YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Tüm “kritik meseleler” gibi, Hamas ve İsrail savaşına dair de ne yazılırsa ve ne söylenirse söylensin, din ve ideolojinin ürettiği düşünce kalıplarıyla çelişiyorsa linç kaçınılmazdır. Daha önce de söylemiştim. Türkiye kökenli gazeteciler, yazarlar ve akademisyenler genellikle bu tür “mayınlı alanlardan” kaçınırlar. Çünkü başlarına geleceği bilirler. Çoğu, mevcut konumlarını tehlikeye atmamak için susmayı ve “akıntının yönünde kürek çekmeyi” tercih eder. Oto-sansur uygular.
Günlerdir yazıyorum; bu tür konulara “analitik ve eleştirel” yaklaşmakla “ideolojik ve propagandist” yaklaşmak arasında geceyle gündüz gibi fark vardır. Dikkat edin, akademik ve analitik yazanlara yine akademik ve analitik yanıt vermiyorlar. İdeolojik ve propaganda tutum yanıt veriyorlar. Dolayısıyla hiçbir konunun içeriğini konuşturmuyorlar. Düşünceyi bloklamanın en kolay yolu budur. Karşınızdakinin kredibilitesinin altını oymak, onun kişiliğine saldırmak, onun birilerinin ajanı olduğunu iddia etmek, onun para veya başka menfaatleri gözeterek yazdıklarını yayınladığını öne sürmek!
Tüm bu oto-sansür baskılarına karşın, özgür ve eleştirel düşünce yöntemlerini kullanarak analitik bakışı korumak gerekir. Bu yazıda Hamas-İsrail çatışmasında uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukuk perspektiflerinden, duygusal olmayan, nesnel bazı akademik (ama anlaşılır) çözümlemelerde (analizlerde) bulunacağım.
Öncelikle saptanması gereken, uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukuk kavramlarının ne olduğudur. Konuyu gereksiz detaylardan kaçınarak, herkesin anlayabileceği biçimde özetlemeye çalışacağım. Kavramları bu şekilde netleştirdikten sonra Hamas-İsrail çatışmasını uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukuk perspektiflerinden ele alacağım.
Uluslararası hukukta, kendini savunma hakkı (meşru müdafaa hakkı), devletlere silahlı saldırıya karşı kendilerini koruma hakkı tanıyan temel bir kavramdır. Bu hak, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesinde de yer belirtilmektedir. Meşru olarak kendini savunma hakkını kullanabilmek için bir devlet, kendisinin silahlı saldırıya maruz kaldığını kanıtlamalıdır. Diğer bir ifadeyle kanıt yükü, güç kullanımını kendini savunma amacıyla haklı çıkarmaya çalışan devlete aittir. Kendini savunma hakkı ile ilgili temel unsurlar ve prensipler, güç kullanımının gerekliliği ve orantılılığı, tehdidin aciliyeti, saldırının bir devlete veya devlet dışı bir aktöre atfedilebilirliği ve Güvenlik Konseyi’ne derhal bildirim yapma gerekliliğini içerir.
Uluslararası hukukun savaşa ve çatışmalara ilişkin sorunlarını yorumlayan ve kurallandıran alanı, uluslararası insani hukuktur. Uluslararası insani hukuk, insani sebeplerle silahlı çatışmanın etkilerini kısıtlamaya yönelik bir dizi kural seti olarak anlaşılabilir. Bu hukuk, çatışmalara katılmayan bireyleri korur ve savaşın araçlarını ile yöntemlerini sınırlar. Aynı zamanda savaş hukuku veya silahlı çatışma hukuku olarak da bilinen uluslararası insani hukuk, devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası hukukun bir bölümüdür.
Uluslararası hukuk, devletler arasındaki anlaşmalarda (antlaşmalarda veya konvansiyonlarda), devletlerin yasal olarak bağlayıcı gördüğü alışılmış kurallarda ve genel prensiplerde bulunur. Uluslararası insani hukuk, silahlı çatışmalara uygulanır ve bir devletin gerçekten güç kullanıp kullanamayacağını düzenlemez; bu konu, Birleşmiş Milletler Şartı’nda belirtilen ancak önemli ölçüde farklı olan uluslararası hukukun ayrı bir bölümü tarafından düzenlenir.
Silahlı çatışmalar sırasında, insani yardımın hızlı ve engelsiz geçişinin sağlanması, ihtiyaç sahiplerine zamanında yardım sunabilmek adına hayati önem taşımaktadır. Aynı zamanda, çatışma bölgelerindeki insani çalışanların serbest dolaşım hakkı, yardımın etkili bir şekilde ulaştırılmasını kolaylaştırmada önemli bir rol oynamaktadır. Sivillerin korunması ve tıbbi personelin güvence altına alınması da, çatışmanın etkilerini savaşa katılmayanlara karşı en aza indirmek için son derece önemlidir. Ek olarak, mültecilerin, esirlerin ve aynı zamanda yaralı ve hasta kişilerin korunması da kritik bir ihtiyaçtır; bu, onların güvenliğini ve refahını, genellikle zorlu ve tehlikeli durumlarda sağlamak adına gerçekleşir.
Özet olarak, konvansiyonlar, keyfi (hukuksuz) öldürme, işkence, rehine alma ve aşağılayıcı ve küçük düşürücü muameleyi yasaklar ve savaşan tarafların diğer taraftaki hasta ve yaralılara insani bir muamelede bulunmalarını şart koşar.
Bu prensipler, uluslararası insani çabaların temelini oluşturarak, çatışma zamanlarında/esnasında sivillerin maruz kaldığı şiddeti ve acıları hafifletmeye ve insanlık onurunu korumaya yöneliktir. Uluslararası insani hukukun yazılı kuralları olan ve 1899, 1907, 1954, 1957, 1970 ve 1973 yıllarında Lahey’de imzalanan çeşitli deklarasyonlar ve konvansiyonlar, çatışmanın yürütülmesini düzenleyen kuralları belirler. 1949 Cenevre Konvansiyonları da silahlı çatışma hukukunun kurallarını ve geleneklerini daha fazla kodifikasyona tabi tutar. Bu hukuk metinleri, kullanılabilecek savaş yöntemlerine sınırlar koyar ve çatışma sırasında sivil insanların korunması ve yardımına ilişkin kuralları belirler. An itibarıyla, bu Konvansiyonlara 195 devlet taraf olmuştur.
- Bu özet bilgilerden sonra, Hamas-İsrail çatışmasını uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukuk perspektiflerinden yorumlamaya çalışayım.
Gazze’nin resmi hükümeti olarak Hamas 7 Ekim’de İsrail’e yaptığı vahşi saldırılarda 1,400’den fazla sivili katletti ve 200’den fazla rehine aldı. BM 51. maddesine göre bu silahlı saldırı karşısında kendini savunma ve saldırıya yanıt verme hakkı doğmuş oldu. Bu konuda uluslararası toplumda herhangi bir tartışma yok. Ancak bu hak, elbette ki uluslararası insani hukuk tarafından sınırlanmıştır. Burada, en önemli prensiplerden biri savaşan taraflar, siviller ile savaşanlar, sivil nesneler ile askeri hedefler arasında ayrım yapma zorunluluğudur.
Problem, Hamas’ın stratejisi gereği sivil yerleşimler arasına (kamu binalarına, sivil binalara veya yerleşim birimlerine) silahlarını (mesela roket rampalarını) ve silahlı unsurlarını yerleştirmiyor olması, İsrail’in de buna yönelik olarak sivil yerleşim birimlerine yönelik saldırılarda bulunmasıdır. Uluslararası hukuka göre, eğer Hamas, bir füze rampasını sivil bir mahalleye yerleştirirse, İsrail bu füze rampasını saldırmak hakkına sahiptir. Ancak uluslararası insani hukuka göre bunu yaparken sivillere zarar vermemesi gerekiyor.
Gazze, dünyanın en yoğun nüfuslu ve yapılaşmış alanlarından biri. Bu bölgede uluslararası insani hukuka göre sivil ve askeri hedefleri ayırt etmek neredeyse imkansız. Dahası Hamas bunu kendisi için bir askeri avantaj olarak kullanma taktiği izliyor. Okullara, camilere, hastanelere saklanıyor ve kamusal yerlere komuta merkezlerini ve roket rampalarını yerleştiriyor ve bu durumda sivillerin bulunduğu yerler askeri hedefler haline geliyor. Dahası, Hamas mevzilendiği sivil bölgeden İsrail’e yoğun füze saldırıları yapıyor.
Bu bağlamda hem İsrail, hem de (Gazze resmi yönetimi olarak) Hamas uluslararası insani hukuku ihlal etmiş oluyor. İsrail ise sürekli sivillerin yaşadığı bu bölgeleri hava bombardımanına tabi tutuyor. Uluslararası insani hukuka göre bir devletin (veya savaşan aktörün) sivilleri hedef almadan yürüttüğü askeri operasyonlarda meydana gelen sivil kayıplar teknik olarak uluslararası insani hukuk ihlali olarak görülmeyebiliyor. Bunun nedeni, sivil kayıpların yaşandığı yerlerdeki askeri mevcudiyet ve hareketlilik. Belirttiğim gibi, bu tam da Hamas’ın izlediği strateji. İsrail yönetimi ise geçici de olsa ateşkes ilan etmeyerek Hamas’ın belirlediği “oyun alanında” hareket etmeyi seçiyor. İsrail saldırıları bu nedenle fiili olarak sivillerin kitlesel ölümlerine yol açıyor.
- Hamas da İsrail de karşılıklı saldırıları durdurmadan, insani dramın sona ermesi mümkün görünmüyor.
Diğer bir eleştiri konusu İsrail’in, Gazze’deki abluka uygulaması. İsrail Gazze’nin elektrik, su, gıda ve yakıt tedarikine tamamen engel oluyor. Bu durum sivil halkı hedef alan kolektif bir cezalandırmadır ve stratejik gerekçeleri ne olursa olsun uluslararası insani hukuka aykırı. Diğer bir ifadeyle toplu abluka – gıda malzemeleri, içme suyu, yakıt, tıbbi ürünler – uluslararası insani hukukla uyumlu değil. Gazze’lilerin hepsi Hamas üyesi değil. Fakat sivil halk İsrail ablukasından eşit derecede etkileniyor. Bu uygulamaya uluslararası toplumun karşı çıkması gerekiyor.
Özetlemek gerekirse, her iki aktör de sivillerin hedef alınması konusunu birincil derecede önemsemiyor gibi görünüyor. Siviller hiçbir zaman rehin ve hedef alınmamalı. Eğer alınırlarsa, bu durum savaş suçudur. Hamas’in savaşı tetikleyen saldırısında tamamen sivilleri hedef alması, insanları evlerinde, bir açık hava konserinde ve sokaklarda veya otobüs duraklarında infaz etmesi ya da Gazze’den sürekli roket atışı yaparak İsrail’deki sivil yerleşim birimlerini hedef alması uluslararası insani hukuka aykırıdır.
Aynı şekilde, İsrail ordusunun Gazze’de sivil yerleşim birimlerini bombalayarak binlerce sivilin katledilmesi de, Gazze’ye elektrik ve suyu kesmesi de uluslararası insani hukuka aykırıdır. İsrail’in bir devlet olarak Hamas’tan daha etik davranması gerektiği tezi etik olarak doğruluk payı içerse bile, teknik olarak Hamas’ın Gazze’nin resmi hükümeti olması nedeniyle geçerli değildir. İsrail’in Hamas’ın saldırısı sonrası Gazze’de izlediği hava bombardımanı savaş stratejisi, sivil kayıplar bakımından savunulamaz. Yine İsrail’in kolektif cezalandırma yöntemi olarak elektrik ve suyu kesmesi de etik ve uluslararası insani hukuk bakımından savunulamaz.
Fakat reel politik bakımından savaşın doğasının, kitlesel öldürme eylemi olduğu unutulmamalıdır. Savaş ortamında savaşan aktörler karşılıklı olarak hukuk, etik ve insani normları ihlal ederler. Hukuk, etik ve insani değerler, bu ihlalleri sınırlamaya çalışır. Tümüyle engelleyemez. Uluslararası ilişkilerdeki merkezi otoritenin olmaması durumu, uluslararası hukukun uygulanmasını – hayata geçirilmesini – iç hukuktan farklı olarak engellemektedir. Uluslararası hukuk ihlal edildiğinde, devletlerin üzerinde güç kullanacak bir zorlayıcı güç olmaması (ya da bunun BM Güvenlik Konseyi kararına bağlı olması, yani pratikte neredeyse hiç uygulanamaması) ana sorundur. Bu ise küresel bir problemdir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***