YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Bugün büyük dramların yaşandığı Filistin toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere beşiklik yapmış, dört yüz yıl süreyle de Osmanlı hakimiyeti altında kalmıştı.
Osmanlı’nın son dönemlerinde bölgeye yoğun bir şekilde Yahudi göçleri gerçekleşti. Ancak bölgenin bugünkü yapısının asıl dönüm noktasını ise Balfour Deklarasyonu oluşturdu.
OSMANLI ÖNCESİNDE FİLİSTİN
Filistin adının milattan önce XII. Yüzyılda bölgeye gelen Filistler adlı topluluktan geldiği kabul edilmektedir. Stratejik konumu ve Musevilikle Hristiyanlığın ortaya çıkışı, üç semavi dinin yayılmasındaki rolü ve üç dinin de kutsal kabul ettiği yerlerin bulunması, bölgenin yüzlerce yıl çatışma ve işgallere maruz kalmasına neden olmuştur.
Filistin’in coğrafi sınırları genellikle Suriye, Mısır ve Akdeniz’le Şeria nehri arasındaki topraklar olarak belirtilmekte, Şeria’nın döküldüğü Lut Gölü de bölge sınırlarına dahil edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede manda yönetimi kurulması esnasında da Mısır’a ait Sina Yarımadası ve bugünkü Ürdün hariç benzer sınırlar benimsenmiş olup toplam yüzölçümü de 27.000 kilometre kare civarındadır.
Bölgenin ilk sakinleri olarak kabul edilen Amelikalılardan sonra Ken’anlılar, Fenikeliler ve Aramiler bölgede yaşamışlar, M.Ö. XII. Yüzyılda da bölgeye bir deniz kavmi olan Filistler gelmiştir. Bölge verimli toprakları nedeniyle Kitab-ı Mukaddes’te “süt ve bal akan topraklar” olarak isimlendirilmiştir.
İsrailoğullarının bölgeye gelişi de Hz. Musa önderliğinde M.Ö. XI. Yüzyılda olmuştur. Yüzyılın sonlarında da ilk İsrail devleti kurulmuştur. Hz. Davut zamanında birçok topluluk hakimiyet altına alınmış, en görkemli dönem ise Hz. Süleyman zamanında yaşanmıştır. Mescid-i Aksa da bu dönemde inşa edilmiştir.
Hz. Süleyman sonrasında İsrail ve Yahuda adıyla ikiye ayrılan devletlerden birincisine Asurlular, ikincisine de Babilliler son verdiler. Filistin’e hâkim olan iki devlet de Yahudileri buradan Mezopotamya’ya sürdü ve böylece Yahudilerin ilk sürgün dönemleri başladı.
Perslerin Babillileri yıkmasıyla Yahudilerin bir kısmı yurtlarına geri döndüler. Büyük İskender sonrasında ise bölgede büyük bir “Helenleştirme” süreci yaşandı. Ancak “Grek” etkisi daha çok şehirlerle sınırlı kaldı. Filistin toprakları bundan sonra Roma işgaline uğradı. Roma egemenliğine karşı çıkan isyanlar nedeniyle de Yahudiler yine sürgüne maruz kaldılar.
Roma döneminin en önemli özelliği ise bölgede Musevilik sonrasında Hz. İsa’nın getirdiği Hristiyanlığın yayılması oldu. Bu durum Kudüs’ün Yahudilerden sonra Hıristiyanlar tarafından da kutsal kabul edilmesine yol açtı. Hıristiyanlığın yayılmasıyla da Yahudiler bu sefer de onların baskısına maruz kaldılar.
611’deki Sasani istilası ve katliamı sonrasında 629’da Heraklius döneminde bölge Bizans hakimiyeti altına girdi. Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olması ve Mi’rac hadisesi sebebiyle Kudüs, Müslümanlar tarafından da önemli bir yer olarak kabul edildi. Hz. Ömer devrinde Filistin, İslam hakimiyetine girerken Kudüs de barış yoluyla Müslümanların egemenliğini kabul etti.
OSMANLI DÖNEMİ
Filistin İslam topraklarına katıldıktan sonra pek çok sahabe buraya hicret etti ve burada vefat etti. Emeviler döneminde ise Arap kabileleri iskân edildiği gibi Abbasiler devrinde Suriye eyaletine bağlı olarak yönetildi. Abbasilerin zayıflamasıyla birlikte de bölgeye Tolunoğulları, İhşidiler ve Fatımiler hâkim oldu.
Haçlılar ilk Haçlı seferinde Kudüs’ü ele geçirdiler (1099) ve bölgedeki Fatımi egemenliğine son verdiler. Binlerce Müslümanı öldüren Haçlıların bölgedeki egemenliği 1187’de Selahaddin Eyyubi’nin Hittin Savaşı’nı kazanmasıyla sona erdi. Selahaddin Eyyubi daha önce buradan sürülen Yahudilerin geri dönmesine de izin verdi.
Eyyubilerden sonra bölgenin yeni hâkimi ise Memlûkler oldu. Memlûkler devrinde Müslüman nüfus artarken Hıristiyan halka ve Avrupa’dan kaçan Yahudilere de Filistin’e yerleşme izni verildi.
Bölgedeki Memluk hakimiyeti Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Zaferi’ni kazanmasıyla sona erdi. Bundan sonra bölgede dört yüz yıl devam edecek Osmanlı egemenliği başladı. Ancak Osmanlı idari sisteminde hiçbir zaman “Filistin” adıyla bir eyalet, vilayet ya da sancak olmamıştır. Filistin adı XIX. Yüzyılda İngiltere başta olmak üzere batılı devletler tarafından kullanılmaya başlamış ve yüzyıl sonlarında Osmanlı diplomasisinde de kullanılmıştır.
Osmanlılar Filistin’i Şam eyaletine bağlı olmak üzere Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarına ayırarak yönettiler. Ancak otoritenin zayıfladığı dönemlerde Akka merkezli emirler ayaklanmakta ve yönetimi ele geçirmekteydiler.
Osmanlı döneminde bölgeye dönük ilk yabancı saldırısı ise Napolyon Bonapart tarafından yapıldı. Napolyon Mısır ve Yafa’dan sonra Akka üzerine yürüdüyse de Cezzar Ahmet Paşa karşısında tutunamayarak geri çekildi. İlk defa Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrinin de kesin olmasa da Napolyon’a ait olduğu belirtilmektedir.
Bir süre sonra bölge, Mısır’ın yönetimini ele geçiren Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın idaresine girdi. Avrupalı devletlerin müdahalesiyle bölge yeniden Osmanlı yönetimine verilse de artık Filistin, Avrupalı devletlerin doğrudan ilgi alanındaydı. Osmanlı yönetimi 1887’de Filistin’i Kudüs merkezli doğrudan merkeze bağlı bir mutasarrıflık haline getirdi. Bir yıl sonra da Beyrut vilayeti kurulunca Akka ve Nablus buraya bağlanarak Filistin ikiye ayrıldı.
Filistin’in bugünkü durumunu anlamak için öncelikle demografik değişim sürecinin ortaya konulması gereklidir. Osmanlı’nın son dönemlerine bakıldığında örneğin 1880’de nüfusun %87’si, 1890’da %85’i, 1914’te %83’ü Müslümanlardan oluşuyordu. Bölgeye kaçak yerleştiklerinden dolayı nüfus kaydı olmayan Yahudiler dikkate alındığında bile Müslümanların oranı %77 idi.
Osmanlı nüfus sayımı verilerinde dikkat çeken diğer husus ise Kudüs mutasarrıflığında örneğin 1881-1882 sayımında Müslümanlardan sonraki en büyük grubu Yahudiler değil Rum patrikhanesine bağlı Hıristiyanların oluşturmasıdır. Hıristiyanlar nüfusun %7,11’ini oluştururken Yahudilerin oranı ancak %3,45 kadardı. 1895-1896’da ise Yahudilerin oranı küçük bir artışla %4,51 olmuştur.
Nablus’a bakıldığında ise 1885-1886’da Müslümanların oranı %98,4 iken Rumlar %0,88, Yahudiler ise % 0,08 oranında idi. Aynı yılda Akka sancağında ise Müslümanlar %77,5 iken Katolikler, Rumlar ve Latinlerden sonra beşinci grubu oluşturan Yahudiler sadece %2,13 oranındaydı. Hz. İsa’nın doğum yeri olan Nasıra’da da yoğun bir Hıristiyan grubu olmasına rağmen Müslümanlar nüfusun % 55’ini oluşturuyorlardı.
FİLİSTİN’E GÖÇLER
Filistin’e Yahudi göçlerinin başlamasında Siyonist faaliyetlerin önemli bir etkisi olmuştur. Osmanlı yönetimi, bu göçlere gerek II. Abdülhamit gerekse II. Meşrutiyet döneminde iktidarı üstlenen İttihat ve Terakki döneminde Siyonistler vasıtasıyla mali imkanlar elde edileceği düşüncesine rağmen sıcak bakmamıştır. Bunun temel nedeni Siyonizm’in bir hedef olarak belirlediği Filistin’de bir Yahudi yurdu oluşturulması endişesiydi.
Siyonist lider Theodor Herzl Abdülhamit’le görüşmüş ve Yahudilerin iskanına kolaylık gösterilmesi karşılığında Osmanlı borçları konusunda yardımcı olmayı taahhüt etmiştir. Abdülhamit’in ise Herzl’e açık bir cevap vermeyip Tahsin Paşa aracılığıyla Avrupa ve Rusya’dan kaçmak zorunda kalan Yahudilerin, Osmanlı vatandaşlığına geçmeleri şartıyla Osmanlı topraklarına göç edebileceklerini ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Tek şart ise Filistin’e yerleşilmemesiydi. İttihatçılar da aynı politikayı devam ettirmişler ve göçmen Yahudileri, Makedonya ve Mezopotamya’ya yerleştirmeye çalışmışlardı. Abdülhamit devrinde Yahudilerin üç aylık geçici ikamet tezkeresiyle Filistin’e girmelerine izin verilmişti. Tedbirlere rağmen örneğin Yafa Kaymakamlığı 1910 yılındaki bir yazısında, gelen Yahudilerin ancak yüzde onunun geri döndüğünü belirtiyordu. Yahudilerin özellikle hac bahanesiyle buraya gelip kaldıkları anlaşılmaktadır.
Yahudiler bölgede arazi satın alarak yerleşiyorlardı. 1858-Arazi Kanunnamesi’ne göre yabancı uyruklular da Osmanlı ülkesinde arazi satın alabiliyorlardı. 1883 yılında kanunda bir değişiklik yapılarak Yahudilerin emlak alması yasaklandı. Ancak Yahudilerin arazi satın alması bir taraftan Osmanlı vatandaşı Yahudilerin diğer taraftan da İngilizlerin onlar adına satın almaları nedeniyle önlenemedi.
Yahudilerin Filistin’e yerleşerek koloniler kurmaya çalışmaları, yerli halkın da tepkisine neden olmuştu. Filistin Arapları 1901’de Babıali’ye protesto telgrafı çekerek göçlere engel olunmasını istemişlerdi. Aynı tepkinin 1908 sonrasında bu sefer de mahalli gazetelere yansıdığı görülmektedir. Hatta Musevi göçü meselesi Meclis-i Mebusan’da bile tartışılmıştı.
Abdülhamit ve II. Meşrutiyet devrindeki tedbirlere rağmen bölgedeki Yahudi nüfusu hızla artmaktaydı. Osmanlı döneminin son sayımı olan 1914 nüfus sayımı verilerine göre Kudüs Sancağındaki Yahudilerin sayısı 21.259 olmuştu. Bu sayıya Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudiler dahil değildi. Göçlerin önemli bir sonucu da Yafa’nın kuzeyinde Tel Aviv adıyla yeni bir şehrin ortaya çıkmasıydı.
Burada asıl dilemma, İngilizlerin bir taraftan Arap milliyetçilerini Osmanlı yönetimine karşı desteklerken diğer taraftan Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına onay vermeleridir. Nitekim Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettiğinde kendisini Filistin’in de dahil olduğu “Arap ülkelerinin kralı” ilan etmiştir. Halbuki bu dönemde yapılan Sykes-Picot Antlaşması’nda Filistin’de uluslararası bir yönetim kurulacağı hususu yer almıştı.
BALFOUR DEKLARASYONU VE SONRASI
Birinci Dünya Savaşı sırasında Şam merkezli IV. Ordu’nun komutanlığını ve Suriye valiliği görevini üstlenen Cemal Paşa 1915 yılında Filistin’de bulunan Yahudilerden Osmanlı vatandaşlığına geçmeyenlerin tehcir edilmesini emretmiştir. Yahudilere karşı bu kararın alınmasında; şimdiye kadar önlenmeye çalışılan göç, iskân ve toprak satın almaya “casusluk” faaliyetlerinin de eklenmesi etkili olmuştur. Özellikle bu süreçte “NİLİ” adlı bir casusluk şebekesi tespit edilmişti.
Tehcir kararı sonrası bazı Yahudilerin Amerikan gemileri vasıtasıyla Port Said ve İskenderiye gibi limanlara taşıdıkları görülmektedir. Vatandaşlığa geçmek yerine Osmanlı topraklarını terk eden Yahudi sayısı 13.000-14.000 kadar tahmin edilmektedir. Osmanlı vatandaşı bazı Yahudiler de Anadolu’ya göç ettirilmişlerdir. Bu süreç “Yahudi tehciri” olarak adlandırılmıştır.
Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulması yolunda en önemli adım, İngiliz Lloyd George Hükümetinin Dışişleri Bakanı Balfour tarafından 2 Kasım 1917’de Siyonist lider Lord Rothschild’a gönderilen ve “Balfour Deklarasyonu” olarak bilinen mektup oldu. Balfour bu mektupta; “Majesteleri Hükümeti, Yahudi ırkı için Filistin’in bir milli vatan olarak düzenlenmesinin lehinde düşünmekte olup bu amacın gerçekleşmesi için her çabayı sarf edecektir” deniliyordu.
Böylece İngiltere daha bölge Osmanlı egemenliğinde iken halkının %90’ı Arap olan bölgede kurulacak Yahudi devletini onaylıyor ve İsrail Devleti’nin resmen temelini atıyordu. Amerikan başkanı Wilson da Eylül 1918’de Balfour Deklarasyonu ilkelerini onaylamıştır.
Kudüs 9 Aralık 1917’de İngilizlere teslim edildi ve Filistin’e hâkim olan İngilizler burada askeri bir idare kurdular. Savaş sonrasında Filistin ve Ürdün’de İngiliz manda yönetimi oluşturuldu. İngiliz idaresi altındaki bölgede Osmanlı yönetiminin engellemeye çalıştığı Yahudi göçleri, bölgenin demografisini değiştirecek şekilde hızlandı. Bölgede bir taraftan da Araplar örgütlenseler de bir birlik altında toplanamadılar. 1933’te Hitler’in iktidara gelmesiyle de Filistin’e göç daha da hızlandı.
Önceleri Yahudilerin Filistin’e göçlerine engel olmak için mücadele eden Filistinliler artık onları bu topraklardan çıkarmak için uğraşmaya başlamışlardı. 1946’ya gelindiğinde Filistin’in 1.942.349 olan nüfusunun %33’ü Yahudilerden oluşuyordu. 1948’de de İngiliz manda yönetimi sona erdirilerek bağımsız İsrail devleti kuruldu.
Sonuçta Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin bölgeyi terk etmesiyle kurulan İngiliz idaresi döneminde serbest hale gelen göçlerle Filistin’in demografik yapısı değiştirilerek İsrail devletine zemin hazırlandı. Bundan sonraki süreçte mücadelenin her zaman kaybedeni Filistinliler oldular. Sadece topraklarından olmakla kalmayıp canlarını ve mallarını da kaybettiler ve önemli bir kısmı da başka yerlere göç ederek mülteci oldular.
Kaynaklar: Bostancı Işık, I. (2014), “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Filistin Bölgesinin Demografik Yapısı”, Osmanlı’dan Günümüze Filistin Sempozyumu, Ankara, C. 1, s. 156-183; Öke, M. K. (1991), Osmanlı İmparatorluğu, Siyonizm ve Filistin Sorunu, İstanbul, Üçdal; Ortak, Ş. (2014), “İttihat Ve Terakkî Yönetimi’nin Filistin’e Yahudi Göçlerine Karşı Politikaları”, XVII. TTK Kongresi Bildirileri, Ankara, C. IV, II. Kısım, s. 693-712; Engin, V. (2010), Pazarlık, İstanbul, Yeditepe; Karaman, L. (1996), “Filistin”, DİA, C. 13; Kodaman, B., İpek, N. (1993), “Yahudilerin Filistin’e Yerleştirilmeleriyle İlgili 1879’da II. Abdülhamit’e Sunulan Bir Layiha”, Belleten, S. 219, s. 555-580; Fromkin, D. (2008), Barışa Son Veren Barış, İstanbul, Epsilon.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***