YORUM | YÜKSEL DURGUT
Filistin davasıyla sembolleşen bir isimdir Yaser Arafat. Bir savaşçı olarak orta doğu bataklığının çözümünün barışçıl yollardan refaha ulaşacağına inanan birisiydi. Bu yüzden de ‘Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen az sayıdaki siyasi Arap liderden birisi oldu.
1974 yılında, “Bir elimde zeytin dalı, diğer elimde özgürlük savaşçısının silahıyla geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin.” diye sesleniyor Yaser Arafat. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Arafat’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden İsrail işgalinin sona erdirilmesi ve tüm bölge halklarına barış getirilmesi için dünyaya seslendiği bu konuşmasının üzerinden neredeyse 50 yıl geçti.
Afrika ve Asya’da o dönemlerde sömürge altında yaşamış ülkeler daha yeni yeni uluslararası topluma kabul ediliyordu. BM kürsüsünde konuşma yapan liderler dünyanın yeniden şekillendiği dönemlerin yeni öncüleriydi. Dünyanın ezilen halkları 1990’ların başına kadar ortak hareket ediyor ve geleceğe umutla bakıyorlardı.
Bir zamanlar medeni dünyada ‘terörist’ olarak damgalanan Nelson Mandela çok çeşitli ırkları topraklarında barından yeni yönetimin lideri olmuştu. Afrika dilinde ‘apartheid’-acımasız anlamına gelen Güney Afrika rejimi 1994 yılında tarihin çöplüğüne Mandela’dan sonra gömülmüş oldu.
1990’lar bugün dünyanın hemen her yerini etkileyen kültür savaşlarının başlangıcı oldu. Kurtuluş ve özgürleşme fikirleri, ezilen halkların davasından ziyade, giderek artan kimlik kaygılarının yaşandığı bir yer haline geldi. Bu kimlik kaygıları arasında Filistinliler en büyük kurbanlar. İsraillilerin ‘kurban’, Filistinlilerin ‘terörist’ olarak anıldığı topraklar aslında soykırımın en güzel örneği olan ‘apartheid politikasına’ bir örnek teşkil ediyor.
Bu tür ötekileştirmeler tarih boyunca kabul görmüş bir mantıktır. 11 Eylül’ün ardından dünyayı kasıp kavuran ‘bize karşı onlar’ benzetmesi yeni gelen nesilleri şekillendirdiği gibi ‘ötekileri’ de oluşturmuştur. Bu nesil, küreselleşmiş, dijital dünyanın ortaya koyduğu farklı siyasi iletişim ve ideolojik çekişme biçimleriyle dem olmuş bir nesildir.
Bu yüzden de Ortadoğu’nun sıradan gençleri ‘terörizm’ benzetmelerinin piyadeleri haline gelmiştir. Sözde terörle savaş ABD’nin 2021 yılında Afganistan’dan çekilmesiyle sona erdiği şeklinde yorumlanır. Ancak gerçek farklıdır; yürütülen terör savaşları aslında sonsuzdur. Kullanılan dil ise hep aynıdır:
“Terörizm belası ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılacaktır.”
“Kötülüğün güçlerinin bizi alt etmesine asla izin vermeyeceğiz.”
Teröre karşı savaştan öğrenilmesi gereken şey, devlet tarafından uygulanan şiddetin hiçbir siyasi çatışmayı çözemeyeceğidir. Ölümcül kültür savaşları aslında nefret taciri güçlerin ekmeğine her zaman yağ sürmüştür. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, masada Hamas gibi İslamcı grupları tercih ettiğini birçok kez açıkça ifade etmiştir. FKÖ, bir zamanlar sahip olduğu tüm meşruiyeti, Filistin hareketinin pek çok temel talebinden vazgeçtiği için kaybetmiştir.
Yarım yüzyılı aşkın süredir kötü baskı altında dünyanın ‘en büyük açık hava hapishanesinden birisi olarak bilinen Gazze Şeridi’nde Hamas, sivilleri öldürdüğü, kadın ve çocukları rehin aldığı için kınayan Batı dünyası; İsrail’in ‘savunma hakkı’ bahanesiyle çok sayıda kadın ve çocuğun ölümüne neden olan Gazze bombardımanını onaylamıştır. Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşetini sadece yarım ağız bir şekilde kınamak değil aynı zamanda lanetlemek gerekir. Terörist bir örgütten ziyade bir ulus-devlet olduğunu iddia eden İsrail, benzer şiddeti biraz daha farklı yöntemlerle uyguladığında da aynı laneti okumamak ikiyüzlülüktür.
Hamas’ın saldırısı İsrail ve Batılı müttefikleri için sürpriz olmuş olabilir ancak bunun altında yatan sorun, Filistin topraklarının uzun süredir işgal altında tutulmasına ve İsrail güçleri tarafından sürdürülen zulme dayanmaktadır. İsrail yerleşimlerinin sürekli genişlemesi Filistinli nüfusu yerinden etmektedir.
Sadece birkaç yıl Gazze’de yaşayan Yaser Arafat’ın, “Burası benim vatanım, kimse beni buradan atamaz.” sözüne karşılık İsrail şimdilerde büyük bir soykırımın fitilini ateşlemiştir. Benjamin Netanyahu, İsrail’in Hamas’ın saldırılarına karşılık vereceği yanıtın Orta Doğu’yu değiştireceği tehdidinde bulunmuştu. Gerçekten de devam eden savaş şimdiden bölgesel jeopolitiği değiştirmeye başladı.
Gazze, son 50 yıldır İsrail vahşetinin en ağır yükünü taşımaktadır. Durum tahammül edilemez hale gelmiştir. Dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olan Gazze, BM Genel Sekreteri tarafından “yeryüzündeki cehennem” olarak tanımlanmıştır. Sürekli abluka altında tutulan bölge, insani krizlerin yaşandığı bir tabloya dönüşmüştür. Çocukların büyük bir kısmı beşinci yaş günlerini göremiyor. İsrail’in sürekli bombardımanı ve ablukasının en büyük mağdurları çocuklar.
Uzun süredir sömürge altında olan bir halkın yaşadığı tüm bu acılar, her fırsatta insan hakları dersi veren Batı’nın vicdanını sarsmadı. İsrail’in ‘apartheid’ politikalarını görmezden geliyor. Askeri gücün kullanması ve Batı’nın buna destek vermesi çok daha fazla Filistinliyi öldürebilir ama direnişin gücünü kırmayacaktır.
İlan edilen savaş, Orta Doğu ve ötesi için geniş kapsamlı sonuçları olacaktır. Savaşın en önemli sonucu, ABD’nin İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayı rafa kaldıracaktır. ABD Başkanı Joe Biden tarafından başlatılan süreç, İsrailli bir bakanın geçtiğimiz aylarda S. Arabistan’a yaptığı ziyaretle önemli bir ilerleme kaydetmişti. Ziyaret normalleşme müzakereleriyle doğrudan bağlantılı olmasa da iki ülke arasındaki buzların erimesi olarak değerlendirildi. Ancak son çatışmaların patlak vermesi müzakerelere büyük bir darbe vurdu.
Suud, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a “müzakerelere son verildiğini” açıkladı. Biden yönetiminin bu girişimi, Washington’un Orta Doğu’daki konumunu yeniden güçlendirmeye yönelik daha büyük bir hamlenin parçası olarak görülüyordu. Pekin’in bölgede yıllardır vekalet savaşı yürüten Riyad ve Tahran arasında bir barış anlaşmasına aracılık etmesinin ardından bu hamle gelmişti. Geçmiş ABD başkanlarının aksine Biden, İsrailliler ve Filistinliler arasında barış görüşmelerini teşvik etmek için doğrudan bir çaba sarf etmedi. Filistinlileri sürecin dışında tutmak Orta Doğu’ya barışı asla getirmeyecektir.
ABD, en büyük konvansiyonel silah cephaneliklerinden birine ve sözde bölgenin en etkin askeri gücüne sahip nükleer silahlı bir devlete silah yağdırıyor. Bu da yetmedi, eski başkanlar Ford ve Eisenhower’ın isimlerini taşıyan iki uçak gemisi Ortadoğu’daki en büyük varlığını korumak için bölgenin yakınlara demirledi. Joe Biden, ABD’nin desteğinin bir sembolü olarak da İsrail’e ziyarette bulundu.
Batı Şeria’daki “etnik temizlik” tüm hızıyla sürerken dünyanın geri kalanı buna aldırış etmiyor. Hizbullah ve İran’ın Ortadoğu kazanına girmesi durumunda felaketin boyutları daha da artacaktır. Kısa vadede İsrail’in arı kovanına soktuğu sopasını geri çekerek barış masasına oturacağı da beklenmemeli. Hiç kimse Hamas’ın işlediği savaş suçlarını örtbas ederek görmezden gelmemeli. Aynı zamanda Filistinlilerin maruz kaldığı ve görünürde sonu olmayan devlet ve yerleşimci terörizmine de gözlerini kapamamalıdır.
İsrail’in ölüm matematiğinde hiyerarşiyi yeniden ele geçireceğine şüphe yok. İşgal devam ettiği sürece Ortadoğu’da barışın sağlanmasının zor olduğu hatırlanmalıdır. Uluslararası toplum Ukrayna’da bunun farkında ama ufkunu Filistin’e diker mi bilinmez.
“Ezilen insanlar sonsuza kadar baskı altında kalamazlar.
Özgürlük özlemi eninde sonunda kendini gösterir.”
Martin Luther King
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***