YORUM | MAHMUT AKPINAR
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok önemli bir karar verdi. Bankaya para yatırmanın, bir okulda çalışmanın, sendikaya üye olmanın, Bylock kullanmanın suç olamayacağına, bunlarla insanların hapse atılamayacağına hükmetti. AİHM Büyük Dairesinin, Türkiye’nin AİHM Sözleşmesinin 6, 7 ve 11. maddelerini ihlal ettiğine dair verdiği karar kesin ve nihai.
1950 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisini esas alıyor. Mahkeme bu sözleşmeye ve ek protokollere göre karar veriyor. Yalçınkaya kararında ihlal edildiği ifade edilen 6. madde “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenliyor. Dünyada insan hakları konusunda en etkili uluslararası mahkeme Türkiye’de adil yargılanma hakkının sistematik şekilde ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, AİHS’de belirtilen: “hiç kimse işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz” 7. Maddenin dikkate alınmadığına dair kararı 16’ya 1 olarak verdi. Bu durum Türkiye adına utanç verici, onur kırıcı. Erdoğan Türkiye’sinin kabile devletinden beter kanunsuz suç uydurduğunu, vatandaşlarını kitleler halinde cezalandırdığını belirtiyor. Erdoğan’ın yargıçları yasalara göre kurulmuş okulda öğretmen olmayı, legal bankaya para yatırmayı, anayasal örgütlenme hakkı gereği sendikaya üye olmayı “terör suçu” kabul ediyor. Kanunsuz, keyfi suçlamalarla iki milyon ikiyüzbin kişi hakkında soruşturma açılıyor, yüzbinlerce insan cezalandırılıyor. AİHM son kararıyla Türk yargısınına, `Kararlarınız çöp, yargıçlarınız bağımlı ve taraflı, yargılamaların hukuk devletiyle, hatta kanun devletiyle ilgisi yok` dedi.
Türkiye Cumhuriyetinin bütün mahkemelerini ve kurumlarını bağlayan karar, doğal olarak yargı mağdurlarında heyecan oluşturdu. Karar ses getirmeye başlamıştı ki Erdoğan ve Bakanı “kararı uygulamayacaklarını” ifade ettiler. Kuvvetler ayrılığını bitirip yargıyı teslim alan, keyfi suç uyduran iktidarın bu pervasızlığını biraz da kendini “muhalif”tanımlayanların duruşunda, sessizliğinde aramak gerekiyor. Karar sonrası yarım ağız konuşmalar, amalı-fakatlı açıklamalar, siyasi liderlerin üç maymunu oynaması belli ki Erdoğan’ı cesaretlendirdi.
Erdoğan “tanımıyorum” dese de ortada kapı gibi bir karar var. Uzun vadede bu karar mutlaka etkili olacak ve işe yarayacaktır. İktidarın yargı üzerindeki mutlak hakimiyeti devam ettiği için, bu sözleri müteakip cesur yargıçların çıkmasını beklemek iyimserlik olur. Lakin er veya geç kararın etkisi görülecektir. Erdoğan’a rağmen, militan olmayan yargıçlar inisiyatif kullanacak, kararlarını esneteceklerdir.
Aslında Türkiye bu kararla 10 yıldır sürdürülen zulüm ve adaletsizlik çıkmazından kurtulma fırsatını yakalamıştı. Topyekün ve güçlü ses verilse hukuka dönüşe dair olumlu atmosfer doğabilirdi. Erdoğan istemese de, ağırdan alınsa da mahkemeler kararı uygulamak zorunda kalırdı. Ama kamuoyundaki suskunluk, siyasetçilerin kararı gündem yapmamaları nedeniyle Erdoğan AİHM kararına yeni operasyonlarla cevap verdi. En ilkel hukuk sistemlerinde bile bulunmayan “mağdurlara yardım ediyorlar” diyerek ilave tutuklamalar yaptırdı. Altı çocuklu, beşiz kardeşlerin olduğu bir ailede hem anneyi, hem babayı tutuklatarak yürekleri dağladı. Erdoğan kendince kamuoyuna, yargıçlara, itiraz edenlere, AİHM’e gözdağı verdi. Dün ise kanser tedavisi gören, annesi hapiste olduğu için uzun süre anne hasretiyle yaşayan Yusuf Kerim’in vefat ettiğini öğrendik. Pek çoğumuz bunca zulüm, duyarsızlık, vicdansızlık karşısında “kopsun kıyamet!”, “yıkılsın bu dünya!” diye feryat ettik.
Çarşıda gördüğüm bir dost “şu şehrin meydanına çıkıp Erdoğan’la ilgili ağzıma gelen bütün küfürleri saymak istiyorum. Bunca zulümü, eziyeti bir insan evladı nasıl yapabilir anlayamıyorum. Sen anlayabiliyor musun?” dedi bana. Ben de bunun bir vicdansızlık, merhametsizlik olduğu kadar bir Moğol stratejisi olduğunu söyledim. Moğollar sayıca çok kalabalık olmamalarına rağmen yaydıkları korku atmosferi ve tedhişle dünyayı işgal ettiler. Teslim olan ülkelere, halklara vergi salmakla yetinirken, savaşan kentlerde taş üstünde taş bırakmadı, halkları akla gelmedik tedhiş yöntemleriyle, çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden kitleler halinde öldürdüler. Bu vahşet kendi içinde bir stratejiyi, mantığı barındırıyor, diğer halklara mesaj özelliği taşıyordu. Aslında “Ya bize teslim olursunuz, veya sizi aklınıza gelmeyecek vahşi yöntemlerle öldürürüz, yok ederiz!” diyorlardı. Nitekim başka şehirlerin başına gelenleri görenler direnmeyi bırakıp tabi olmayı seçiyordu. Bu yöntemle Moğollar pek çok ülkeyi, halkı kolayca hakimiyet altına alıyordu.
Erdoğan bebekli kadınlara, yaşlılara, sıbyanlara.. vicdanların kabul etmeyeceği şekilde zulmederek aslında toplumun genelinde korku ve tedhiş ortamı oluşturup herkesin teslim olmasını hedefliyor. Bunu kininin yanında Moğollar gibi bir strateji gereği yapıyor. Görüldüğü üzere başarılı da oluyor. Bu stratejiyi şeytanlaştırıp topluma hedef gösterdiği Hizmet mensupları üzerinden icra ediyor. Ülkedeki bölünmüşlüğü, kısır mahalleciliği stratejisi için ustaca kullanıyor.
Bunun adı literatürde devlet terörüdür. Devletin tepesine çökmüş bir grup mafyatik harami, masum insanlara zulmederek, akla ziyan işkenceler yaparak halka gözdağı veriyor, teslim olmaya zorluyor. Rejimin kurulmasında Erdoğan’a Yeni Kapı’da tam destek veren muhalefet ise suskunlukla hala bu stratejinin parçası olmayı sürdürüyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***