YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Bugünlerde Karabağ ve dolayısıyla Azerbaycan yeniden gündemde. İkinci Karabağ Savaşı ile Azerbaycan ve dolayısıyla Türkiye için büyük bir kazanımla Karabağ tekrar Azerbaycan’ın kontrolüne geçmiş oldu. Azerbaycan’ı iki defa ziyaret ettim, hakkında çok şey dinledim ve okudum. Eskiden beri Türkiye’de Azerbaycan’a karşı derin bir sempati olduğu malumdur. Sovyet döneminde de Azerbaycan bizim için bir ilgi odağıydı, Azerbaycan halkını kendimizden bir parça olarak görüyorduk. Merhum S. Demirel Hükümetlerinde Sanayi Bakanlığı yapan ve Demirel’le birlikte 1967’de Sovyetler Birliğini ziyaretleri çerçevesinde Bakü’yü de ziyaret eden Mehmet Turgut’un Taşkent’e Doğru kitabını daha lise yıllarımda okumuştum (kitap piyasada var mı bilmiyorum ama online ulaşılabiliyor). Nitekim Sovyetlerin çatırdaması ile Hizmetin ilk ulaştığı yer de Azerbaycan olmuştu.
Azerbaycan’ı ilk ziyaretim 2005 yılında karayoluyla Gürcistan üzerinden oldu. O zaman Bakü Kafkas Üniversitesi’nde bulunan köhne bir dostumuzun (köhne Azeri Türkçesinde eski, kadim demektir) ısrarı ile yola düşüp Azerbaycan’a ulaştık. İtiraf edeyim ki ilk izlenimlerim çok iç açıcı değildi. Bütün Gürcistan’ı boydan boya geçmiştik ve kimse bizi durdurup bir şey sormamıştı. Azerbaycan gümrüğünde önceden bilgilendirilmiş olmalarına rağmen bir ödeme yapmamız gerekmişti. Daha ilginci Gence’ye doğru yola çıktıktan kısa süre sonra yolun resmen kesilmiş olduğunu gördük ve bize gene belli bir ödeme yapmamız gerektiğini söylediler. Bu ödemelerin kanuni ya da keyfi olduğunu bilemezdik elbette
Bakü’de dikkatimi çeken bir husus her tarafta çok katlı binaların (onlar dikinti diyorlardı, benim de hoşuma gitmişti) yapılmakta oluşuydu. Nitekim dört yıl sonra gittiğimizde bambaşka bir Bakü ile karşılaşmıştık. Ancak ilkinde olmayan korkunç bir trafik tıkanıklığı ve karmaşası vardı ve şehir belli ki çılgın bir para girişine sahne oluyordu. Her tarafta lüks lokantalar ve mağazalar boy gösteriyordu. İlk ziyaretimizde Karabağ yıkımının izleri daha belirgin olarak görülebiliyor ve hissediliyordu. Sayıları bir milyonu bulan kaçkınları kamu binaları dahil uygun olan her yere yerleştirmişlerdi. Zaten Sovyetlerin yıkılması sonrası bütün eski Sovyet ülkelerinde korkunç bir fakirlik, kıtlık ve yıkım yaşanmıştı. Karabağ ve çevresindeki Azeri topraklarından kaçan bu insanlar bir taraftan savaşın yıkımını yaşamış, kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşmüş, birçoğu savaşta yakınlarını kaybetmiş, her şeylerini bırakıp geldikleri bu yerlerde yeniden hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
Azerbaycan’a ikinci defa gidişim dört yıl sonra bir tıp kongresi vesilesi ile oldu. Kongre boyunca Bakü’deki önemli tarihi mekanları ziyaret ettik, akşam yemeklerinde Azerbaycanlı dostlarımızla buluşup dertleştik. O günlerde Azerbaycan’la Türkiye’nin arası biraz limoni idi, Bakü’deki Türk Şehitliğinde Türk Bayrağının indirildiği iddia ediliyordu, hatta bu durum resmi beyanlara da yansımıştı. İddialara göre Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerinin iyileşme ihtimalinden kaynaklı bir gerginlik vardı. Benim anladığım, Türkiye’de iç politikada alan kaybeden ve gerileyen derin unsurlar Azerbaycan’da Türk Hükümetini zor durumda bırakacak hamleler yapıyor ve saçma iddialarla Azerileri kışkırtıyorlardı. Bakü Kafkas Üniversitesi’nde bir akşam yemeğinde aynı masada oturduğumuz bir Azerbaycanlı kadın akademisyen benzer serzenişleri dile getirip karamsar bir tablo çizmişti. Ben kendisine Türkiye’nin asla Azerbaycan’ı terk etmeyeceğini, bunun bir hükümet veya devlet politikası ile sınırlı olmadığını, Azerbaycan’ı Türkiye’den farklı görmediğimizi ve Ermenistan’la olan ilişkilerin Azerbaycan için bir risk oluşturmayacağını anlatmaya çalıştım. Türkiye’nin yetmiş milyon nüfusu olduğunu, velev ki sınırları açıp üç milyon Ermenistan’ın bütün vatandaşlarını alsak bile bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini söyledim.
Bu ziyaret sırasında Azerbaycanlı meslektaşlarımızın anlattıklarından ve gezip gördüklerimizden Ermenistan’la olan düşmanlığın ne kadar derin ve taze olduğunu da idrak ettim. Azerbaycan için önemli kişilerin mezarlarının olduğu Fahri Hiyabani Mezarlığını (Ulusal Şeref Mezarlığı) ziyaret ettiğimizde anlatılanlar da bunu teyid ediyordu. En ilginçlerinden biri meşhur bir şairin Sovyet döneminde Ermenilere teslim edilerek öldürülmesiydi. Sovyet idarecileri muhaliflerini ortadan kaldırırken halklar arasında düşmanlıkları kaşıyacak bu tarz uygulamalar da yapmışlardı.
Şimdi aradan geçen zamanda gördük ki Ermenistan çok zayıf bir ülke ve Azerbaycan topraklarını işgal etmesi tamamen dışardan yapılan desteklerle ve Azerbaycan’ın o andaki zaafiyetiyle mümkün olmuştur. Nitekim 1. Karabağ Savaşında (1988-1994) Karabağ dışında da Karabağ’ın iki katı Azerbaycan toprağını işgal eden ve buralarda büyük bir katliam yaparak bütün halkın göçmesine sebep olan Ermeniler 2020’de bu dış destekten mahrum kalınca kısa süren bir savaşla bütün bu toprakları boşaltmak zorunda kaldılar ve Azerbaycan’ın şartlarını kabul ederek barış masasına oturdular. Zaten Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı da, özerkliğini bile koruyamadan, terk etmek zorunda kaldılar. O günlerde dışarıdan desteklenen Karabağ Ermenilerinin ve onların bastırmasıyla savaşa tutuşan Ermenistan’ın makul bir barışa razı olmaması her iki taraf için inanılmaz büyük yıkımlara yol açtı. Oysa az tarih bilgisi olan herkes bilir ki dışarıdan gelen destekle bir yere kadar başarılı olabilirsiniz ama boyunuzu çok aşan bir yükün altına girdiğinizde bir müddet sonra değişen konjonktürle bu yükü taşıyamaz hale gelirsiniz. Komşularla kalıcı dostluklar iyidir ve düşmanlık da kimseye fayda getirmez.
Şimdi tam tersi bir dram yaşanıyor, yüz bini aşkın Karabağ Ermenisi yaşadıkları yerleri terk ederek Ermenistan’a göçüyorlar. Oysa birlikte yaşamak da mümkün ve illa birileri diğerlerini topraklarından kovması gerekmiyor. Olması gereken herkesin mevcut devlet sınırlarını tanıması ve hangi etnik kökenden olursa olsun herkesin eşit vatandaşlar olarak kendi toprağında yaşamasıdır. Dünya herkese yetecek kadar geniş ve herkes için yeterli kaynak mevcut.
Azerbaycan bu savaşı kazandı ama bundan sonra hem komşularıyla sürdürülebilir bir barış hem de kendi halkına daha fazla refah sağlama görevi ile karşı karşıyadır. Bugünkü Azerbaycan’da gelir dağılımı nasıldır, refah toplum tabanına nasıl yansıyor, insanlar bu “zafer” sonrasında daha mutlu olacaklar mı, Karabağ ve çevresini yaklaşık otuz yıl önce terk eden eski sakinlerinin hayatta olanları ve onların çocukları tekrar yaşamak oralarda yaşamak isteyecekler mi? Doğrusu bu konularda hiçbir fikrim yok. Azerbaycan’ın refah durumu hakkında bir fikir vermesi açısından Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayınlanan İnsani Gelişme Endeksine bakılabilir. Bu rapora göre (2022 Raporu) Azerbaycan dünyada 91. Sırada yer alıyor ve 2015’e göre sıralamada bir basamak daha aşağı inmiş. Aynı raporda Ermenistan 85. sırada yer alıyor ve 2015’e göre beş basamak daha aşağı inmiş.( Türkiye 48. sırada) Dileğim Ermenistan’la olan kavganın bitmesi ve her iki toplumun barış içinde komşuluk yapmalarıdır. Azerbaycan’ın da hayat şartlarının iyileştiği, halkının mutlu ve özgür olduğu bir ülke olması da hepimizin temennisidir. Türk Dünyası Sovyetlerin yıkılması sonrasında büyük umutlarla başladığı modern dünyada yer edinme serüveninde henüz yolun çok başında bulunuyor.
https://www.scribd.com/document/493903225/Mehmet-Turgut-Tas-kent-e-Dog-ru-Rusya-Notlar%C4%B1
https://hdr.undp.org/data-center/human-development-index#/indicies/HDI
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***