıyla tanıklık etmiştir. Bu noktada işleriyle Türkiye ve Avrupa’da birçok farklı sergide, şehir ve ülkede yer alan sanatçının aynı zamanda dünyadaki şiir akımlarından etkilenmemesi, onların takipçisi olmaması düşünülemez. Tüm bunlarla beraber kendi yolu üzerinde yürümekten hiçbir zaman vazgeçmeyen İslimyeli, erken dönem şiirlerinden 2020’lere dek hep kendi sesini duyurmaya da özen gösterir. Oldukça yalın, içten, karşısındaki kişiye içindeki tüm duyguları bütün çıplaklığıyla aktarmak isteyen bir sestir bu:
“Kalabalığın ortasında durmuş,
Bir resim anlatıyorum dinleyenlere;
Golyat’ın Başıyla Davut’unu Caravaggio’nun…
Aya ve güneşe bakarak çiziyorum,
Kurbanla katilin,
birbirine karışmış yüzlerini…”
Giderek daha da derinlere inen, her bir detayın üzerinde titizlikle çalışan, imge dünyası, göndermeleri ve lirizmiyle kendisi sesini her zaman duyuran/hissettiren bir şiirdir bu.
Aşk ve ayrılık temaları İslimyeli’nin şiirleri biçimlendiren önemli bir bileşen olarak kabul edilebilir. Şair, aşkın insanın yaşamında derin bir iz bırakan saplantılı bir duygu olduğunu vurgular. Aşk, hemen her şeyin içerisinde bir şekilde kendisine yer bulur. Hiçbir duygu ondan ari/uzak değildir. Nefret de merhamet de vahşet de bir şekilde aşk ile kesişir. Aşk, duyguların en ebedisi ve en canlısıdır. Bu durum İsimyeli’nin şiirlerinde kendisini yakından hissettirir. Aynı zamanda ayrılığın insanın iç dünyasındaki yaraları ne derece kanattığı da aşkın insan doğası ile ilişkisine paralel bir şekilde işlenir. Aşk ve ayrılık, sürekli bir çatışma hâli içerisinde kendisine İslimyeli şiirinde derin bir karşılık bulur.
İslimyeli’nin dilindeki sadelik, duygusallığı ve akıcı bir anlatımı vurgular. Yer yer coşan, yer yer yavaşlayan bir şiir dilidir söz konusu olan; ancak coşarken de temposunu düşürürken de bu şiir sadelikten, derdini tüy kadar hafif kelimelerle dışa vurmaktan vazgeçmez. Kimi dizelerde geleneksel Türk şiiri ile de bütünleşen bu durum aynı zamanda çağdaş bir dil kullanımına da işaret eder. Geçmiş ile gelecek, Yunus Emre ile Balkan Naci, tek bir dilde bütünleşir. Dil, tüm yalınlığıyla parıldar. Duygusal derinlik, insanın iç dünyası, bu hassas dil ile özgürleşir.
Balkan Naci İslimyeli, Ekavart’taki “Kozmos ve Toz” başlıklı kişisel sergisinin kendisi için ne derece önemli olduğunu vurgularken şiiri ile sanatı arasında nasıl bir ilişki kurduğunu ve şiirin kendisi için ne derece öznel bir yerde durduğunu şu sözlerle ifade eder:
“Çocuk yaşlarımdan beri şiir yazıyorum. Bunlar çeşitli dergilerde yayınlandı. Şiirlerimi önceleri mütevazı bir çizgide tutmaya çalıştım. Resmimin önüne geçmesin istedim. Ama insan belli bir yaştan sonra kendini kısıtlamanın anlamsızlığı üzerinde düşünmeye başlıyor. Çünkü sanat çok geniş bir alan. Ben resim yapmadan önce, yazılarımla, taslaklarımla, ses kayıtlarımla yoğun bir hazırlık dönemi yaşarım. Sadece tuval üzerinde oluşan bir süreç değil bu. Onun için metnin, yazının benim için çok önemli bir ağırlığı var. Zaten resim de şiir gibi soyutlamacı bir sanattır. Resim izleyiciye mesafeli bir dildir, sizden çözüm ister, katkı ister. Şiir de öyledir. Hem sadedir. Hem yoğundur. Hem soyutlayıcı bir katkı bekler. Onun için şiir ve resmi, ben her zaman birlikte yorumlarım. Şiir bütün sanatların aurasıdır bence. Bir sanat içinde şiir barındırmıyorsa bence eksiktir.” (Hülya Küpçüoğlu, 2013, HT Gazete)
Balkan Naci İslimyeli, farklı iklimlerde dolanan, gerek şiirinde gerekse resminde kendisine özgü bir yol açmayı başarabilmiş özel bir sanatçıdır. Lâle Müldür, Komet gibi yakın dönemin önemli şair- ressamlarından birisi olan İslimyeli, akıcı dili, zengin imge dünyası ve renkleriyle değerli bir şair olarak da her zaman kendisinden söz ettirecektir şüphesiz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***