Can Bahadır Yüce
Filistinlilerin kendilerine biçilen sınırı çiğneyip ayaklanması dünyayı ve bazı yerleşik düşünceleri sarsmış görünüyor. Batılı liderlerin dehşete düşüp İsrail’e koşulsuz destek için sıraya girmesinde şaşırtıcı bir şey yok. Almanların (Holokost’tan gelen suçluluk duygusuyla) Brandenburg Kapısı’nı İsrail bayrağının renkleriyle donatması, İngiliz hükümetinin (Balfour’dan gelen kibirle) Downing Street’i mavi-beyaza boyaması, Empire States’te (Amerikan istisnacılığı ve emperyal nobranlıkla) İsrail bayrağının dalgalanması desteğin büyüklüğünü gösteriyor. Dünyanın önde gelen devletleri niçin bir apartheid rejimini koruyup kolluyordu, sorusunu ileride tarihçiler düşünsün.
Gelgelelim, Türkiye’de de (solda bile) Filistin direnişinin haklılığı konusunda hiç olmadığı kadar tereddüt var. Birden çok nedeni olabilir bunun: Hamas’ın sivilleri öldürmesi, yükselen milliyetçilik, Araplara duyulan —Oryantalizm de içeren— hoşnutsuzluk, siyasal İslamcıların Filistin retoriğinin içini boşaltması, siyasetin çözüme katkı sunamaması…
Bu kafa karışıklığında birkaç noktayı anımsamakta yarar var.
Cellat ile kurban eşit değildir: Filistin direnişini konuşurken gerilimin uzun tarihine (1948 öncesi Yahudi grupların şiddet eylemlerine örneğin), İsrail’de bir apartheid rejimi olduğu gerçeğine, barışçı yolların İsrail hükümetlerince tıkandığına, sömürgeciliğin doğasına, Batı’nın ikiyüzlülüğüne değinmeyen her değerlendirme eksiktir. Konu Ukrayna olunca Batı’nın gösterdiği ikiyüzlülük (onlar kendini işgale karşı savunabilir, Filistinliler savunamaz), Türkiye’de konu Kürtler ve Ermeniler olunca ortaya çıkıyor.
Her şey dilde başlar: Geçen akşam Halk TV sunucusu “öldürülen” İsraillilerden, “hayatını kaybeden” Filistinlilerden bahsediyordu. İsrail savunma bakanının Filistinliler için kullandığı “insanımsı hayvanlar” sözünü CNN çok sert bulmuş olmalı ki “insanımsı barbarlar” diye çevirdi. Ortada aslında bir savaş yok, kolonizasyon var. Tarık Ali’nin New Left Review’da yazdığı gibi, “İki taraf arasında ahlaki, siyasi ya da askeri denklikten söz etmek mümkün değil.” Efendinin kölesine uyguladığı şiddetle kölenin zincirini kırmak için başvurduğu şiddet aynı sayılamaz. Filistin direnişini Hamas’la özdeşleştirmek de sömürgecinin dilini meşrulaştırmak anlamına gelir.
Bu sorun siyasal İslamcıların “din kardeşliği” anlatısıyla çözülmez: Yıllar önce, Mavi Marmara baskınını izleyen günlerde, İsrail edebiyatının seçkin adlarıyla (Amos Oz. A. B. Yehoshua, David Grossman, Etgar Keret…) konuşup bir dosya hazırlamıştım. İsrailli yazarlar hükümetlerini yerden yere vurdular ama İslamcı çevreler onlara söz verilmesinden pek hoşnut olmadı. İsrail yandaşlığıyla suçlandığımızı bile anımsıyorum. Hamasi sloganlar daha makbuldü. Siyasal İslamcı retoriğin Filistin davasına yarar sağlamayacağını, fanatik Yahudi dincilerden pek farklı olmadıklarını ben o zaman anladım.
Liberallerin riyakârlığı ve İslamcıları kofluğu şunu gösteriyor: Filistin direnişine yapıcı bir katkı ancak soldan gelebilir. Biraz cesur olabilirse Amerikan solundan, batıdan… (Türkiye’deki dağınıklık ve solun Filistin direnişine sahip çıkmaktaki tereddüdü pek umut vaat etmiyor.)
Akıl vermektense anlamaya çalışmak gerekir: Ayaklanmanın Filistinliler için kötü sonuçlar doğuracağını söyleyip onları yargılarken, on yıllardır aynı durumdaki Filistinlilerin bunu düşünmemiş olduklarını var saymak inandırıcı değil. Belki izlediğimiz, can havliyle bir hamle, diz çökerek ölümü beklemektense ayakta ölmeyi seçiştir. Kimbilir, Filistinliler “Birçok Arap öldürdüm, ne var bunda?” diyen birini eğitim bakanı yapabilmiş Netanyahu hükümetinin gerçekten barış istemediğine ikna olmuşlardır. “Soru, çözüm nedir, değil,” demişti yıllar önce Moshe Dayan, “Asıl soru şu: Çözüm olmadan nasıl yaşayabiliriz?” Belki de yanıt bekleyen soru şudur: Filistinliler ne yapabilir(di)?
Zaferle taçlanmış direnişleri desteklemek risksizdir: Bugün Pontecorvo’nun başyapıtı Battle of Algiers’ı izlerken Cezayir direnişini alkışlayanlar, Filistin direnişini kınamakta sakınca görmüyor. Oysa Fanon sömürge zincirlerinin şiddetsiz kırılamayacağını Cezayir’de görüp yazmıştı.
Bütün bu olup bitende Filistinli liderlerin hiç suçu yok mu? Noam Chomsky bir yerden konuşma daveti aldığında, eğer uzak bir tarih için konu belirtmesi gerekiyorsa “Ortadoğu krizi” dermiş. Bu acı örneği veren Chomsky, çözümsüzlükte yolsuzluğa batmış ya da vizyonsuz Filistin yöneticilerinin az payı olmadığını söyler. (Bu ufuksuzluk yaşamının son yıllarında Edward Said’i bile düşkırıklığına uğratmış, kabuğuna çekilmesine yol açmıştı.) Bunu da akılda tutmak gerekir.
Mossad’ın arabasının altına bomba koyup öldürdüğü, Filistin edebiyatının en güçlü yazarı Gassan Kanafani, sınırı geçerken bir kamyonun deposunda can veren Filistinlileri anlattığı uzun öyküsünde, Arap ülkelerinin pasifliğini, Filistin yönetimlerinin beceriksizliğini eleştiriyordu. Bugün de petrol zengini Arap ülkeleriyle İsrail’in ilişkileri düzelirse Filistinliler için pek bir şey değişmeyecek. Son harekât bu yakınlaşmaya bir tepki olabilir. Ama tel örgülü duvarların buldozerle yıkılışı Filistinlilerin yetmiş beş yıllık acılı tarihinde simgesel bir anlam taşıyacak.
Siyasi hesap ne olursa olsun, ahlak ve entelektüel duruş apartheid rejiminin karşısında durmayı gerektiriyor.
Kanafani’nin öykü kahramanı havasızlıktan ölen mültecilerin ardından haykırıyordu: “Neden duvarları yumruklamadınız? Neden? Neden? Neden?”
Filistinliler, işte şimdi, duvarları yumrukluyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***