YORUM | ŞEMSİNUR ÖZDEMİR
Yeni bir dil öğrenmeye çalışırken en önemli ihtiyacınız o dile hâkim, ana dili olan veya o kadar iyi konuşan insanlarla konuşma pratikleri yapmaktır. Çocuklar okulda ve arkadaşlarıyla oyun sırasında kolaylıkla bunu yapabilirken, yetişkinlerin imdadına “conversation club”lar yetişir. Belli bir yaştan sonra geldiğiniz bir ülkede yeni arkadaş çevreleri kolay oluşmadığı için gönüllü insanların yardımına ihtiyaç duyarsınız. Biz de geçen bahardan beri birkaç arkadaşla haftada bir toplanıyor, gönüllü öğretmenimiz Angela ile konuşma pratikleri yapıyoruz. Bu yazıda Angela’dan ve 7 Ekim’de Hamas’ın terör saldırısının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarının üzerimizdeki tesirlerinden bahsetmek istiyorum.
80 yaşında bir büyüğe bizdeki gibi “abla, teyze, hanım” gibi saygı ifadeleri eklemeden sadece ismiyle hitap etmek biraz zor olsa da, buralarda böyle, alışıyoruz. Emekli ilkokul öğretmeni olan Angela bir arkadaşımızın komşusu. Yakın çevresinde Türkiye’den yeni gelmiş, İngilizce öğrenmek için kursa giden kadınlar olduğunu öğrenince yardımcı olmak istemiş. Bu vesileyle tanıştığımız Angela, uzun meslek hayatında anadili İngilizce olmayan birçok öğrencisi olduğu için neye ihtiyaç duyduğumuzu, nerelerde zorlandığımızı çok iyi biliyor ve ona göre konular seçiyor. İlk buluştuğumuz gün bize kendi aile hikayesini anlatırken, “Ben bu ülkede doğdum, annem de burada doğdu fakat anneannem Doğu Almanya’da dünyaya gelmiş ve 2. Dünya savaşından önce buraya göçmüşler.” demişti.
Evet o, göçmen bir Yahudi aileye mensuptu ve zor yollardan geçerek bu ülkeye iltica etmiş biz mültecilerle empati yapıyor, duygularımızı, ihtiyaçlarımızı anlıyordu. Bu ülkeye alışmamız, dilini daha iyi öğrenmemiz ve iyi hissetmemiz için bizlere yardımcı olmaya çalışıyordu. Yaşının getirdiği rahatsızlıklarına rağmen haftada bir gün 2 saatini bize ayıran Angela ile bazen edebi metinler, bazen gündeme dair haberler okuyoruz; çoğunlukla da hayat tecrübelerimizi paylaşıyoruz.
Dinimiz, dilimiz, ırkımız farklı olsa da sevgi, saygı, muhabbet dolu 2 saat geçiriyoruz beraber. Onu tanıdıkça diyaloğa ve farklı kültürleri tanımaya açık, çok duygusal ve merhametli bir insan olduğunu fark ediyoruz. Dünya gündemini takip ediyor ve ülkemizde son yıllarda olup bitenleri az çok biliyor fakat bizim kişisel hikayelerimizdeki hapishane, Meriç, Ege adaları, mülteci kampı vb detayları öğrendikçe şaşırıyor. İngilizcemiz yetse daha neler anlatacağız da dönmüyor bir türlü dilimiz. Bu arada vakti geldikçe birbirimizin dini ve kültürel bayramlarını kutluyor, bilgiler veriyoruz. Ortak dini hikayelerimiz, ortak inançlarımız var. O bize mayasız ekmeği anlatıyor, biz ona aşureyi…
Angela, yaz tatili için İsrail’e gidip döndüğü hafta oradaki günlük hayattan ve Filistin ile çözümsüz görünen siyasi sorunlardan da bahsetmişti biraz. İki taraftan siyasetçilerin her iki halkın da hayatını zorlaştırdığını, oysa barış içinde yaşanabileceğini söylüyordu.
7 Ekim Cumartesi günü Hamas üyelerinin İsrail tarafına geçerek asker-sivil ayırmadan yaptığı saldırılar ve aralarında kadın ve çocukların da olduğu 200’den fazla kişiyi rehin alması bütün dünyayı şoke etti. En çok da Batılı ülkelerde farklı kültürlerle bir arada yaşayan müslümanları endişelendirdiğini sanıyorum. 11 Eylül 2001’den beri dünya müslümanları olarak terörle beraber anılmanın verdiği ağırlık bu hadiseyle daha da katlandı.
Başkaları adına utanmanın ne kötü bir duygu olduğunu bu kadar yoğun yaşadığım bir gün daha hatırlamıyorum. 7 Ekim’den sonra buluştuğumuz o Pazartesi sabahı, ilk hatır sormalardan sonra 2 gündür yaşananlardan bahsettik. Angela, İsrail’de yaşayan arkadaşlarıyla yaptığı görüşmeleri anlattı. İsrail’in Gazze bombardımanı da başlamıştı ve her iki taraf da kayıplar veriyordu. Biz de dilimiz döndüğünce her iki halktan sivillerin kaybı için üzüntümüzü ifade ettik. İslam bu değildi, Müslüman ‘terörist’ olamazdı. Biz, sorunların şiddetle değil karşılıklı konuşarak çözülmesi gerektiğini, hem Filistin’de hem tüm dünyada barış ve adaletin hakim olmasını istiyorduk. Angela o gün bizimle vedalaşırken gözleri yaşlı “Barış için dua edelim…” demişti.
Aslında bunun ne kadar önemli bir çağrı olduğunu günler geçtikçe daha iyi anlıyorum. Dua pasif durmak değil, aksine çok aktif bir eylemdir; öyle değil mi? İmkânı olanlar fiili dua eder, olmayanlar kavli dua eder fakat nihayetinde iyilikten yana bir şeyler yapmış olursun.
Hamas’ın eylemi hiçbir şekilde kabul edilebilir değil. Elinde silah olmayan insanları, kadınları, çocukları hedef alıyorsan, ateş edip öldürüyorsan, kaçırıp rehin alıyorsan buna her yerde ‘terör’ denir. Bizim Peygamberimiz’in (sas) kötülükle mücadele yöntemi bu değildi. Daha önce ne yaşamış olursan ol, aynı kötülüğü yapıyorsan karşındakinden ne farkın kalır? Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in şu sözünü hatırlayalım, “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”
Yıkmak kolay, işte bir kıvılcıma bakar; yılların emeğini heba edersiniz fakat yapmak zordur. Kötülüğü, terörü yapmak kolay, fakat kafanı iyiliğe çalıştırıp sabırla kalplere yol açmak, diyalog köprüleri kurmak, kaliteli nesiller yetiştirmek zordur. Uzun ve meşakkatli olsa da bunu yapmak zorundasın çünkü Müslümansan eğer, senin Rabbin bunu emrediyor, kitabında bu yazıyor, Peygamberin (sas) de böyle uygulamıştı.
Hamas’ın böyle bir terör atağı yapmasını ve sonrasında bunu öven, gurur duyan açıklamalar yapılmasını, şükür namazları kılınmasını bir Müslüman, bir insan olarak kabul edemiyorum. Akıl alır gibi değil. İsrail de şu anda savaş suçu işliyor, masum insanlar, çocuklar olduğu halde hastaneler dahil Gazze’yi bombalarla yerle bir ediyor. Peki şimdi soralım Hamas’a: Siz bu eyleme kalkışmadan önce böyle bir karşılığın geleceğini bilmiyor muydunuz? Kendi halkınızı göz göre göre neden ateşe attınız? Sırça sarayda oturan kişi komşuna taş atarsa ahmaklık etmiş olmaz mı?
Hamas, hâlâ elinde İsrailli veya Batılı ülke vatandaşlarını rehin tutarken, masum Filistinliler için yürüyüşler yapmanın, dünya ülkelerine çağrılarda bulunmanın çok da işe yarayacağını düşünmüyorum. Gazze’den gelen ölü çocuk görüntüleri yüreğimizi dağlıyor, uykularımız kaçıyor, bir çözüm bulunması için sokaklara çıkıp İsrail’i protesto etmek istiyoruz haklı olarak fakat aynı zamanda Hamas’ın da bir terör örgütü olduğunu söyleyemiyorsak masumiyetten yana duruşumuz samimi olmayacaktır. Diğer taraftan, Hamas’ın fitilini ateşlediği yeni şiddet süreci, Müslüman toplumlarda “antisemitizme”, dünyanın geri kalanında da “islamofobia”nın yayılmasına sebep olarak tarafları keskinleşmeye, radikalleşmeye sürüklüyor ne yazık ki.
Hamas, IŞİD, Boko Haram gibi radikal örgütler İslam’ın aydınlık yüzünü kirletmeye çalışıyor. Ve belki asıl maksadı bu olan kışkırtmaların tuzağına düşerek küresel ölçekte İslam’a ve müslümanlara karşı nefret söylemlerine katkıda bulunuyorlar. Allah Rasulü Efendimiz’in tebliğ ettiği ve yaşadığı İslam bu değil. Müslüman terörist olamaz, terörist de hakiki müslüman olamaz. İslam, sulh yani barış dinidir ve hayırlar, iyilikler, güzellikler sulh ortamında yeşerir ancak.
“Gelin barış için dua edelim.”
Bütün terör eylemlerini ve teröristleri lanetleyelim.
Sadece Müslümanlarla değil, bütün dünyada sevgiye, barışa, birlikte yaşamanın mümkün olduğuna inanan iyi insanlarla bir araya gelelim ve barışın inşası için yeni bir dil kurmanın pratiklerini yapalım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***