Türkiye’nin sayılı başarılı çocuk psikiyatristlerinden Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu, çocuk hastalarına Ketamin adlı ilaç verip manipüle etmek, ailelerinden cinsel taciz gördüklerine ikna edip aileleri hakkında suç duyurusunda bulunmaya teşvik etmek iddiasıyla tutuklandı.
Zoroğlu’nun uyguladığı tedavide yanlışlık olmadığı, aile içi taciz vakasının yaşandığı bir ailenin kumpası sonucu psikiyatrist Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu’nun suçlu gösterildiği doktorun avukatı ve yakın çevresi tarafından kamuoyuyla paylaşıldı.
Bu arada Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu’nun Facebook’ta geçen sene yapmış olduğu paylaşım, ünlü psikiyatristin başına gelenleri özetler nitelikte. İşte Zoroğlu’nun Facebook sayfasında paylaştığı notlar:“Bu tacizler dışardan yabancılardan değil bizzat kendi annesi kendi babası tarafından yapılmaktadır”
“Türkiye’nin en önemli ve tek gündemi tacize uğramış çocuk sayısının inanılmaz düzeylere çıkmış olmasıdır. Hafif ve orta düzey değil, aşırı düzeyde travmatize edilmiş çocukların sayısının korkunç düzeyde yüksek oluşu kimsenin dikkatini çekmemektedir. İnsanlar buna duyarsız ve devlet de tam anlamıyla kör ve sağırdır. Bu tacizler dışardan yabancılardan değil bizzat kendi annesi kendi babası tarafından yapılmaktadır.
Anne babanın direk tacizi, toplumun ve devletin ise dört gözü kör hale gelip olan biteni görmemesi, sonuçta devlet, vatandaş ve toplum iş birliği içerisinde çocuğa ihanet edilmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır.
Yaşanan tam olarak budur.
Başörtüsünün serbest olduğu, komutanların başörtülü subaylarla fotoğraf yayınladığı, Ayasofya’nın açıldığı, İstanbul’un yeniden fethedildiği, uzun süre beklendikten sonra gelip işi ele alan kutsal şahısların başa geçtiği, “küfrün belinin kırıldığı” “atlastan cepkenli yiğit akıncının” hem bu beldeleri hem de “bir dünya lideri” olarak dünyayı yönettiği dönemde olanlar bunlardır.
Tacize uğradığı için evinde kalamayan kız çocuklarının Umutcan Uygun, annesi Gülay Uygun, öldürülen kız Aleyna Çakır ve bu kızlara yakın ilgi destek ve şefkatini hiç eksik etmeyen Aliye Uzun gibi siyasetçi kişilerin gediklisi olduğu çocuk esirgeme kurumlarının bulunduğu İslam ülkesi burasıdır.
Tacizi görevi gereği savcılığa polise bildiren hekime yargı sisteminin öyle bir muamelesi vardır ki yaşamayan bilmez. Ülkenin hakim kolektif bilinç dışının etkisinde yetişen hakimler ve savcılar hem başlarına iş çıkardığı için ihbarcı hekime yani çocuk psikiyatristine kızgın olduklarından mıdır? Zavallı anne babanın mahkemedeki halleri çok mu rikkatlerine dokunmuştur bilinmez, hekim hakkındaki her karşı iddiayı ki bu elbette tacizci tarafından yapılan suçlamalarla oluşur, kabul edip ihbar eden hekime dünyayı dar etme potansiyelinde olabilirler. Tembel ve şaşkın avukatların da olumsuz katkısını da unutmayalım.
Gerçi bu çocuklara ihanet edenler sıralamasında devlet organları kesinlikle doktor ve psikoloji esnafından sonra gelir. Bu çocukların travma sonucu gelişen belirtileri ve dayanılmaz hale gelen ruhsal acıları sonunda bir hekime götürülmelerine neden olur. Tecrübelerimiz bu görüşmenin bu çocuklar için hayli umut verici olarak algılandığı ve beklendiği yönündedir.
Psikiyatrist ve Çocuk Psikiyatristlerinin çocuğun ümitle beklediği o görüşmeyi başarısızlıkla sonuçlandırmaları yüzde 100’e yakın bir ihtimaldir. Klasik bir iki boş soru kısaca anne babayı dinleme, çocukla çok yüzeysel ilgilenme, ilgisiz birkaç soru ile geçiştirme, mesela dikkatin nasıl? Mutsuz musun? Uyuyabiliyor musun? Korkuların mı var? klişe sorularla işi bitiriverme, çok büyük olasılıkla “dehb ve anksiyeli depresyon” var deyip yine klişe iki ilaç ile odadan çıkarma, işte olanlar genellikle budur ve böyle ıskalamayla sonuçlanır. Artık çocuğun tüm ümidini biter, “artık beni duyup anlayacak kimse olmayacak” kehaneti doğru çıkar. Hekimin yüzeysellik kabiliyetsizlik kifayetsizlik ve bilgisizlik temelli bu yanlışı başka bir faciaya da yol açar. Sonraki her makam ve kurum ve şahıslar hekimin ilk teşhisindeki büyük yanlışın etkisine girecektir. Konulan doğru tanı hayat kurtardığı gibi konulamayan teşhis de hekimden sonraki hemen herkesi kör ve sağır hale getirir. Yanlış tanı (aslında eksik tanı demek doğrudur) da herkesi kör ve sağır hale getirir. Artık hiç kimse şüphelenmek, daha detaylı sorgulamak, araştırmak ve uzun düre vererek çocuğu dinlemek külfetine girmez.
Akla gelip araştırılması gereken ve bir sürü yorgunluk vakit ve kazanç kaybına yol açan o ihtimal yani çocuğun tacize uğraması ihtimali hem son derece acı veren ve iğrenç bir konudur, hem de ilk muayenede ıskalayan kifayetsiz ve kabiliyetsiz hekimlik sonraki her aşamayı kitler ve kör eder.
Mağdur çocuk sisteme psikiyatrik hasta etiketiyle sokulmuştur. Verilen uyduruktan bir iki psikiyatrik ilaç da “biyo-psiko-sosyal” aptallaşmanın pekiştiricisi olarak işlev görür. Sonraki her aşamada ilaç etkisi ve doz azaltıp artırmak dışında değerlendirme yapılmaz.
Bu aptallaşma halinin devamında psikoloji (pseudo-psikoloji ya da pseudo-loji demek daha uygun olur) büyük bir katkı sunar. Çiçek, böcek, sevgi, empati, özsaygı, özgüven gibi klişe kavramları ve “çocuğun kendine güvenini yükseltin”, “aile içi iletişim çok önemli” “babası ilgilensin vakit geçirsin” gibi boş sloganları psikoloji bilimi gibi sunan esnaf psikologlar da çocuğun başına üşüşür. Bu boş anlamsız ama para getirdiği sürece hiç sorun görülmeyen faaliyetler için “terapi” adı altında para alıp tek santim yarar görmedikleri halde devam ederler. Oyun terapisi, EMDR, aile danışmanlığı, şema terapi, CBT vb. her bilimsel yöntem kutsal bir iş yapıyorcasına uygulanır.
Halbuki tek faydalı şey vardır ve uzmanlık dahi gerektirmez “Doğru tarafta olmak” Yani mağdurdan yana olmak ve tacizci zalimden taraf olmamak.
“Anadolu insanı” sanki kutsal bir insan türüdür. Dünyaya lider olsun diye yaratılmıştır. Bunlar hiç okumadan araştırmadan ve bilmeden “halk irfanı” denen bir şeye sahiptirler. Efsane bir körlükleri sağırlıkları vicdansızlıkları ve inanılmaz bencillikleri vardır. Bahsettiğimiz çocuklar söz konusu olduğunda hep yanlış tarafta yer alır. Bu çocuklar ne anlatırsa anlatsın çocuklara inanmaz, her zaman tacizcilerden yana davranırlar. Demek ki İrfan dedikleri şey kömür gibi kapkara bir cahilliktir ki “diziler ahlakı bozuyor” “uyuşturucu kullanımı 10 yaşa indi” “batıda aile çöküyor” “anne baba saygısı kalmadı” gibi sloganlarıyla bu tipleri hemen tanırsınız. Beyinsiz beyinleri gerçeğin gizlenmesi için yapılan duvarın tuğlalarıdır.
En az hekimlik kadar etkili bir hakikati gizleme malzemesi ilahiyatçı tortu tarafından sağlanır. İslam’da zerresi dahi olmayan “din adamlığı” bunların mesleğidir ve maaş kapısıdır. Bu hazır kıta yalancılar güruhunun çok değişik yol ve yöntemleri vardır ama cin, çarpılma ve musallat kavramları üzerinden yaptıkları istismar tam sonuç verir. Artık gerçek örtülmüş, taciz yok edilmiş, tacizci kollanmış ve kurban suçlanmıştır. Yine de orta çağın içine şeytan girmiş dedikleri taciz kurbanı kadınları cadı diye canlı canlı yakan din yolunun kutsi yolcularına göre zehirleri azalmış kabul edilebilir.
Anne babalar çocuklarına ihanet ettiğinde o kadar hazin bir ihanet zinciri hemen oluşuverir ki şaşarsınız. Artık kimse o çocuklar için doğru yerde durmaz hatta bizzat kurban çocuklar bile kendilerini terk eder ve gidip ruhlarını yiyip tüketen anne babalarının yanında konum alır. Hatta kendi canları pahasına mesela intihar ederek taciz edene karşı yeni bir can sunarlar. Kendini öldüren çocuk sistemin en fedakar ve işe yarayan unsurudur. Üç beş yalancı gözyaşı ve ağıtlar hayatı boyunca çocuğa hiç sunulmamış güzel ve sıcak duyguların ifadesidir. Gerçi bunlar çocuğun soğuyan cesedine rastlamıştır ama tebrik takdir ve minnet ifadesi olduğu kesindir. Çünkü kendini ortadan kaldırarak anne baba ve aileyi kurtarmıştır. Sistemin her noktasını sorgulatıp değiştirebilecek yük ve stres oluşturan çocuk boynuna asılmış olan deli yaftasını doğrulamıştır. Artık ne şüphe ne iddia ne dava kalmıştır. Suç da delil de ebediyen yok olmuştur.
Artık iyi bir mezar taşı taze ölmüş mezarda da olsa başına geçirilmeli, aileden topluma kadar tüm sistemin tertemiz olduğu kurtuluşu tescil edilmeli ve çocuğa karşı toplumun kazandığı zaferin bir nişanı olarak adeta ölenin kafasına geçiriliyormuşçasına o mezar taşı mezarın başına yerleştirilmelidir.”
DİSOSİYATİF BOZUKLUK SIKLIĞI YÜZDE 18,2 İSE NE DÜŞÜNMEMİZ GEREKİR
Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu’nun yine Facebook sayfasından yaptığı bir başka paylaşımında da hastalarına çoklu kimlik bozukluğu (Disosiyatif) teşhisi koyduğu için eleştirilmesini kamuoyu ile paylaşmış ve sormuş: Bir toplumda Disosiyatif bozukluk sıklığı yüzde 18.2 ise ne düşünmemiz gerekir?
“Bir toplumda Disosiyatif bozukluk sıklığı yüzde 18.2 ise ne düşünmemiz gerekir? Bu bozukluğun yüzde 100 çocuk istismarı; -cinsel taciz, fiziksel taciz, duygusal taciz, aile içi şiddet şahitliğine maruz kalmak, duygusal ya da fiziksel olarak ihmal edilmek- oluştuğu net olarak bilinmektedir.
18,2 oranı Türkiye’ye ait bir bilimsel çalışmanın sonucudur. (Zoroğlu ve arkadaşları, 2002)
Böyle bir toplumun bundan daha önemli bir başka sorunu problemi gündemi olabilir mi? Ekonomisi bozuk olsa ne olur? olmasa ne olur. İç savaş çıkacakmış. Yahu iç yapın buyken hangi iç savaştan, dış savaştan, ümmetten, ümmet liderliğinden bahsediyorsun. Yağlı peynir kalıbı gibi delik deşik olmuş bir sosyoloji var, insanların limitlerin ötesine geçtiğini de anlamıyorsun. Evladını yiyen bir toplum, değerlerini de yemiş tüketmiş bir sosyoloji var karşımızda. Neredeyse maddi manevi her şeyini tüketmiş haldeyiz. Sadece 18 yaş ve altını göz önüne alınız ve bilimsel incelemeye tabii tutunuz. Sonraki 5-10 yıllık profili görmeye çalışınız.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***