YORUM | UĞUR TEZCAN
Modern (çağdaş) kelimesi modernite (çağdaşlık) kavramı ile birlikte sıklıkla kullanılır; ancak modernite ile modernleşme (modernizasyon) ilişkisi, ortak ve zıt yönleri açısından pek düşünülen konulardan değildir. 18. yüzyılın sonlarına doğru başta Fransa demokratikleşme hareketleri ve İngiltere Endüstrileşmesi neticesinde Batılı yaşam ile özdeşleşmiş hale gelen bu iki kavram çoğu zaman el ele vererek gelişip bu günlere geldiyse de modernleşme; sanat, siyaset, müzik ve diğer kültürel ve toplumsal alanlarda bazen gözlemlendiği gibi moderniteye tepki olarak görülebilecek (olumlu veya olumsuz) olgular da geliştirdi. Zaten bu biraz, her iki kavramın doğası ile de özgünleşen bir beklenti. Zira modernite geçmişe sünger çekip kullanım süresi dolmuş olguları ve yaşam tarzlarını bir kenara bırakıp bugüne ve mevcut olana odaklanırken, modernleşme de bunu sağlayan çabaların, süreçlerin ve sistemlerin genel bir adı olmuş.
Batı modernitesi dünyaya kapitalizmi, endüstrileşmeyi, şehirleşmeyi, bireyselliği ve bilim ve rasyonel düşüncenin öne çıkmasını hediye ederken beraberinde kendine ait yeni hastalıklar, sorunlar ve anlayışlar getirdi. Milliyetçilik, faşizm, soykırımcılık, sömürücülük, sosyal mühendislik ve manipülasyon hatta savaş tanımları yeni boyutlar kazandı bu yeni modernleşme sürecinde. Bu bağlamda aslında Batı modernitesi eskiye ait düşünce ve yaşam sistemlerini değiştirmiş olsa da geçmişe ait birçok hastalığı rasyonel akıl ile ‘’modernize’’ yani terbiye etmek yerine daha çok yeni formlarda ve farklı boyutlarda devam ettirmiş oldu. Geçmişe ait zulüm yöntemleri yeni ve gösterişli kıyafetler giyerek karşımıza çıktılar tekrar. Demokratik dönüşümün başlangıç noktalarından biri olarak görülen Fransız İhtilali’nin bile çok geçmeden bir faşizm ve zulüm doğurmuş olması buna güzel bir örnektir.
Mesela Fransa, Portekiz, Hollanda, Belçika tarzı sömürgecilik yöntemleri ‘’üstün-hak edici’’ bir anlayışla dünya genelinde açık soykırımlara ve kaynak transferlerine odaklanırken İngiliz sömürgeciliği zamanla yeni bir anlayışa evrildi ve daha çok sosyolojiyi, antropolojiyi ve politikayı kullanan; direk öldürmek yerine bölerek yönetme anlayışına odaklandı. Soymaya böyle bir çatı altında şirketleşerek (İngiliz Kampanyası) devam etti. Bu amaçla ya gruplar arasında zaten var olan sosyal ayrışımları kullandılar ya da yeni ayrıştırıcı sosyal argümanlar geliştirerek toplumları böldüler ve aralarına da koruyucu hakimlik statülerinin devam etmesi adına yapay sorunlar yumağı bırakıp çekiliyormuş gibi yaptılar (yapay özgürleştirme anlayışı). Hint kast sisteminin derinleştirilmesi, sömürgelerde yeni zengin-elit-hâkim sınıfların oluşturulması (Masonik Türk İttihatçılık akımı ile birlikte laiklik ve rejim koruyucusu hâkim ve elit aile yapıların tesis edilmesi gibi), milliyetçilik ve ulusçuluk tohumlarının ekilmesi ve palazlanması, Afrika kabileleri ayrıştırmaları, Hint-Pakistan gerilimi, Osmanlı-Arap gerilimleri, İran-Irak savaşı ve sonrasında Batı ayrışması hep bunlara örnektir. Bunun en büyük örneği de 1948 yılında yaşanmış ve halen de etkileri devam eden İsrail-Filistin gerilimi doğmuştur. Bu tür anlayışlar yani yeni politik tasarım ve yönetim normları zamanla diğer sömürge ülkeleri tarafından da kullanıldı. Günümüzde artık resmi tanımı ile ‘sömürge ülkesi’ tabiri kullanılmıyor. Onun yerine ‘modernitenin’ bir hediyesi olan ‘süper güç’ tabiri kullanılıyor. İşte bu süper güçler olarak adlandırılan ülkeler tarafında da benzer yöntemler kullanılmaya halen devam ediyor. Yeni süper güç olan Çin’in de aynı tren rayı üzerinde aynı rotayı kullandığını net olarak görebilirsiniz.
Bu sistemik yöntem ve anlayışlar, mağdur olan ülkelerde sadece elit zümreler oluşmasına sebep olmadı. Beraberinde yolsuzluk, yozlaşma, fakirlik ve göçler getirdi. Bugün dünya üzerinde çok ciddi bir göçmen krizi yaşanıyor bundan dolayı. Mağdur ülkelerde demokratik ve/veya milli ve dini görünümlü münafıkane yönetim anlayışlarını benimsemiş olan despotik, israfa ve itibara dayalı yönetim anlayışları hâkim olmuş durumda. İlginç tarafı da moderniteyi kendisi ile özdeşleştiren Batı, diğerlerini de ‘modernize’ etme ‘demokrasi’ getirme ve ‘açık-şeffaf toplum’ oluşturma niyetleri gösterileri altında aslen bu tür yönetimleri destekliyor ve onların birçok yanlışını da görmezden geliyor. Fakirlik, korku, cehalet ve baskılarla yönetilen o toplumlar da önlerinde sergilenen açık tiyatronun ve kurtlar sofrasının kurbanı olup duruyorlar ve esen politik ve ekonomik kum fırtınalarına göre bir o yana bir bu yana savrulup hayata tutunmaya çalışıyorlar, idrak ve vicdan gözleri kapalı olarak.
Daha önceki birkaç yazımda ‘’Müslüman devletler’’ diye bir kavramı kabul etmediğimi onun yerine ‘’Müslüman yığınlar’’ tabirini tercih ettiğimi belirtmiştim. Modernite bağlamında da ‘modern Müslüman’ derken dini kavrayışını, inanışını ve yaşantısını çağdaş kavramlar olan bireysellik, özgürlük, empati, rasyonalite gibi kavramlar süzgecinden geçirip olgunlaşabilmiş bir Müslüman tipini kastetmiyorum, çünkü istisnaları dışında böyle bir genelleme yapamayız. Halihazırda mevcut zaman dilimini paylaşan, denizin ortasında rotasını şaşırmış, bir sonraki rüzgârın esmesini bekleyen yelkenli bottaki Müslüman tipini kastediyorum daha çok. Bir araya gelip aksiyon üretemeyen, sadece sağa sola bağırıp, eleştirip duran Müslüman tipini.
Henüz inandığı dini bile kaynaklarından doğru bir şekilde öğrenemeyen, yöresellik, kabilecilik ve milliyetçilik, şimdilerde de İslamcılık, kalıpları dışında düşünüp hareket edemeyen, bunlardan bağımsız olarak dinin özünü içselleştiremeyen, rasyonel bir düzlemde gerçek kaynağın temsil ettiği hakikatleri idrak edemeyen, dini siyasetçilerin önlerine sunduğu sloganik kalıpların içine hapsetmiş olan ve o nedenle de önüne sunulan ayrılıkçı, hamasi ve komplocu anlayışların ve hatta terörist yöntemlerin alkışlayıcısı (çığırtkanı) olmuş yığınlar var ortada.
Kıt ifadelerimle çerçevesini çizmeye çalıştığım mevcut modernizasyon ve modernite anlayışları kapitalizm bayrağı altında kontrolü artık o kadar kaybettiler ki benzer hastalıklar artık Batı dahil birçok toplumu sarmaya başladı. Artık Batı’da bile faşist, ayrılıkçı ve yabancı düşmanı anlayışlar yayılıyor. Kaliteli siyasetçi ve devlet adamı üretiminde ciddi sıkıntılar var. Şımartılmış ve semizleştirilmiş Hindistan ve Çin, kendi halklarına açıktan soykırım uygulayabiliyor. Yemende, Afrika’da ve Uzakdoğu Asya’da gizli ve açık soykırımlar devam ediyor. Batı’nın göbeğindeki Ukrayna, şımartılmış Rusya’nın saldırısı ile inliyor. Türkiye’de, Mısır’da ve İran’da İslamcı/laik rejimler eliyle eğitimli Müslümanlara soykırım yapılıyor ve moderniteye en açık ve eğilimli İslami hareketler elimine edilmeye çalışılıyor. İşte tüm bunlar devam ederken başka şımartılmış bir evlat olan İsrail de Gaza’daki soykırımına devam ediyor.
Tüm bu ülkelerde ‘terör’ bahane edilerek yapılan operasyonların nerede ise tamamı ilgili devletlerle ve süper güçlerle iş birlikleri veya gerekli manipülasyonlar yapılmak suretiyle gerçekleştiriliyor. PKK terörü Ergenekon derin devleti ile var oluyor mesela. Avrupa’daki terörize eylemler oralardaki ulusalcı güçlerin rüzgarlarını şişiriyor. Amerika’nın ‘’terör’’ kavramı ve El Kaide terörü dönemin başkanı George Bush’un siyasi kariyerinin ve ABD dünya hegemonyasının bahanesi ve rüzgârı olmuştu mesela. Bush’a ne zaman siyasi gerekçe lazım olsa Bin Ladin çıkar bir açıklama yapardı. Hamas terörü de İsrail aşırı sağını besliyor. Hatta bugün siyaseten çok zayıflamış olan ve yolsuzluk suçlamaları ile yara almış olan, kendisini her zaman açık İsrail destekçisi olmuş olan bazı Batılı siyasilerin ve hatta Trump ve Biden gibi ABD başkanlarının bile zamanında eleştirdiği Netanyahu bu son Hamas saldırısı ile bir nefes almış oldu. Mısır İstihbaratı İsrail’i saldırıdan önce uyardığını iddia etti. Artık bazı Batılılar bile böyle bir saldırının MOSSAD’ın bilgisi olmadan gerçekleşemeyeceğini ifade ediyorlar. Zaten 15 Temmuz çakma darbesi nasıl Erdoğan için ‘’Allah’ın bir nimeti’’ olmuşsa bu son Hamas saldırısını da kendileri için bir ‘fırsat’ olduğunu söyleyen şahin Yahudi siyasiler oldu. Güya beklenmedik bir saldırı gören İsrail, Hamas’ın her noktasına hemen saldırı yapabildi! Fakat tüm bunlara rağmen hem Netanyahu’yu hem de İsrail devletinin yöntemlerini çok açık bir şekilde eleştiren ve bölgede bir Apartheid rejimi uygulaması hatta soykırım yapıldığını dile getiren Yahudiler var. Hem de sayıları az değil.
Mevcut ‘modern’ siyasi ve politik gerçeklik artık münafıkane manipülasyon ve algı yöntemlerinin mobilize edilerek sürekli bir ‘’terörist’’ ve ‘’korku kaynağı’’ üretilmesi anlayışına odaklanmış durumda. Demokrasi, insan hakları, birlikte yaşam gibi ‘modernist’ bakış açıları böyle giderse kullanım dışı (obsolete) kalacaklar. Cahil kalabalıklar medya yöntemleri ile hızlıca gruplara ayrıştırılıyor. Ve marjinalize ediliyorlar. Bu son Hamas saldırısı ve ardından İsrail’in hızlı bir şekilde aşırı güç ile tepki vermesi ve Gaza halkını büyük göçe (tehcir) zorlaması karşısında Batı dünyasında bile hızlı bir kamplaşma ateşi körüklendi hemen medya ve siyaset eliyle. ‘Ya teröristlerle berabersin ya da İsrail’i desteklersin’ tarzı 11 Eylül saldırıları ardından yaygınlaşmış olan dışlayıcı bakış açısı tekrar insanlara dayatılmaya çalışılıyor. Maalesef sadece Ortadoğulu ülkelerdeki değil Batılı ülkelerde yaşayan birçok Müslüman, Hristiyan (ağırlıklı olarak Amerikan Evajelistleri) ve Yahudiler de bu zıtlaşmaların ve ikilemci düşüncelerin anında kurbanı oldular. Sağlıklı düşünemiyorlar ve bahsettiğim siyasilerin ve benim tabirimle ‘yeni, hâkim modern siyasi anlayışın’ esiri oluyorlar.
Elimde tüm Müslümanlara hitap edebilme imkânı olsa karşılarına çıkıp özetle şunları söylerdim: Başınıza gelen her sorundan yıllar boyu Batıyı sorumlu tutup durdunuz. Evet, bu büyük ölçüde doğruydu ancak sizler neler yaptınız? Belki yüzyıldır, göç ettiğiniz Batılı ülkelerde demokrasi, sistem geliştirme, insana saygı, insan merkezli yönetim anlayışı, kamu malı hassasiyeti, bilimsel yönteme dayalı üretim anlayışı, şeffaflık vb. birçok anlayış ile tanıştınız. Hepiniz son derece de zenginleştiniz. Ancak sanata, bilime, demokrasiye, dünya siyasetine ne kattınız? Bulunduğunuz diasporalarda olgunlaşmış, sosyal ve siyasi oluşumlar oluşturup fakirlik ve cehalet içindeki ‘’Müslüman ülkelerde’’ nelerin değişmesine sebep oldunuz? Bunları yapamadığınız gibi oralardan getirdiğiniz birçok üçüncü dünya hastalığını ve sağlıksız düşünce ve hareket anlayışını halen devam ettiriyorsunuz. Hala oralarda hâkim olan münafıkane yönetim anlayışlarını destekleyip duruyor, o ülkelerin milliyetçi, ulusalcı, farklılaştırıcı, ötekileştirici siyasi ve toplumsal anlayışlarını (hastalıklarını) üzerlerinizde taşıyorsunuz. Ortaya koyabildiğiniz bir kompozisyon hala yok. Kiminiz de kendi ülkesindeki bir tiranı eleştirirken diğer ülkelerdeki ‘’Müslüman’’ tiranları bayraklaştırabiliyorsunuz. Yaşadığınız ABD şehrinde bile diğer Müslümana eski ülkelerinizdeki gibi dışlayıcı muamelelerde bulunabiliyorsunuz. İsrail’i eleştirdiğiniz kadar mesela Filistin halkına yıllardır tek bir faydası dokunmamış, türlü türlü yolsuzlukların içine bulaşmış olan Filistinli yönetimlere ve Hamas gibi örgütlere karşı sesinizi çıkarmıyorsunuz? Benim takip edebildiğim kadarıyla, Netahyahu’nun siyaseten doğuşu ve İsrail aşırı sağının yükselişi, Hamas’ın doğuşundan sadece birkaç yıl sonra mümkün olabildi. O zamanlar ablukaya devam etse de Gazze’den çekilmiş bir İsrail ve birazcık olsun nefes almış bir Filistin vardı ortada. Boşluğu Hamas gibi örgütler doldururken ve Filistin yönetimlerinin yetersizlikleri ortada iken sizler veya taparcasına takip ettiğiniz ‘çok zengin, pek de ‘’itibarlı!’’, ‘’İsrail karşıtı’’, güya Filistinli halkını da ‘’çok düşünen’’, ‘’dünya liderleriniz’’ ve pek bir Filistinli düşkünü Müslümanlar olarak sizler oralara hangi projelerle gittiniz? Bulunduğunuz ülkelerdeki siyasi yönetimleri, bölgenin kalkınması ve gelişmesi yönünde teşvik ettiniz mi? Yoksa birbirinin gemisine rüzgâr üfleyip duran Hamas ve İsrail aşırı sağının dansını umursamadan uzaktan mı izlediniz? Yaptığınız tek şey uzaktan küfredip durmak ve hamasi söylemlerde bulunmak sadece!
Zorba güç karşısında hep eğilen ve susan bir neslin evlatları olduğunuz için bugün Müslüman ülkelerinizdeki liderlerin neden Filistin’deki şiddet yanlısı ve yolsuz siyasi yönetimleri maddi olarak desteklemeye devam ettiklerini, bölgeye hiçbir ekonomik ve kalkınma paketi ile gitmediklerini, İsrail ve Batılı ülkeler nezdinde hiçbir siyasi yaptırım ve teşvik uygulatamadıklarını ve çok kızıyor göründükleri İsrail ile hiçbir şey yokmuş gibi askeri ve ticari ilişkilere devam ettiklerini neden hiç sorgulamıyorsunuz.
Bugün İsrail’i eleştiren İsrail ve diaspora Yahudilerinin varlığı, etkisi ve sayısı hem ilgili Müslüman ülkelerde hem de Batılı (modern) ülkelerdeki diasporada yaşayan Müslümanların varlık, sayı ve gücünden daha fazla. Bu son Hamas-İsrail gerilimi kapsamında etrafımdaki Müslümanlara tekrar baktım, mesajlaşmalarına şahit oldum. Hepsi Batı’da yetişmiş eğitimli, varlıklı insanlar. Hala o 90’lı, 2000’li yıllardaki ‘’kahrolsun İsrail’’ tarzı sığ hamasi sloganların bir adım ötesine geçemiyorlar. Senatörlere mesaj atma yönünde yaptıkları çağrılar bile İsrail’i kınama ağırlıklı mesajlar. Yahudiler kadar gerçek soruları ve sorunları irdeleyip soramıyorlar. Yahudi olup aşırı İsrailci sloganların esiri olmuş Yahudilerin bile ellilerinde daha çok güç, organize kabiliyeti, argüman ve momentum var. İşte bu nedenlerden dolayı da bu Filistin sorunu aşırı sağ siyasilerin ve gerilimden beslenen fırsatçı yerel yönetimlerin istedikleri şekilde sürer gider bir müddet daha.
Ama ne zamanki zengin, eğitimli ve modernleşebilmiş bir Müslüman diaspora ortaya çıkar ve gerçek sorunlara odaklanmayı başarır ve bazı şeyleri sorgulamaya başlar o zaman bir şeyler değişebilir. Zaten bugün dünyanın gerek Müslüman gerek Hristiyan gerek Yahudi gerek Hintli gerek liberal olsun bu tarz; alternatif düşünebilen, organize olabilen, siyaseti ve siyasetçiyi sorgulayabilen, bölücü-parçalayıcı anlayışların karşısında eylem ve fikir üretebilen insanlara ihtiyacı var. ‘Sulh adacıkları oluşturmak’’ yönündeki gayretleriniz zaten bu amaçlar için vardı ve hala da geçerli.
Kısacası, fikir ve rasyonalite alanında yeni bir zihni ve vicdani modernleşmeye ihtiyaç var. Yoksa bize dayatılan yeni modern siyasi anlayış ve yaşam tarzı çok yakında dünyaya yeni bir dünya savaşı ve yıkım hediye edeceğe benziyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***