ANKARA – Fransız gazeteci-yazar Guillaume Perrier, Kurdistan’da artan şiddetin temel kaynağının İmralı tecridi olduğunu belirterek, tecridin kalkmasının da Kürt sorununun çözümünden geçtiğini söyledi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesine uzanan uluslararası komplo 26’ncı yılına girdi. Komploya karşı Kürt sorununu demokratik zemine kavuşturmak için dünyaya açılan Abdullah Öcalan, getirildiği Türkiye’de 25 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulduğu İmralı Adası’nda bu ısrarını sürdürdü. Kürt sorunu başta olmak üzere çoklu krizlere çözüm reçetesi yazan Abdullah Öcalan’ın bu ısrarına, savaş konseptinin derinleştirilmesiyle karşılık verildi.
Kürt sorununda çözümü savaş politikalarında araya Türkiye, 1983’ten beri “harekat” adı altında Federe Kurdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılar, 2018 yılıyla birlikte dünyaya tehdit salan DAİŞ’in yenilgiye uğratıldığı Kuzey ve Doğu Suriye’ye uzandı.
Kürtlere karşı sürdürülen savaşın merkez üssü olan İçişleri Bakanlığı’na dönük 1 Ekim’de gerçekleştirilen bombalı eylemin ardından, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik yeni saldırı dalgası başlatıldı.
Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri yakından takip eden Fransız gazeteci-yazar Guillaume Perrier, Kürt sorununda çözümsüzlük, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecrit, Türkiye’nin savaş politikalarına dair değerlendirmelerde bulundu.
TECRİDİN HUKUKİ BOYUTU
Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve bölgedeki şiddetin temel kaynağının PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecrit olduğunu söyleyen Perrier, “Avrupa yasaları bu kadar uzun bir sürenin ardından onun serbest bırakılmasını öngörüyor. Öcalan’ın davası siyasi bir davadır ve bu yüzdendir ki Öcalan’ın durumunun hukuki bir tarafı yok. Öcalan uzun yıllardan beridir tecrit altındadır ve bu tecrit durumu Avrupa hukuk normlarının dışındadır. Tecrit durumu politik olduğu için daha önceki seçimlerde de gördüğümüz gibi, bu durumu Türk hükümeti tarafından da Kürt oyları üzerinde baskı yapmak için kullanıldı. Onun bir hücrede tutulması, kimseyle görüştürülmemesinden kaynaklı sağlık durumunu veya şu anki yaşananlarla ilgili siyasi görüşünü şimdilik kimse tam olarak bilmiyor. Düşündüklerinin, yazdıklarının, söylediklerinin çok azı hücresinden çıkabildi” ifadelerini kullandı.
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
Türkiye’nin ve Kürt hareketinin siyasi çözüm için müzakere etmesi ve çatışmayı durdurması gerektiğini ifade eden Perrier, “Ancak bu ortam, Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kalkmasını mümkün kılacak. Bunun olması için de bu siyasi kararın Türk hükümetine bağlı olarak değişebileceğini belirtmek gerekiyor. Türkiye bu duruma yasal olarak yaklaşmak istemiyorsa, yapılabilecek çok az şey var. Müzakere etmek. Dolayısıyla her şeyin veya tecridin Kürt sorununun siyasi çözümüne bağlı olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
YÜZYILLIK KÜRT POLİTİKASI
Perrier, Kürtlere yönelik politikaların 100 yılı aşkındır devam ettiğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Olup bitenlerle ilgili herhangi bir yanlış anlaşılma veya olası bir sürpriz yok, çünkü Türkiye’deki Kürtler için her şey çok tanıdık. Mesele şu ki, Erdoğan’ın iktidara geldiği dönemin başlangıcında, 2005 yılında bir Kürt sorununun olduğunu, bu sorunun siyasi yollarla çözülmesi gerektiğini ve o bilinçte olduğuna dair bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı yaptığı sırada ben de Diyarbakır’daydım ve bu konuşmasına şahit oldum. Kendisi bunu söyledi ve bu gerçeğin çok iyi farkındaydı. Bir süre sonra Erdoğan’ın Türk milliyetçiliğine dönmesi nedeniyle her şey değiştirildi. Kürtlerle ittifak yapıp, onların yardımıyla anayasayı değiştirebilmek gibi bir planı vardı. 2014-15’ten sonra MHP-ülkücülerle ittifak yaptığında, Kürtlere yönelik politikasını tamamen kökten değiştirdi. Buna karşı olarak da Kürtlerin politikası da değişti tabi. Artık çok klasik, çok geleneksel bir Türk devletine geri döndü. Bu klasik Türk devlet geleneği de Kürtlere yönelik anadilde eğitim hakları, siyasi hakları veya diğer tüm hakları engelleyen bir politikaya neden oldu. Bu yüzden Türk devletinin iç politikası çıkmaza girmiş bir durumdadır.”
AVRUPA’NIN SESSİZLİK POLİTİKASI
Kuzey ve Doğu Suriye’de son günlerde artan saldırılara dikkat çeken Perrier, “Rojava’da onlarca yapılan araştırmalarda görüldüğü gibi, Türkiye’nin suikastlara yoğunluk verdiğini söyleyebiliriz. Neredeyse her gün bir hava saldırısı oluyor. Bu operasyonların komutası elbette ki Türk MİT’idir. MİT SİHA’larla Kürt hareketinin liderlerini, sivil hareketini, silahlı hareketini, kadın hareketlerini vb. hedef almaktadır. Böylece Kuzey Suriye’de, yani Rojava’da aynı zamanda Irak ve Türkiye’nin Kürt kesimlerinde de birçok Kürt aktivistlerini öldürdü. Dolayısıyla bölgedeki Kürtlerin sınırlar üzerinden faaliyet göstermesinin çok zorlaştığını düşünüyorum ve Türkiye’nin yıllardan beri yaptığı da budur ve komşu devletlere de çok fazla baskılar uyguluyor” dedi.
Avrupa’nın Kürtlere karşı savaş politikalarına karşı sessiz kaldığını söyleyen Perrier, “Bu sessizlik bölgede uyguladıkları gerçek politikalarıdır. Bunu her gün görüyoruz. Bunu şu anda Karabağ’da da görüyoruz. Karabağ’daki Ermenilerin söylediği de tam olarak budur. Batılı ülkeler bölgede yaşanan soykırıma gözlerini kapatıyor. Yani bu yaşananlar bölgede yeni bir şey değil. Ermeniler ve Kürtler Batılı güçler tarafından Türk emperyalizmine terk edilmiş durumdadır. Bu politika da Batılı ülkelerin Türkiye’yle iyi de olsa kötü de olsa belli bir ilişki kurmasına neden oluyor. Türkiye de bu ilişkiyi kendi avantajına çevirerek, Batılı güçlerin bu sessizlik politikasından yararlanarak, Irak’ta, Kuzey Suriye’de Kürtleri ezmeye çalışıyor” ifadelerini kullandı.
MA / Sterk Sütcü
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***